Bir hocamın “Saliha Kadın” başlıklı sohbetini dinledikten sonra
hem erkek-kadın ilişkileri hem de insani iletişim ilişkileri
açısından tefekkür sonrası hassasiyet perspektifinden kelamı kaleme
dökeyim istedim.
İnsan olma “Bilme” ile gerçekleşir, bunun da en üst
perdesi “Kendini bilmektir”.
Kendinin ne olduğunu, kim olduğunu sorgularken insan, bunu ne
rastlantılar da ne de sadece kalbi duyumların merkezinde arar.
Öncelikle başkaları ile yürüttüğü ilişkilerden yola
çıkarak insan “Benlik” kavramını keşfeder.
Başka olanı tanımakla, anlamakla kendini fark eder. Bu noktada
fıtrat konuşur.
Âdem ilk insan ve ilk erkekti.
Âdem, yaratılmışların varlık sorularını cevaplandırırken, kendi
kimliğine dair sorularını vuracağı bir mihenk taşı gerekliydi ki
orada kendini görebilsin.
Hayatı tek başına göğüsleme cüretini! insanoğlu Âdem (a.s.m) ile
tecrübe etti.
Diğer varlıkların dışında kendi varlığının anlam bulacağı bir
aynaya ihtiyacı vardı ve bu ayna da Havva oldu.
Âdem’in Âdem olabilmesi için Havva gerekliydi. Özlemle, telaşla,
arzuyla karış karış, satır satır Havva’sını aradı.
Çünkü Âdem, Âdem olmak istiyordu.
Âdem dişisini aradı çünkü varlığını duyurması gerekiyordu.
Dişisinin varlığından Âdem, âleme Âdem’i
duyuracaktı.
Dişi, erkeğe maya ve öz olabilmek için varlığını hissettirir
mütemadiyen.
Erkek ise, atası Âdem’in ilk insan olmasındaki acemiliği gibi
kendi varlığını duyuramaz, doğuramaz; dişisinde kendisini bulamaz
ise varoluşunu başaramaz, düşüşe geçer, yok olur gider.
Uhrevi ve dünyevi iletişimlerde huzurlu ve başarılı
olmanın formülü; erkeğin dişisini doğru zeminde, doğru
kalıba sokabilmesindedir.
Onu uhrevi zeminde, kendisinin tamamlayıcısı olarak
yönlendirmesi gerekir ki; zaaflarını, eksikliklerini, yanlışlarını
fark edebilsin, düzeltebilsin.
Kastım; erkeğin uhrevi duygularla desteklenip, dünyevi
ilişkilerde yanlışa girmemesi adına, kendisine gene aynı merkezde
müdahale edebilen dişisinin olmasıdır.
Erkek var olabilecek zaafları dişisi eliyle
düzeltir. Cennetin şifresini, anahtarını bu dünyada iken
elde edip, kurtuluşa erer, başarıya ulaşır.
Dişisi ile beraber bazen aşağıların aşağısına, bazen
yücelerin yücesine yükselir!
İnsan ve kulluğun özü olan dinden, yabancı duygularla
uzaklaşırsa, metabolizmasının pencerelerinden sızan mikroplar,
erkeği topraktan uzaklaştırıp tohumların neşvünema olmasını
engeller.
Erkek topraktan uzaklaştıkça ateşe
yaklaşır.
Şüphe ve arızalardan arınmış, kimliğini tamamlamış, daha
gelişmiş ve büyümüş olabilmek için kendi dişisinde yücelişe
geçecektir.
Varlığın ve yokluğun rüzgârında fıtratı bozulmamış olan dişiden
doğuracaktır kendisini.
Dişi, bir gölge değil aksine çiçek ve meyve ağacının en güzel
rengidir. Cenneti ayakları altında koklatan en güzel makam
sahibidir.
Erkek, sınavlardan ve ateşten, varoluşunu kabul ettirdiği ve
kendini doğurduğu dişisi ile beraber geçecektir.
Erkek dişisi ile birlikte hayatın kader
birleşkesidir.
İstenilen ve arzu edilen her şeyin sergi alanı olan
Cennet, erkek için kendisini tamamlayan dişisindedir.
Ahiretin çınlama sesini duyamayan kalp, sadece dünya
“diş”’ileri içerisinde yok olup gidecektir.
Cennetin ilk insan meyvesi, dişisi ile bir olmadıkça meyvesi
olduğu toprağa geri dönemeyecektir.
Hayırda, dişisinden destek alan erkek belki de cennetin
minyatürünü bu dünyada yaşayacak.
Gerçek âlemin kapıları açıldığı gün, dişisinde kendini
doğuramayan erkek doğrulamayacaktır!
Siz bütün bunların hepsine modern bir bakış ile nazar edip
“başarılı her erkeğin arkasında kadın eli vardır” da
diyebilirsiniz.
Lakin ben “birbirlerinin velileri” olan iki
insandan dişinin veliliğinin olması gereken kutsallığına değinmek
istedim!