Engin Ardıç ve 'Kalın Çizgi'
Abone olAkşam Gazetesi Köşe Yazarı Engin Ardıç, son dönemlerde polemik haline gelen 'Milliyetçilit' ve 'Faşizim' ile 'Ulusalcılık' konularına farklı bir yorum getirdi.
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
Aklını hepten peynir ekmekle yememiş ve okuduğunu iyi kötü
anlama yeteneği olan, ne yazık ki çok sayıda da bulunmayan
okuyucular farkındadırlar: Uzunca bir süredir, bu sayfada ve şu
çerçeveye alınmış naçiz yazılarda, “milliyetçilik” ile “faşizm”
arasına kalın bir çizgi çekmeye çalışıyorum.
Aslında sanıldığından incedir o çizgi de, ben kalınlaştırmaya
çalışıyorum.
Ancak, küfürlerden sıkıntı geldi gene. Okudukları yazıyı arka
taraflarından anlayanlar da kabak tadı verdiler.
Türkiye’nin de tadı kaçtı kaçmakta, Türk basınının da... Bilmem
farkında mısınız?
İdeolojiler gözleri köreltiyor, yürekleri sağır ediyor. Herkes
birbirine sarıyor. Kimileri ölümüne girişiyorlar.
Bir kördüğüşü, ortamı her geçen gün gerip, bizi de belki “lanet
olsun” aşamasına getirmeye hazırlanıyor: Balık tutmayı ve prafa
oynamayı tercih edebilirim bu gidişle.
Ne oluyoruz yahu? Savaş ortamına mı sürükleniyoruz yoksa seçim mi
var? Avrupa Birliği’ne hemen yarın gireceğiz de bürokratlar aç mı
kalacaklar?
Öküzce bir “dinci” saldırı, davarca bir “ulusalcı” saldırıyla
dengeleniyor.
Neyin kavgasını ediyorsunuz ve bana niçin küfürler yağdırıyorsunuz?
Neden bu kadar gerginlik?
Attila İlhan eleştirilemezmiş, çünkü ölmüş. Çünkü
Atatürkçüymüş.
Allah mı bu be? Ne demek eleştirilemez?
Orhan Pamuk şunu demiş bunu demiş... Ne derse desin! Bana ne?
Nerede yeteneksiz, beceriksiz, çapsız, cahil, çemiş, üçüncü sınıf
boktan herif varsa “ulusalcı” yazıldı... Terör estiriyorlar.
Elbette bunu, Internet sitelerinde “yorum” adı altında psikopatlara
“imzasız boşalma” olanağı sağlayanlar da körüklüyorlar. Bu yorum
kutuları, akıl ve sinir hastalıkları doktorlarının psikanaliz
divanlarına döndü.
Canı sıkılan işgüzar da üşenmeyip savcılığa kadar gidiyor. Derdini
anlatmak sana düşüyor.
İşte bunun için “milliyetçi” ile “ulusalcı” arasına çizgi çekmeye
çalışıyorum. Yabancı dile tercüme ederseniz güleceksiniz:
“Nationalist and nationalist!”... Olur mu? Bizde olur. “Musiki” ile
“müzik” arasında, yani “music and music” arasında fark oluyorsa, bu
da olur.
Birbirini yemeyi çok seven bir ülke bu Türkiye... Bu çizgiyi gene
inceltmek hatta bütün bütüne ortadan kaldırmak için ellerinden
geleni yapıyorlar.
Serdar Turgut da ben de aylardır burada boşuna uğraşıyoruz: Bu
topraklarda “modern milliyetçi muhafazakâr” diye bir canlı türü
yaşamaz. Doktor Frankenstein gibi, olmayan bir ucube yaratmaya
çalışıyoruz. (Doktoru Serdar oynuyor, ben de yardımcısı
kambur!)
Çünkü modernler milliyetçi değil, milliyetçiler de modern değil.
Çünkü bu memleketin sağcısı da solcusu da üçüncü sınıf.
Attila İlhan’a “polis” dediğimi sanmış bazı ahmaklar... “Ardıç’ın
bu iddiası çok gürültü koparacakmış”... Öyle demedim, denildiğini
hatırlattım ve bu konuyu tartışanları da kaynak göstererek
belirttim. Kuşkularımı saydım. “Bilemeyiz” dedim. “Olsa da büyük
sanatçı sıfatını ortadan kaldırmaz” demeye getirdim.
“Polis” kelimesini “kötü anlamda” algılayan ve ulusalcı geçinen
budala, Emniyet Teşkilatı’na, yani aslında savunması gereken
camiaya hakaret ettiğinin farkında mıdır?
Beni “Özal dönemi yazarı” sanan zavallı, Türk basınında ilk imzalı
yazımın taa 1970 yılında yayınlandığını nereden bilecektir?
İşte bunlarla uğraşıyoruz. Sözleşme süresi dolsa da gitsem.