Ekrem dumanlı'dan ağır yazı
Abone olZaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı isim vermiyor ama, birçok yazarı töhmet altında bırakacak sözler söylüyor..
Ekrem Dumanlı'nın yazısında, eleştiriden öte, kızgınlık, hatta
kırgınlık var. Bunun da önemli sebepleri var. İşte o yazı: "Son
günlerde medya eleştirileri bir hayli yaygınlık kazandı. Neredeyse
her gazetede medya etiği üzerine yazılar kaleme alınıyor. Mesleki
standartların sürekli göz ardı edildiği bir ülkede bu tür yazılar
yazmak kolay görünüyor; çünkü tenkit edilecek onlarca malzeme
sunuyor basın. Aslında medya eleştirmenliği o kadar da basit değil.
Kendi içinde disiplinleri ve bilimsel ölçütleri olan bir konudan
bahsediyoruz. Dolayısıyla medya yazıları bir–iki meslek jargonu
kullanılarak kotarılamaz. “Seviyesiz basın” tarzındaki eleştiriler
de seviyesiz kalınca mesafe alınamaz; çünkü o yazılar da
düzeysizlik örneği olarak basın müzesinde yerini alacaktır...
Eleştirmek istediğiniz kişi ya da kurumları çimdikleye çimdikleye
bir noktaya taşıyamazsınız. Çünkü ısırmanın getirdiği bir vaveyla
vardır; ama o feryat tatlı bir musikiye asla dönüşmez. Demek
istediğim şu ki, kişi ve gruplardan öç alırcasına yazı kaleme alma
yerine, keşke prensipler ve ilkeler üzerine kafa yorulsa. Her
gazetenin yazı işleri, evrensel basın ilkeleri üzerine yeniden
düşünse, doğru uygulamalar alkışlansa, yanlışlar tasvip görmese...
Gazetelerin içine düştükleri ironik fotoğraf, dikkatinizi
çekiyordur. Bir yandan basın ahlakı üzerine söylevler içeren ve
karşı grupları suçlayan yazılar neşrediliyor; diğer taraftan aynı
yanlışlar aynı grup tarafından ifa ediliyor. Güya basına güveni
yeniden oluşturacak yazılar, yeni bir şüphe kaynağı oluyor. Halkın
“Konuşacağına uygula!” baskısını görmezden gelmek yanlış olur.
Aslında Türkiye’de medya kendi öz denetim sistemini kurabilmiş
değil. Meslek kuruluşları bu konulara kafa yoracak ve denetim
yapacak (media watch) durumda görmüyor kendini. Zaten böyle bir
hassasiyeti de yok. Geçenlerde Gazeteciler Cemiyeti yılın
gazetecilerini seçti ve bunu ilan etti. Ne yalan söyleyeyim,
listeyi görünce “güler misin ağlar mısın” demekten kendimi
alamadım. Polis, adliye, istihbarat kesişiminden köşe yazıları
derleyenler, daha kısa bir süre önce köşe yazıları dolayısıyla
bavullarla para almakla suçlananlar vs. yılın gazetecisi seçilmiş.
Kimseyi suçlamak hatta kınamak niyetinde değilim; fakat Türkiye’nin
en eski ve köklü basın kuruluşunun “titiz” çalışması bile kuşkuları
yanında getiriyorsa ölçüler şaşmış demektir. Türk usulü
ombudsmanlık sistemi yararsız değil. Özellikle Yavuz Baydar’ın iyi
niyetli gayretleri gözden kaçmıyor. Ne var ki “keşke gazete
dışından bir göz bilimsel ölçütleri kullanarak eleştiriler getirse”
temennisini görmezden gelmek zor. Yine de ombudsmanlık, önemli bir
başlangıç noktası olabilir; tabii ki bu tür köşeleri tamamen okur
mektupları haline getirmemek kaydıyla. Çünkü okur mektupları başka
bir konudur ve onun da kendi iç dinamikleri ve disiplinleri
vardır... Eleştirilerdeki bir diğer sorun da kullanılan dil ve
üslup. Eleştiri dendi mi hadiseye “karşı cepheyi çökertme” gibi
yaklaşanlar var maalesef. “Bizim grup sizin gruptan daha temiz”
gibi yaklaşımların da pozitif bir enerji meydana getirmediği
ortada. Suçlama mantığı üzerine kurgulanmış yazıların dili de
incitici, kırıcı, aşağılayıcı oluyor. Buyurgan bir eda ile kaleme
alınan yazılardaki kabadayı üslubu, gazetecilerin zaten yara almış
itibarını daha da aşağıya çekiyor. Daha açıkçası, gazeteciliğin
iade–i itibarını sağlayabilecek yazılar, yeni bir itibar kaybına
neden olmaktadır. Halbuki gazeteciliğin özündeki entelektüel bir
birikim, hadiselere daha yapıcı yaklaşmayı daha nazik bir üslup
kullanmayı zorunlu kılıyor. Bu arada bazı teknik konulara
girildiğinde okurdan yükselen “yabancı kelime” tepkisine değinmekte
de fayda var. Şahsi kanaatim şu ki parantez içi ya da dışında
yabancı kelime kullanma iki haklı nedene dayanıyor. Teknik bir
tabir kullanılırken bir yabancı dildeki karşılığı parantez içinde
verilebilir. Her ne kadar bu sözcüklerin Türkçede karşılığı varsa
da konu ile yakından ilgilenen insanların daha rahat anlayabileceği
terimleri parantez içinde kullanmak gerekebiliyor. Bir de
Türkçemizde tam karşılığı olmayan kelimeler de çıkabiliyor
karşımıza. Türkçe hassasiyetini anlıyor, hatta saygıyla
karşılıyorum; ama bazı yazıların çerçevesi bazı terimleri
kullanmayı şart koşabiliyor. Türkiye’de taşlar yerinden oynadı bir
kere. Dengeler yeniden kurulurken basına büyük sorumluluk düşüyor.
İlk adım çok konuşmaktan ziyade, doğruları korkmadan uygulamakta
gizli. Hilton mu haklı gazeteciler mi? Geçenlerde Meral Tamer
Milliyet’te yazdı. Hilton’da bir toplantıya katılmış Tamer ve
Hollandalı genel müdüre otel lobisindeki toplu namazı sormuş.
Malum, Hilton lobisinde toplu namaz kılınması manşetlere taşınmış
ve bazı bakanlar “Bir daha yapmam” tarzında açıklama yapmak zorunda
kalmıştı. Hollandalı genel müdür demiş ki: “Hilton’da 15 yıldan
beri Ramazan’da namaz kılınır. Neden bu yıl skandal diye görüldü
anlayamadım.” Meral Hanım “Neden böyle açıklama yapmadınız?”
deyince “Olayı büyütmek istemedik.” demiş. Aslında soru şöyle
olmalı: Hilton’da toplu namaz haberi yapan gazete neden yetkililere
sormamış ki! Malum, bu meslekte “olmazsa olmaz kurallar”dan biri,
haberin çapraz kontrolüdür. “Ayrıca biraz da art niyet arıyor
yazılıp çizilenlerde.” diyor Tamer. Haksız sayılmaz genel müdür.
Çapraz kontrol (double check) yapılmayınca olacağı budur. Türk
halkı da belki başka bir art niyet arıyordur..."