Malumunuz millet olarak dini ve milli olmak üzere iki çeşit
bayramımız var.
Vatandaşlarımızın inanç açısından heterojen olması aynı dine ve
inanca mensup olmayışı dini bayramlarımız herkese hitap
etmeyebilir. Ancak mili bayramlar her duyarlı vatandaşı
ilgilendiriyor.
Her nedense milli bayramlarımız her geçen gün daha çok resmi,
soğuk, halktan kopuk kutlanıyordu.
Ben her seferinde bu tarz kutlamaları eleştiriyor, halkı bu
kutlama programlarının içine çekme yollarını bulmamız gerektiğini
bildiğim kadarıyla dillendiriyor, bu yol ve yöntemleri
anlatıyordum.
Diyarbakır Valiliği sivilleşmeye dönük bir uygulama ortaya koydu
ve bir kısım sivil toplum kuruluşlarını telefonla aratarak 30
Ağustos Zafer Bayramı'na davet etti.
Bu bir ilkti, ilklerin eksik aksakları olur tabi ama zaman
içinde olgunlaştırarak daha verimli hale getirilir. Etrafı
yokladığım kadarıyla sanki muhtarlar çağırılmamıştı.
Ama gelenlerin hepsini oturabileceği kadar sandalyeler tedarik
edilmişti. Çelenk bırakıldıktan sonra da tüm katılımcılar tebrik
için valilikte kabul edildi. Eskiden çok sembolik olarak kutlanan
zafer bayramı bu sefer daha bir coşkuyla kutlandı.
Ayrıca katılımcılar eşli olarak akşam resepsiyona da davetliydi.
Ben de katılma fırsatı buldum, sade ve samimi bir hava içinde
gerçekleşen resepsiyonun bazı eksiklerini, veya daha iyi nasıl
olabileceğiyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istediklerim var.
*Birincisi resepsiyon tarzı ayak üstü atışmalar ikram
edileceğine aynı ücrete belki daha ucuza bir yemek ikramı
olabilirdi. Hani ayakta yemek içmek Anadolu kültürüne ve inancımıza
ters düşüyor. 60’li yıllarda ilkokul kitaplarında adabı muaşeret
adında bir ders varmış, orada birkaç maddede adabı muaşeret
kuralları anlatılınca ilk maddesi “ayakta bir şey yiyip
içmemek adabı muaşerettendir” deniyordu.
*İkincisi ev sahibi olarak valimiz tüm maslara bir iki dakika
uğrayabilirdi.
*Üçüncüsü ise valimiz konuşmasında 30 Ağustos zaferiyle son Türk
devleti kuruldu ifadesini kullandı. Bildiğim kadarıyla Türk devleti
değil, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
30 Agustos’un kahramanları; din, namus ve vatanları uğruna
Allah-u Ekber nidalarıyla cemaatle namaz kılıp Allah’a secde ederek
cepheye koşmuşlardı.
Unutmayalım Osmanlı İmparatorluğu'nu dağıtan, takatten düşüren,
dengesini bozan en önemli illet milliyetçik hastalığıydı, bu
hastalık tekrar nüks ederse bu devletin de huzurunu kaçıracağı
malumdur. Onun için Cumhurbaşkanımız; “her türlü ırkçılığı
ayaklarımın altına aldım” dedi, biz de onun huzurunu
yaşıyoruz.
Hele bir dönüp arkamıza bir bakalım bu ülke neden kaybetti, iç
huzuru bozuldu, terör belasıyla boğuşuyor? Göreceksiniz iki şey
huzurumuzu kaçırmıştır, birincisi Türkçülük adına devletin Kürtlere
yaptığı zulüm, diğeri ise laiklik adı altında dindar insanlarımıza
yapılan baskı ve zulüm.
Devlet de hükümet de bunu fark etmiş, ama bazı devlet
adamlarımız bu öğrenilmiş yanlışları terk edemiyorlar galiba.
Bu programa katılan herkesi tebrik eder, daha coşkulu milli
bayramlara diyorum.
Anadolu’nun başarısını Türk milliyetçiliğine bağlamak doğru
olmadığı gibi, abesle iştigaldir, Türk vatandaşlarımızı oyalama
taktiğidir. Onun için 30 Ağustos zaferini anlatan subayımız “bu
yüce millet” ifadesini birkaç kere kullandı, yedinci kolordu ve
garnizon komutanlığımızı bu hassasiyetten dolayı tebrik
ediyorum.
Valimize de başarılar diliyorum, umarım gelecek bayramları daha
bir coşkuyla kutlanmaya vesile olacaktır. Ben bu ittihat umudunu
yüzünde okuyorum.