Her söylemi ve kavramı kendi paradigmalarımız üzerine oturtarak
sulandırıp kavga unsuru haline getirmekte mahiriz.
Eğer bir tartışma doğru kavramlar ve kelimeler üzerinden
yapılıyorsa herkesin kabul edebileceği bir sonuca ulaşılabilir.
Ama kavramlar ve kelimeler yanlış aktarılıyor, yanlış
mecralara yönlendiriliyorsa ulaşılmak istenen hedeften çok
farklı yerlere varılır ve gelinen noktada da hiç kimse istediği
sonucu elde edemez.
Toplum olarak sosyal medya dili ve sözüm ona kavramları
üzerinden algı parametrelerimizi pekiştirdiğimiz için
şahsiyet inşa edici söylemleri dahi sulandırarak
basitleştiriyoruz.
Geçtiğimiz hafta içinde Milli Eğitim Bakanı
Ziya Selçuk “Dindar olmak ülkenin
ortak paydası değildir, ortak payda ahlaktır”
şeklinde bir cümle söyledi. Bakanımızın bu sözüne katıldığımı,
haklı olduğunu her şeyden önce belirtmek isterim.
Ziya Selçuk’un sözündeki kelime ve kavramların
da özenle seçilmiş olduğunu çok rahatlıkla görmekteyim.
Bu cümledeki kavram ve kelimeler hiçbir olguyu hedef almadan,
hiçbir değeri rencide etmeden, hiçbir yıkıcı söz kullanmadan sarf
edilmiş cümleler. Bu özenli cümleleri için tebrik etmek
gerekir.
Selçuk’un bu cümleyi söylemesinin ardından
özellikle sosyal medya üzerinden bu cümlenin şerhi diyebileceğimiz
yazılar yazılmaya, görüşler serdedilmeye başlandı.
Ancak bir süre sonra Selçuk’un cümlesinde
özenle seçilmiş olan kavramlar ve kelimeler değiştirilmeye, çok
farklı bir alana çekilmeye başlandı.
Bakanın cümlesindeki “dindar olmak” kavramı
hızla “din düşmanlığı”na ve dindar
insanlara karşı nefret söylemlerine dönmeye başladı. Oysa
ki Selçuk’un cümlesinden ne din düşmanlığı ne de
dindar insan nefreti sonucu çıkarmak mümkün değil.
Doğru bir şekilde doğru kelime ve kavramlarla ifade edilmiş ve
doğru olarak uygulandığında memleket ve toplum lehine sonuçlar
doğuracak bir görüş bir anda toplumu ayrıştırıcı, fertleri
karşı karşıya getirici, toplumu tabakalaştırıcı bir hale
döndü.
Eğer hal böyle devam ederse bir sonuca ulaşılamayacağı gibi
toplum aleyhine sonuçlar doğurması muhtemel bir
sürece girmiş bulunuyoruz.
İnşallah tartışma doğru kavram ve kelimelerle tekrar rayına
oturur da herkesin kabul edebileceği ve olumlu bir şekilde sonuç
çıkacak mecra oluşur.
Yoksa yine sadece havanda su dövmekle kalmaz maazallah
birbirimize zarar veririz.
Bakan Selçuk’un cümlesine dönecek
olursak, bu kelimedeki en hassas kavram “dindar
olmak” kavramı. Dikkat edin, Selçuk “din”
kelimesini kullanmıyor, “dindar olmak” diyor.
Ayrıca “ortak payda” kelimesi de önemli.
Cümlede “dindar olmak” kavramı ile
“din” kavramının değiştirilmesi halinde
ortaya maksadın çok ötesinde anlamlar çıkar.
Ülkemizin dini olan İslam
elbette ki toplumun ortak paydasıdır.
“Dini yaşamak” manasında kullanılan
“dindar olmak” kavramı toplum ilişkilerinde ön
plana çıkarılmaması gereken bir kavramdır.
“Dindar olmak” kişiye ancak Allah ile olan
münasebetlerinde bir fayda sağlayabilir.
Dünyevi ilişkilerimizde dindarlığımızı kullanmak, bunu
bir araç haline getirmek ise toplumu ayrıştırır.
Ayrıca her insan “dindar olmak” zorunda da
değildir.
Bu doğrudur ama “dinin olmaması” durumu da bir toplum
için çok sakıncalar vardır.
Tarihin yazılı olan ya da yazılı olmayan dönemlerine
gidildiğinde dahi insan varlığının bir toplum içerisinde,
toplumun da inançlar ışığında cereyan ederek varlığını
sürdürmeye çalıştığını görürüz.
Bugün cani bir yapıya sahip olan zalim
İsrail’e bile baktığımızda yapmaya çalıştığı şey;
devlet ve toplum yapısının tüm şekillenişini bir
din üzerinden çerçevelemeye çalışmasıdır.
Din, bir toplumu bir arada tutan temel
değerlerdendir.
Dinsiz bir toplum olamayacağı gerçeği yakın tarihimizde
Komünist Rusya deneyimi ile ispatlanmıştır.
Lütfen, tartışırken doğru kelime ve kavramlarla tartışalım. Ki
bir sonuca varabilelim.
Yoksa mecrasından ve amacından çıkarılmış kelime ve
kavramlarla bir yerlere varılamaz.
Varılacak olan yerde ancak uçurumun kenarıdır…
SOSYAL MEDYA
TAKİP
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser