Dumanlı medya yasalarını yazdı
Abone olAvrupa Birliği'ne üye olma sürecinde birçok alanda yapısal değişikliklerine gidildiğine dikkat çeken Ekrem Dumanlı, sözü medyaya getirerek uyum yasalarını yazdı.
Türkiye'nin AB sürecinde birçok alanda köklü reformlara imza
attığını beliten Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı, sözü
medyayaya getirerek, nı sıraladı. Dumanlı'ya göre medyanın da
kendine çeki-düzen verme zamanı çoktan geldi:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun hafta içinde aldığı karar önümüzdeki
yılları etkileyecek özellikler taşıyor. Hadisenin aslı bir hayli
eskilere dayanıyor. Milli Gazete yazarı Selahattin Aydar hakkında
312. maddeden dava açılmıştı. 163. maddenin kaldırılmasıyla atılan
demokrasi hamlesinin önüne 312. madde çıkarılırken Aydar, bu
maddenin ilk kurbanları arasına girmişti. Daha sonraki yıllarda da
ortada herhangi bir eylem olmasa bile, yazılanlar, konuşulanlar
yoruma tabi tutuldu, pek çok insan ağır cezalarla karşı karşıya
geldi.
Geçen hafta Milli Gazete yazarı ile ilgili süregiden davada Kurul,
önemli bir karara vardı. Aydar’a reva görülen cezayı bozmuş oldu.
Karar kesinleştikten sonra bundan sonraki davalarda emsal
oluşturacak. Karar kadar karara vesile olan gerekçe de önemli;
çünkü gerekçe, Türkiye’de hukukun kendi sınırlarına dönmesini, daha
değişik bir tabirle siyasetle ilişkisini kesmesini işaretliyor.
Gerekçeli kararın başka davalara emsal olmaktan öte anlam taşıdığı
kesin. Basının sadece karara ya da gerekçeye takılması yanlış olur.
Önemli olan, zihniyet değişimidir. Suç ve ceza gibi iki temel
kavrama bireyi merkeze alarak yaklaşmak önemli bir değişimin
işaretidir. Bu yöneliş, Türkiye’nin global dengelerde alacağı rolü
daha gerçekçi bir düzleme çekiyor…
Dikkate şayandır; Yargıtay her şeyden önce laikliğin rejim içindeki
yerini tespit ediyor ve bu ilkenin hakkını teslim ediyor, laikliğin
‘vazgeçilmez temel değer’ olduğunun altını net bir kararlılıkla
çiziyor. ‘Ancak’ bağlacının ötesine taşınan cümleler, AB sürecini
hızlandıran hukuk felsefesini ortaya koyuyor. ‘Laikliğe aykırı
söylemlerin cezai bir yaptırımla karşılanıp karşılanmayacağı
keyfiyeti yasa koyucunun takdirindedir. Yasa koyucunun cezai
yaptırıma bağlamadığı bir eylemin ülke koşulları nazara alınarak
zorlamalı yorumlarla cezalandırılır sayılması kuvvetler ayrımı
sistemini zedeler.’
AB, zihniyet değişimini şart koşuyor
Aslında hukuk dilinin diplomatik nezaket içeren kıvrak ifadeleri,
mevzuun muhataplarına açık bir mesaj veriyor. Kuvvetler ayrılığı
vurgusu, demokrasi felsefesinin en bariz ifadesi. ‘Zorlamalı
yorumlarla yapılabilecek ceza’ uyarısı Türkiye üzerine yapışan
imajın iadesi anlamına geliyor.
Yargıtay bir adım daha atıyor ve diyor ki; ‘Bundan böyle halkın ve
o halkı oluşturan laik demokrasi sevdalılarının benimsemediği
fikirler karşısında şiddet ve kavga içgüdüsüne kapılacağı görüşü
terk edilmeli.’ Söylenenler, hukuk camiasını daha soğukkanlı
olmaya, hukuki çerçevenin dışına çıkmamaya davet ediyor. Hatta bir
ara ‘resmi ideoloji’ meselesine de temas ediliyor ve bunun arkasına
sığınılarak yapılabilecek yanlışların halka karşı bir ‘dayatma’ya
dönüştüğü ileri sürülüyor.
Konu bu kadar kuşatıcı bir mantıkla örgülenince hem basının,
‘kuvvetler ayırımı’ndaki yerini kontrol etmesi gerekiyor hem de
hukuk sistemine yapılan eleştirilerin benzerini kendi alanında da
araması.
Anlaşılan o ki, AB sürecinde atılan demokratik adımlar her alana
yansıyor, yansıyacak. Bu yansıma sürdükçe Batı’dan ‘Kağıt üzerinde
önemli reformlar yaptınız; ancak uygulamalarda herhangi bir
ilerleme kaydedilemiyor’ şeklinde yapılan itirazlar azalacak.
Önümüzdeki günlerde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı yasalarda yapılan
değişiklikler kendini daha da hissettirecek. 17 Aralık zirvesi
öncesinde nefes nefese çıkarılan Türk Ceza Kanunu, kısa bir süre
sonra yürürlüğe giriyor. Türk hukuk sistemi, düşünce özgürlüğü gibi
sınırları biraz müphem olan retorik bir çerçeveden ifade özgürlüğü
gibi çok daha somut ve ölçülebilir bir alana kayıyor. Günümüzün
demokrasi anlayışında düşünce özgürlüğü yetmiyor. Zaten düşünme
eylemi, kısıtlanamayacak kadar değişik renk ve biçime sahip. Asıl
önemli olan, bireyin ifade etme hürriyetine saygı duyulması. Bu
hürriyeti belirleyen ölçüler, ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ gibi kişiden
kişiye değişen değerler üzerine kurulmuyor. Bir suç işlenip
işlenmemesi, kişi ya da kurumların temel hak ve özgürlüğüne zarar
verecek şiddet eyleminin yapılıp yapılmaması, suçun niteliğini
belirliyor. Dolayısıyla, AB hedefine yaklaşıldıkça ifade özgürlüğü
kendine yeni sınırlar tayin edecek. Yeni oluşacak şartlar
doğrultusunda bir yazının, bir konferansın, bir demecin suç
sayılması hiç de kolay değil…
Özgürlüklerden korkmaya gerek yok
Atılan her demokratik adımda yüreği ağzına gelenler var. Onlara
kalsa bu ülkede özgürlükler adına en küçük bir hamle yapmaya gerek
yok. Statükonun devamı onlar için tek çare. Yargıtay’ın aldığı son
karar, ürpertici kudretini statükonun efsanelerinden alan marjinal
çevreleri rahatsız ediyor olmalı. Gazetelerin genelinde Yargıtay
kararı olumlu bulunurken bir şekilde hadiseyi ‘tartışmalı’ bir
alana çekmenin kendi içinde bir mantığı var. Her hadise vesilesiyle
yasakçı zihniyetin yanında saf tutanların kimlikleri içten içe
verilen başka bir kavgayı da gün yüzüne çıkarıyor…
Medya yeni standartlar hazırlamak zorunda
Avrupa Birliği’ne uyum meselesi hep hukuk çerçevesinde kullanılan
bir terim haline geldi. Herkes bu yeni durum karşısında kendine
yeni bir pozisyon ayarlamaya çalışıyor. Mesela ilginçtir; ‘AB
karşısında en büyük engel’ olarak gösterilen Türk Silahlı
Kuvvetleri, AB konusunda da önemli reformlara imza attı. İş dünyası
zaten dünden hazır; dünya rekabetine global bir bakışı olduğu
ortada. Çok boyutlu kültür zenginliği, bu milletin edilgen bir rol
üstlenmeyeceğini daha şimdiden ispat ediyor. Sanırım geriye Türk
medyası kalıyor.
Birey yeni kazanımlar elde ederken bireye bakış da yeni vizyonlar
kazanıyor. Bugün hukukta, yarın medyada; her şey bireyin en temel
haklarına göre kendine yeni bir rol biçmek zorunda. Sivil toplum
olmanın getirdiği sivil örgütlenme ve ifade özgürlüğünü sonuna
kadar kullanma hakkının ışıltıları daha şimdiden kendini
gösterirken hiçbir şey yokmuş gibi davranmak iradi bir gaflet
hikayesidir.
Gayet net bir şekilde anlaşılması gerekiyor ki sivil toplum ahengi,
sivil medyayı da kaçınılmaz hale getiriyor. Gazetecilik kariyerini,
eline tutuşturulan istihbarat bilgilerine borçlu insanların bundan
sonra daha çok araştırma yapması gerekiyor. Bireyi devletinin
kollarına bile çaresiz bir şekilde teslim etmeyen özgürlükçü yapı,
onu medyaya da mahkum etmemek zorunda...
Yargıtay’ın tarihî kararını, o malum kavgaların polemiğine teslim
etmemek gerekiyor. Nitekim basının büyük bir kısmı kararı
demokratikleşme yolunda atılan hukuki bir adım olarak gördü.
Mazideki hesapları açarak, şımarık bir üslupla yanlışların
intikamını alıyor gibi yapmak büyük hatadır. İdeolojik bir körlükle
yasakçı safta yer almak da başka bir tarihi hatadır. Yargıtay bugün
olmasa yarın bu noktaya gelecekti; çünkü dünya, fikirlerin devlet
tarafından ‘doğru’, ‘yanlış’, ‘zararlı’, ‘faydalı’ diye tasnif
edildiği dönemleri çoktan geride bıraktı. Hemen her meseleye kıvrak
zekasıyla adapte olan ve dünyadaki teknik gelişmelerin genelde
önünde giden medyamız neden zihniyet değişimi ufkunda da zirveleri
zorlamasın ki! Kamuoyu, uyum yasalarını hep hukuki bir terim olarak
duydu. Aslında medya için de uyum yasalarına ihtiyaç var. Medyadaki
yasalar, güçlerini kanun kitaplarından değil meslek ilkelerinden,
temel hak ve özgürlüklerinden alacaktır…
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: