Van’ı yerle bir eden 7.2 şiddetindeki depremin ilk dakikalarında
televizyon kanalları “habercilik hızı” ile bazı
medya kazaları da yaptılar.
Haber Türk Televizyonu bölgeden gelen ilk görüntülerini
metinsiz yayınlamak zorunda kaldı doğal olarak… Böylesi durumlarda
iş kamera karşısındaki “talihsiz” spikere kalır… Ondan bir şeyler
söylemesi istenir.
Genç meslektaşımız Duygu Canbaş da o sırada
içinden geçerleri “filtresiz” olarak söyleyiverdi:
-Deprem her ne kadar Van’da da olsa, hepimiz çok
üzüldük!
İnternet siteleri bu sözlerin üzerine atladı:
-Haber Türk spikerinden büyük gaf!
Ülkenin bir bölümüne “orası” diye bakan
zihinsel bölünmenin açık seçik ifadesi olan bu söylem için genç
spiker suçlanabilir mi?
Depremin olduğu gün bayilerde satılan gazetelerin “ezici
çoğunluğu” Duygu’nun duygularından kat be kat ötelerde birinci
sayfalarla çıkmışlardı okurlarının karşılarına…
-Vur vur inlesin, bütün Kürtler dinlesin!
tarzındaki gazeteler ruhuna sinmiş savaş dili halklar arasında
nefreti körükleme yarışına girmişlerdi. Ondan bir gün önceki
gazeteler de aynı ruh hali içindeydiler.
Sadece gazeteler mi?
Devletin en tepe noktalarından bile “vur-kır- parçala bu
maçı al” mesajları yükseliyordu:
-Aynı acıları misliyle onlara da
yaşatacağız!
Değerli sanatçı Zülfü Livaneli ertesi gün Vatan
gazetesindeki köşesinde haklı olarak soruyordu:
-40 bin kişiyi kaybetmiş olanlardan, daha kaç kişinin
ölmesi gerekiyor ki, arzulanan acıları onlara
yaşatalım?
Böylesine bir akıl tutulması içinde olan ülkenin “o
bölgesini” vuran deprem kimin içini ferahlatabilir?
Büyük bir felaket karşısında bile “onlar” ve
“biz” ayrımı içinde olmak insanlığın hangi
kademesine yerleştirilebilir?
Duygu Canbaş’ın o an ağzından kaçan bu sözlerin esas sorumlusu
genç bir gazeteci olmamalı. Ona o sözleri söyleten ortamı
sorgulamalıyız. Ve o ortamı oluşturan zehirli dilin
mimarlarını…
Bu soruların cevaplarını bulabilirsek o zaman sorabiliriz:
-Duygu Canbaş’ın suçu ne?
Depremde devletin
hastanesi
Van depremi ile ilgili haberlerin altına yorum yazan bazı
“insanların” içlerinde çalan zillerin sesi
satırlardan taşıyordu:
-Şimdi beğenmedikleri devletin hastanelerine gitsinler
bakalım!
Bu ülkede direkt ve dolaylı vergilerin tümünü sanki Türkler
veriyormuş gibi bir bakış açısını sergileyen bu satırlar ne yazık
ki, birçok “aklı başında” insan tarafından da
benimsenmiş görünüyor.
Son zamların ardından 9 liralık bir paket sigaranın 7.5
lirasının vergiye gittiğin ekonomi sayfalarında yer aldı. Kürtler
bu sigaraları 7.5 liralık devlet payını vermeden mi alıyorlar?
Ücretli ve maaşlı Kürtlerin bordrolarında vergi dilimi yok mu?
O halde bu ayrımcılığın bir ölçüsüzlüğü karşısında ne
diyeceğiz?
Tek kelime: Pes!