Türkiye ne kadar değişti değil mi?
Neden mi?
Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduğunda yerine Yıldırım Akbulut’u
koymuş ve kendisinin arzuladığı şekilde yönetilemeyen ANAP günleri
başlamıştı. ANAP ülkenin iktidarını da yöneten partiydi.
Parti başındaki yeni yönetimin feraseti ve basireti Turgut Özal
kadar yerinde ve sağlam olmadığı için ne ANAP’ı ne de Türkiye’yi
hak ettiği şekilde yönetemedi.
Yanlış anlamayın lütfen bu tespiti yaparken Sayın Akbulut’u
eleştirme niyeti ile ya da yerme niyeti ile yazmıyorum. Sadece
vakıayı tespit minvalinden yazıyorum.
Belki merhum Özal’ın ömrü vefa etseydi bazı şeyler farklı olur
muydu bilmem ama nihayetinde Akbulut ile hem bir siyasi parti
çıkmaz içine girdi hem de Türkiye koalisyonlu dönemlere geri
döndü.
Mutlak manada bu örneğin bir benzeri olmasa da Süleyman Demirel
dönemini de bu tespitlerin içerisine alabiliriz.
Sayın Demirel Cumhurbaşkanı olunca yerine Tansu Çiller’i geçirdi
ve bu sefer biraz daha katmerli hazin son zuhur etmiş oldu.
Bu tespitleri neden yazdım? Devam edelim!
Dün bir kez daha al bayrağın altında yaşayan bir Türk vatandaşı
olmaktan gururlandım.
Rabbime şükürler olsun ki son 14 yıldır bu bayrağın altında
yaşayıp da hainlik iksirinin etkisinde kalmamış olan bütün
vatandaşlar bu gururu yaşıyorlar.
2002’den beri Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan
sayesinde bu gururu defalarca yaşadık ve yaşamaya da devam
ediyoruz.
Bugünkü gururlanmamın sebebi ise Sayın Başbakanımız Ahmet
Davutoğlu.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin Genel Kurulu’nda
yaptığı konuşma ile gururlanmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olabilir mi acaba?
Aylarca çeşitli senaryolar yazılıyor; acaba Turgut Özal
dönemindeki Akbulut olayı gibi hem AK Parti hem Türkiye üzücü bir
netice ile karşılaşabilir mi diye?
Dahası can-ı gönülden iksirin etkisinde kaldıklarından dolayı
bunun vücut bulmasını istediler-istiyorlar!
Sayın Hocamız Genel Kurul’da gösterdiği dirayet, feraseti ve
basireti göreve geldiğinden beri hem partisi adına hem de Türkiye
adına göstermiştir.
Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın güçlü karakterlerine
istinaden bu ülke ferah içerisinde yaşadığı gibi yurtlarından
çıkmak zorunda kalan mültecilerde bu ülkenin bayrağı altında ferah
bir hayat sürüyorlar.
Bunun adı güçlü karakterin yanında güçlü insaniyettir,
vicdandır, merhamettir ve Müslümanlıktır!
“Türkiye dünyada en fazla mülteci ağırlayan ülkedir. Tek bir
mülteci karşıtı gösteri toplumda egemen olmadı. Savaştan, baskıdan
kaçanlara el uzatmak tüm insanlığın ortak sorunudur.
Bizim, mazlumlara, masumlara kapımız açıktır, ülkemiz
açıktır ama en önemlisi yüreğimiz ardına kadar açıktır ve açık
kalacaktır. Önümüzdeki dönemde de bu insani tutumu
sürdüreceğiz.”
Bu sözleri söylerken bütün insanlık için dünyaya nasıl bir
vicdana ve iktidara sahip olunması gerektiğinin dersini verdi Sayın
Başbakan.
Genel Kurul’da Avrupa’daki kötü uygulamaların var olduğunu
tespit edip söyleyebilecek kadar özgüven ve donanım sahibi bir
ülkenin vatandaşıyız artık.
“Al bayrağın altına huzur bulmak için Türkiye’ye
geliyorlar” diyen Başbakanımız aslında bu ülkenin
vatandaşlarına “hainlik iksirine bulaşmadığınız sürece siz zaten
huzur içerisindesiniz” demek istedi.
Bir tarafta dimdik ayakta “sabretme dönemi bitti, şimdi
harekete geçme zamanı” diyen Cumhurbaşkanı diğer tarafta
insanlık dersinin yanında Avrupa Genel Kurulu’nda Avrupa’yı
eleştiren bir Başbakan.
Ülke sınırları içerisinde yaşayan her bireye seslenmek
istiyorum!
Al bayrağın altında huzurlu yaşamak için sizce de milletin
selameti için çalışan bu insanların ardında durma ve harekete geçme
zamanı gelmedi mi?
Dininiz, milliyetiniz ne olursa olsun…
Mazlumun yanında olma çabasındaki bu insanların ardında durmak
size “neyi kaybettirecek?”
Neyin kavgasını veriyorsunuz?
Yoksa niyetiniz bu ülkenin selameti ve ferahı değil midir?
Hiçbir şekilde tasvip etmemiş olsanız bile sırf bu tabloyu
görmek için bu vatana sevdalı herkes bu devlet adamlarının
arkasında durmalıdır…
Baştaki soruyu yeniden soruyorum: Türkiye ne kadar değişti değil
mi?