Dinsel İstismar Siyaseti Pike Dalışında…

Yukarıya çıkarken merdivenin basamaklarını kırarak çıkanlar şimdi inmek için basabilecekleri bir tek basamak bulamıyorlar!

Tamer DURAN tamerduran@internethaber.com

Kimilerine göre Türk Milleti, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dinsiz, imansız yöneticiler tarafından idare ediliyordu!

Böyle bir kanaate nasıl varmışlardı bilinmez ama hatırlayınız “dinimizi yaşayamıyoruz” diye yükselen feryatlar hala bugünkü gibi hepimizin kulaklarında çınlıyor.

Bir zulüm edebiyatıdır ki sormayın…

O günlerde, ülke yönetiminde Müslüman dindar (!) kadroları görme arzusu tavan yaptıkça cemaatlerin etkisi altındaki militan dindarlarının cihad dürtüleri depreşiyor, böylece hayallerinde yarattıkları din düşmanlığı paranoyasının daha çok esiri haline geliyorlardı.

Kimdi bunlar?

Bunlar; Şimdilerde IŞİD diye tanıdığımız sapkın terör örgütünün işlediği cinayetlerle büyük benzerlik gösteren eylemleriyle Maraş’ta, Çorum’da kadın, erkek, yaşlı, genç ve hatta bebek demeden katleden ve ne gariptir ki asla terörist diye anılmayan katillerdi!

Bunlar; Madımak’ta “Allahu Ekber” nidaları arasında insanları diri diri yakan yobazlar topluluğuydu!

Bir kısmı da cemaat toplantılarında dinlediği cumhuriyet karşıtı söylemlerin etkisinde kalmış ve cemaatle birlikte verecekleri mücadelenin Allah yolunda verilmiş mücadele olduğuna inandırılmış, İslamiyet’i birkaç dini ritüelden ibaret sanan cahil halk topluluğuydu.

O günlerde, din adına işlenen cinayetler münferitmiş gibi gösterilip adına bazen irticai faaliyet bazen kökten dinci gruplar denilerek eylemleri hafife alınmış, failler el altından ya mükâfatlandırılmış ya da yargıda zaman aşımına bırakılarak yaşananlar örtbas edilmişti!

Bugün geldiğimiz noktadan bakıldığında geçmişte cumhuriyet karşıtlığını hafife alarak müsamahalı yaklaşmanın ne kadar hayati bir hata olduğu anlaşılmış olsa da geçmiş ola…

AK Partinin siyaset sahnesine çıkarak iktidara gelmiş olması cumhuriyetin temel ilkelerine düşman kılınan kesim için dini yaşamanın önündeki en büyük engelin yani “laisizmin” de sonu olarak görülmüştü.

Laisizmin sonu olarak görülmesi, onlarca yıl laikliğin dinsizlik olduğu telkinleri ile algıların tecavüze uğramasının doğal neticesiydi!

Müsamaha, hafife alma ve göstermelik önlemler sonucu AK Parti ile yeni bir döneme girilmiş oldu.

Bu yeni dönem aynı zamanda sistematik olarak kafası karıştırılan, niteliksel olmasa da nicelik olarak hatırı sayılır sayıya ulaşmış insanlar için din ile aldatılmada yeni ve önceki örneklere kıyasla çok daha kapsamlı, uzun soluklu bir sürecin de başlangıcıydı.

Bu süreci, inanç istismarı ile cehaletin örgütlendiği Siyasal İslam yapılanması olarak adlandırmak yanlış olmasa gerek!

Önceki örneklerinde bir takım ticari gruplar ve vakıflar dinsel söylemlerle insanları hem manevi (inanç istismarı) hem de maddi olarak sömürmüş hatta çoğu kez dolandırmışlardı.

Şimdi ise çok daha büyük bir soygunun, talanın, yağmanın zemini hazırdı!

Üstelik bu sefer devlet gücü de ele geçirilmiş ve dişe dokunur hiçbir engel kalmamıştı!

Halk unsurunu hesaba katmamış olacaklar ki;

Yüzde 98’i Müslüman olarak telaffuz edilen ülkede yüzde 50 civarındaki din ve Allah düşmanı  (!) olarak gösterilen (ötekileştirilen) nüfusun diğer yarısı garabetlerle dolu bu yeni dönemi kabullenmiyor hatta hayata geçirilen faşizan uygulamalara karşı direnmeyi dahi göze aldığını çeşitli eylemlerle gösteriyordu.

Bu da şu anlama gelir ki yetkililer bunu bir türlü doğru okuyamadılar; İstismar ile başlayan ve toplumsal barışı ayaklar altına alarak istikrarı ortadan kaldıran süreç sona ermektedir.

Yandaş gazeteler tarafından algı operasyonu için yayınlanan seçim anket sonuçları kimseyi yanıltmasın.

Ülkeyi uçurumun kenarına getiren kadrolar şimdi panik halinde kişisel kurtuluş için hal çaresi aramaktalar ve bunun için akla gelebilecek her şeyi göze alabilirler.

Taarruzların en zayiatlı ve en zor aşaması geri çekilme aşamasıdır!

Yukarıya çıkarken merdivenin basamaklarını kırarak çıkanlar şimdi inmek için basabilecekleri bir tek basamak bulamıyorlar!

Gördüğümüz şeyi “kedinin köşeye sıkışması” durumuna benzetebiliriz ki ülkemiz için en tehlikeli süreç bu süreçtir.

Öyleyse; faili meçhullere, siyasi cinayetlere, oldubittilerle başlatılabilecek olası etnik ve ya mezhepsel çatışmalara karşı millet olarak her zamankinden daha uyanık ve dikkatli olunmalı.