Güzel memleketimin son günlerine baktığımızda adeta bir
bahar havası esiyor. Birkaç ay önce iç ve dış düşmanların
tüm güçleriyle saldırdığı ülkemde adeta her şey süt
liman.
Sanırım vazgeçtiler… Acaba öyle mi?
Son bir yıla bir flash back yapıp baktığımızda neler yaşamadık
ki?
Amerika Birleşik Devletleri ile tarihimizin en büyük
krizini yaşadık. Adeta kopma noktasına gelen ilişkiler sonucu dolar
tarihi zirve yaptı.
Rusya ile adeta savaşın eşiğinden
döndük. Yaşanan krizi devlet büyüklerinin aklı selim
hareketleri sonucu badiresiz bir şekilde atlattık.
Suriye’de yaşananlar ise başlı başına
bir kitap konusu. Sınır ötesi harekâttan tutun da
mültecilere varıncaya kadar çok büyük sorunlar yaşadık.
Ekonomik gelişmeleri hatırlamak bile istemiyorum. Dolar
günlük değil saatlik artarken altın ve Euro da alıp başını
gitmişti.
İflas eden veya konkordato ilan eden şirketlerin
sayısını hatırlamak bile zor…
Özel bir Üniversite şimdiler
de “konkordato” seminerleri ve kursları
vererek bu alanın sertifikasını dağıltıyor.
Oysa son bir aya, özellikle son bir haftaya baktığımızda
sanki bu kötü günleri hiç yaşamamışız gibi bir hava
var.
ABD ile yeniden müttefik olduk. Öyle ki
Amerikalılar PKK terör örgütü
elebaşlarının kellesine ödül koydular.
Rusya ile adeta can ciğer kuzu
sarmasıyız. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor.
Suriye ise gündemden düştü. Sanki son
yılların en büyük savaşlarından birisi hiç yaşanmamış
gibi…
Vahşice katledilen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti ne
çabuk gündemden düştü.
Eğitimdeki serzenişler ne ara sükun buldu?
Ekonomide ise kavak yelleri esiyor. Dolar nerdeyse 6 ay
öncesindeki seviyenin de altına inecekmiş gibi hareket
ediyor.
Türkiye ile baş edemeyeceği anlayan düşmanlar
teslimi silah eylediler adeta…
Peki, gerçekten öyle mi?
Bu soruya yürekten “evet” diyebilmeyi o kadar çok
isterdim ki?
Ama maalesef öyle değil.
Olan sadece şu:
Düşmanlar doğrudan cepheden saldırmaktan vazgeçtiler
sadece.
Şimdi bizi içeriden çökertmenin peşindeler.
Beş yıl önce tedavülden kaldırılan ırkçı söylemlerle dolu
okullarda okutulan andın tekrar geri getirilme
çalışmaları bu içten çökertmenin ilk adımıydı.
Türkçe ezan tartışmalarıyla ateşe körükle
gittiler.
Ve biz hala bu ateşle oynamaktayız.
Bir an önce bu ateşin harını düşürücü adımlar
atılmalıdır.
Yoksa cephe saldırısı ile yapılamayan fitne ve
fesatlıkla yapılacak.
Anlayacağınız tehlike henüz geçmiş değil.
Tam aksine eskisinden daha tehlikeli ve daha
yıkıcı.
Rehavete kapılmanın zamanı değil.
Hele kavga etmenin hiç zamanı değil.
Yerel seçimler öncesi süt liman gibi görünen sessiz
zeminin seçimlerden sonra bütün gümbürtüsüyle gelme ihtimalinin
yüksek olduğunu unutmayalım!
Düşmanlar yüz yıl önce uyguladıkları taktiği yeniden uygulamaya
koydular.
Cennetmekan Abdülhamid Hanı tüm saldırılara
karşı yıkamayanlar Jön Türk hamlesiyle ve Harekât Ordusu
darbesiyle içeriden bitirmişlerdi.
Jön Türklerin yerine milliyetçileri koymaya çalışıyorlar.
Başardılar gibi de…
Harekât Ordusu yerine koyabilecekleri piyonları
bulmanın önüne geçilmelidir.
Vazgeçmediler, asla vazgeçmeyecekler de...
Unutmayalım ki,
Su uyur, düşman uyumaz…
Son bir aydaki rahatlığa, gelişmelere bakıpta rehavete
kapılmayalım.
Tehlike henüz geçmiş değildir vesselam…
Hiçbir zaman geçecek de değildir…
Yeter ki biz uyanık olalım…
Gerisi laf-ı güzaf…
SOSYAL MEDYA
TAKİP
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser