Erbakan ve Erdoğan'ın çektikleri!..

İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi üzerine mağduriyet güzellemesi yapanlar iyi okuyun. Özellikle de ‘Erdoğan’a biz kaybettirdik. Yine kaybettireceğiz’ diye böbürlenen Saadet Partililer. Bugün kol kola girdiklerinizden neler çekmiştiniz neler? Hatırlatmak istedik..

Osman DİYADİN o.diyadin@hotmail.com

Bugün İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi nedeni ile ‘Mağduriyet’ algısı yaratılmak isteniyor ya…

Bunları söyleyenler mağduriyet nedir bilmiyor!..

Elimde bir mektup var…

Çok şey anlatıyor..

Sizlerle paylaşmak istedim..

Çünkü mağduriyetin adeta özetlenmiş  kitabı gibi...

                                                ***

Diyor ki;

Yıl 1991…

Genel seçim var. O zaman seçmen kaydım İstanbul 2. bölgede ve ben oyumu Refah Partisi (RP) listesindeki ilk adaya yani Tayyip Erdoğan’a veriyorum.

Yani Erdoğan milletvekili seçiliyor. Mazbatasını alarak Ankara’ya gidiyor. Ama YSK 11 gün sonra mazbatayı Erdoğan'dan alarak -tercih oyları gerekçesi ile- 2. sıradaki başka bir adaya veriyor.

Buruk bir hal… .

Yıl 1994…

Yerel seçimler var. Oyumu hem ilçemde hem büyükşehirde RP’li adaylara veriyorum.

Tayyip Erdoğan İBB başkanı seçiliyor.

Büyük bir coşku yaşıyoruz.

Ama YSK, RP’li adayların kazandığı Fatih, Beykoz ve Yalova seçimlerini iptal ediyor.

Coşkumuz kursağımızda kalıyor…

Ama esas darbe daha sonra geliyor.

Arif Nihat Asya’nın MEB kitaplarında yer alan bir şirini okudu diye  Tayyip Erdoğan’ı koltuğundan ettiler ve hapse attılar.

Görev süresini tamamlayamadığı gibi seçilmesi garanti olan bir seçime giremedi bile.

Yetmedi, “Senin siyasi hayatın bitti, artık muhtar bile olamazsın’’ dediler.

Seçtiğim başkanı alaşağı ettiler, yasakladılar, mahpusa gönderdiler…

Yıl 1995…

Genel seçimler.

Oyumu RP’ye veriyorum.

Ve RP 1. parti oluyor. Tek başına olmasa bile hükümeti Erbakan Hoca kuracak.

Yani Erbakan Hoca başbakan olacak!

 Bu 1970’li yıllardan beri Milli Görüş çizgisinde olan insanların yıllarca beklediği bir andı. Ve o an gelmişti. Sevinç gözyaşları içindeyiz… 

Ama o da ne?

Müesses nizam (temsilcisi Demirel) hükümeti kurma görevini 1. partinin genel başkanı Erbakan’a değil de 2. partinin başkanına veriyor.  Benim seçtiğim başbakan, başbakan olamıyor. Hüsran içindeyiz. Mesut Yılmaz başbakanlığında ANAYOL hükümeti kuruluyor. Yaklaşık 1 yıl sonra Çiller ile kendi aralarında kavga ettikleri için hükümet yıkılıyor. Bu sefer mecburen görev Erbakan’a veriliyor. Ve nihayet Erbakan’ın başbakanlığında bir hükümet kuruluyor.  

Yani Erbakan resmen başbakan…

Mutluyuz...

Ama o da ne?

Erbakan’a (ve dolayısıyla bize) hayatı dar ediyorlar.

Asker bir yandan, medya bir yandan, üniversiteler bir yandan üstümüze, üstümüze geliyorlar.

Erbakan ve onun destekçilerine askeriyede, üniversitelerde, kamu kurumlarında kan kusturuluyor.  28 Şubat darbesi yapılıyor. Seçilmiş başbakan Erbakan’ı alaşağı ediyorlar.  Refah Partisini kapatıyorlar. Meclisteki milletvekilliklerini düşürüyor ve çoğunu yasaklı hale getiriyorlar. Yani verdiğimiz oyların hepsi tek kalemde yok sayılıyor…

Yıl 1999…

Genel seçimler.

Oyumu RP’den sonra kurulan Fazilet Partisi’ne veriyorum. 

Ama yine aynı şeyler oluyor.

Seçerek meclise gönderdiğim milletvekilini ‘dışarı dışarı’ naraları ile meclisten dışarı atıyorlar. Hakaretin ardı arkası yok. Üstelik partiyi de kapatıyorlar. Yine seçtiğim milletvekilleri için siyasi yasaklar koyuyorlar. 

Yani verdiğim oyları yine yok sayıyor, hepsini çöpe atıyor ve üstelik de bize hakaret ediyorlar.

Ve yıl 2002…

Genel seçimler.

Bu sefer İstanbul 1. Bölge seçmeniyim.

Ve tevafuka bak ki, oy vereceğim partinin liste başı yine Tayyip Erdoğan.

Oyumu yine ona vermeye hazırlanıyorum.

Bu sefer kesin seçeceğim.

 Zira partisi zaten favori ve seçilememe şansı yok. 

Ama seçemiyorum. Hatta oyumu ona veremiyorum bile. 

Çünkü seçime birkaç hafta kala YSK Erdoğan’ın ismini çiziyor. Yani Erdoğan seçime giremiyor. Partisi %34 ile tek başına iktidar oluyor ama genel başkanı olarak kendisi seçime giremiyor bile… YSK, Türkiye genelinde 1. olan ve benim de oy vermeye hazırlandığım bir partinin genel başkanını seçime sokmuyor.

Yani başbakan olması gereken Erdoğan, milletvekili bile olamıyor…

Ancak aylar sonra -ara seçimle- milletvekili olabiliyor. Onu da milletvekili/başbakan olsun da ekonomik koşullar nedeni ile 1-2 yıl içinde silinsin gitsin, Erdoğan karizması bitsin diye mecburen yapıyorlar (Bunu Baykal bizzat itiraf ediyor). 

Ve yıl 2007…

Cumhurbaşkanı seçimi var.

Meclisteki çoğunluğu nedeniyle doğal olarak AK Parti’den bir isim Cumhurbaşkanı seçilecek.  Bu anasının ak sütü gibi onun hakkı...

Ama seçtirmiyorlar.

Daha önce Özal 263 vekil oyu, Demirel 244 vekil oyu, Sezer 330 vekil oyu ile Cumhurbaşkanı seçilirken, AK Parti adayı Gül, aldığı 352 vekil oyuna rağmen Cumhurbaşkanı seçilemiyor.

Niye?

Çünkü CHP 367 garabeti diye bir şey çıkarıyor ve Anayasa Mahkemesine gidiyor. Anayasa Mahkemesi de ‘Evet, 367 gerekli’ diyor.

Benim seçtiğim milletvekillerinin oylarını yok sayıyor ve AK Parti’ye (dolayısıyla bize) Cumhurbaşkanı seçemezsin diyorlar.

Yetmiyor, ordu hükümete e-muhtıra veriyor,  Cumhurbaşkanı seçmeye teşebbüs etti diye tehdit ediliyor.

CHP de bu tehditlerini Cumhuriyet mitingleri ile sokaklara taşıyor.

 Velhasıl oylarımı(zı) yine gasp ediyorlar...

Bunun üzerine AK Parti erken seçime gidiyor.  

Ve % 47 ile tekrar iktidar oluyor. Ama o da ne? 14 Mart 2008’de (ki o gün Tıp Bayramı idi) kapatma davası açılıyor. Gerekçe ne? Başörtüsünün üniversitelerde serbest olmasını sağlayacak bir kanun çıkarmak!

Büyük suç!

Ve Yıl 2009…

2008’de açılan kapatma davası karara bağlanıyor. Anayasa Mahkemesi, tek başına iktidar olan bir parti için, halkın  %47 oyunu alan bir parti için kapatma kararı veriyor. Evet evet, bundan 50 yıl önce değil, yalnızca 10 yıl önce.

Ama karar 6/5 ile alındığı için (7/4 olmadığı için) AK Parti-şartlı serbest bırakılan hükümlüler gibi- yakın takibe alınıyor ve yeni bir suç şlemediği takdirde kapatma kararı hazine yardımı kesilerek para cezasına çevriliyor. Yani bir bakıma AK Parti’nin eli kolu bağlanıyor.  Demokrasi adına seçmen için bundan daha büyük bir aşağılama olabilir mi? 

İşte böyle…

Geçmişte bize bu hadiseleri yaşatanlar veya bu zulümlere alkış tutanlar veya en azından suskun/dilsiz kalanlar, bakıyorum da bugün demokrasi havarisi kesilmiş durumdalar.

Tam bir demokrasi fedaisi gibi ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ nutukları atıyorlar. 

Oysa arşivler ortada …

Ve sağlam bir tevbe-i  nasuh ihtiyacı içinde olanların sayısının hiç de az olmadığını görüyoruz. 

Ayrıca RP, FP mensupları partileri kapatılıp siyasi olarak yasaklandıkları zaman, usule uygun bir eleştiri yaptıklarında bile, ‘Hukuka karşı gelmek, TC devletinin kanunlarını tanımamak, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etmek vb’ suçlarla itham edilir ve soluğu DGM’de alırlardı.

Uğradıkları hakaret ve medya linçleri de cabası…

Peki bugün ne oldu?

Bugün seçim yenilensin kararı alan  yargıçlar, CHP temsilcileri tarafından resmen ve alenen  ‘Şöyle şöyle bir karar alırsanız Kızılay’da sokağa çıkamazsınız’denerek tehdit edildi..

Ama öyle ya da böyle, yeni bir sürece girdik.

İmamoğlu yasaklı hale gelmiş değil…

Seçime girmesi engellenmiş değil…

Hapse atılmış değil…

Telafisi mümkün olmayan bir sürece sokulmuş değil…

Birkaç hafta sonra tekrar seçime girecek ve oyunu dilersen yine ona vereceksin.Son YSK kararı ile ortaya çıkan sonuçta ise telafi edilemeyecek bir durum yok.

Diyelim ki YSK’nın İstanbul kararı hukuksuzdu, peki burada telafisi mümkün olmayan bir olay mı var?

Hayır.

Yani İmamoğlu’nun  - Erdoğan gibi- seçime girmesi mi engellendi.

Hayır.

Erdoğan gibi siyasi yasaklı mı oldu?

Hayır.

Erdoğan/Erbakan gibi partisi mi kapatıldı?

Hayır.

Birkaç hafta sonra yenilecek olan seçime girmesi mi engellendi?

Hayır (Ama Erdoğan girememişti)

İmamoğlu, sonuçlar iddia edildiği gibi ise tekrar seçilecek mi?

Evet…

Peki, o halde nasıl olur da bunu, Erdoğan ve Erbakan’a yaşatılan mağduriyetlerle aynı kefeye koyarsınız?

Erdoğan, İBB başkanı iken koltuktan alındı ve hapse atıldı…

Sebep? Şiir okudu diye.

Peki bugün bu karar için hukuki idi diyebilen tek bir Allah’ın kulu var mı?

Yok.

Ama sonuç ne oldu?

Erdoğan’ın başkanlığı tekrar verilmemek üzere elinden alındı.

1999’da da garanti kazanacağı halde seçime giremedi, yani 2. dönem belediye başkanlığı da elinden alındı, 2002’de ise başbakan olması gerekirken seçime sokulmadı.

Tüm bunlar geçici mağduriyetler mi idi yoksa telafisi mümkün olmayan siyasi hadiseler mi?  

Erbakan’a,  Refah ve Fazilet Partisi’ ne, milletvekillerine ve seçmenlerine yaşatılan mağduriyetler de öyle idi… 

O halde YSK’nın son kararını ortaya çıkardığı sonuç ile nasıl olur da telafisi mümkün olmayan geçmişteki mağduriyetleri aynı kefeye koyabiliriz? 

Belediye başkanlığı koltuğunu geri dönüşümsüz olarak almak, siyasi yasaklı hale getirmek, seçime girmesini engellemek, başbakanlığı elinden almak, darbe yapmak, defalarca parti kapatmak ile… %0,16 gibi mini bir oy farkı ve usulsüz işlemler nedeniyle şaibeli hale gelen bir seçimi tekrar ettirerek, eğer iddia edildiği gibi bir seçmen desteği varsa- belediye başkanlığına 2 ay gecikmeli oturmak, nasıl olur da aynı kefeye konulabilir? 

El insaf…

                                                     ***

İşte bu duyguları yazan Prof. Dr. Zeki Bayraktar…

İyi okumak gerekir…

Hele hele bugün Tayyip Erdoğan’a karşı CHP ile iş birliği yapıp seçim kaybettirmekle övünen ‘Yine kaybettireceğiz’ diyen SP’ li yöneticiler karşısında SP’li kardeşim iyi okumalı…

Hadi AK Partili dönemi geçtik…

2002 yılına kadar yaşadığınız bütün mağduriyetlerin altında kimlerin imzası vardı…

Kimler o kararları alkışlıyordu…

Refahı, Fazilet’i kim kapattırdı…

Erbakan Hoca’yı Başbakanlık koltuğundan kimler indirtti…

Erdoğan’ı cezaevine kim gönderirken ‘Artık muhtar bile seçilemez’ diye manşetler attırdı?

Bugün İstanbul üzerinden çakma mağdur çıkarmaya çalışan CHP'dir...

En acısı 'Erbakan'ın emanetiyiz ' diyen SP bugün CHP ile kol koladır...

Bu ülkede siyaset sahnesinde mağdur olan MSP çizgisidir…

Hoca Necmettin Erbakan’dır…

Öğrencisi Tayyip Erdoğan’dır…

Neler çektiler neler?

Okudunuz işte...

Tarih gerçekleri tek,tek yazıyor!

Mevlana der ki,

'KUL BİLMESİN, ALLAH BİLİYOR'