Olay aynen şöyle oldu.
“Olay” diyorum, çünkü artık bir gazetecilik konusu değil
bir gazetecilik olay haline gelmişti.
Dün öğle saatlerinde Sabah gazetesinden bir muhabir arkadaşımız
aradı.
Muhabir arkadaşımızın adını vermiyorum çünkü çok iyi biliyorum
ki bu olay onun olayı değil. O nedenle onun adının ilerde böyle bir
şeyle anılmasını istemem. Ona haksızlık olur.
Şahidim, o gazeteci olarak gerekeni yaptı.
Havaalanına girerken sorulan
ilk soru
Bana şu soruyu sordu:
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun
Karadeniz gezisine nasıl davet edildiniz?”
Tam o sırada Bodrum’a gitmek üzere havalimanına giriyordum,
cevap veremedim.
İlk soruya verdiğim yazılı cevap ise şuydu
Biraz sonra yazılı olarak şu cevabı verdim:
“Geçmişte Sayın Erdoğan başbakan olarak beni Amerika gezisine
nasıl davet ettiyse; Başbakanlığı döneminde yerel seçim için
İzmir’e özel uçukla giderken nasıl davet ettiyse, Pandemi’den en
önceki 29 Ekim’de Külliye’ye nasıl davet ettiyse;
Atatürk Kültür Merkezi’nin açılışına nasılh davet edildiysem;
Kültür ve Turizm Bakanı çeşitli gezilerine nasıl davet
ettiyse; Son yere seçimde AKP’nin İstanbul, Ankara, İzmir
büyükşehir belediye başkan adayları nasıl davet ettiyse, Beyoğlu
Belediyesinin son iki başkanı bir çok yemek ve törenine nasıl davet
ettiyse aynen öyle davet edildim. Yani şöyle oldu: “Belediyenin
basın bürosundan aradılar davet ettiler ben de bir gazetecilik
fırsatı olarak görüp kabul ettim.”
Biraz sonra asıl soru geliyor
Biraz sonra yazılı olarak şu soru geldi:
“Gezinin masraflarını kim karşıladı?”
Ben de şunu yazdım:
“Geçmişte ve bugün bakanların, AKP’li belediye
başkanlarının özel uçaklarla seçim bölgelerine, yurtdışına yaptığı
çeşitli gezilere katılan gazetecilerin masraflarını kimin
karşıladığını sorarsanız, sorduğunuz sorunun cevabını öğrenip seve
seve size cevabını veririm.”
Onlara da sorarız ama şimdi size
soruyoruz
Muhabir arkadaşımız buna kaşılık şunu
yazdı:
“Onlarda da sorarız ama şimdi size soruyoruz.”
Cevabım şu oldu:
“Ama bugüne kadar sormadınız. Üstelik sormak o kadar zor değil,
hemen öğrenebilirsiniz. Yapacağınız iş gazetenizin binasında bir
kat çıkıp üst kattaki yöneticilerine köşe yazarlarınıza sormak.
Hemen sorun cevbını alın ben de hemen sorup cevabını alır size
veririm.”
Muhabir arkadaşımız “Ama onlar devlet görevi yapıyor. Siz soruma
cevap vermiyorsunuz” deyince ben de şunu yazdım:
“Hayır cevabını öğrenip vereceğim ama sıramı bekliyorum. Önce
ilk gezilere giden cevap verecek, sonra son giden. Siz bunu yapın,
ben de sorup öğreneyim. Böylece Türkiye’de hem siyaset hem yerel
yönetimler için çok faydalı bir tartışmayı başlatırız.”
Yazışma bu gazetede çıkan haber ise şu
Evet muhabir arkadaşımızla aramızda geçen yazışma aynen
böyleydi.
Peki ertesi gün Sabah gazetesi ve internet sitesinde çıkan haber
neydi:
Başlığı şu:
“İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinin faturası Ertuğrul Özkök’e
çıktı.”
Başlıktaki ironiye farkettiniz mi? İyi de fatura bana çıktıysa
mantiken hesabı ödeyen de ben olmuyor muyum?
Neyse fazla ısrar etmeyeyim. O başlığı atan irade şimdi
bunu da ciddiye alıp başlık yapar
O başlığın altında verilen haber de şundan ibaretti:
“Ertuğrul Özkök beni İstanbul Büyükşehir Belediyesinin basın
bürosundan davet ettiler.”
Altında da şöyle bir cümle:
“Ertuğrul Özkök ısrarlı sorularımıza cevap vermedi.”
Israrlı sorular var ısrarlı cevaplar yok
Pekala siz sadece ısrarlı soruyu yazdınız.
Ben de ısrarlı cevaplarımı yazdım.
Şimdi var mısınız hep birlikte elele verip, memlekete büyük
faydası olacak bu işe girişmeye…
Bundan böyle benim ısrarlı sorum da işte bu olacak…
Belki bu sayede ülkemize fair, adil, eşit ve demokratik
bir seçim yarışı düzeni getirebiliriz.
Ne dersiniz…
Yazmadığım son cümle ise şuydu
Tabi
yazmadığım şu cümlemi de fırsattan istifade şuraya ekleyeyim. Geçen
Mart ayında TBMM’ye Cumhurbaşkanının seçimlerde devlet
uçakları dahil bütün devlet imkanlarını kullanabilmesine izin veren
bir kanun teklifi verildi.
Fırsattan istifade belki onu da tartışırız.