Niye biz her yıl hep aynı konuları
tartışıyoruz?
Tüm dünyanın kabul ettiği uluslararası
kurumlarda başkan düzeyinde bizden bir yönetici niye
yok!?
Eskiler “rical” yani “değerli
insan” yetiştirirken biz niye “işporta
adamı” bolluğunda boğuluyoruz!
Toplumsal bir bilinç değişimine ihtiyacımız
var.
200 yıldır yokluğunu hissettiğimiz kaliteli
insan sorununu bugün de yaşamaktayız.
Bilimsel buluşlara imza atan, yeni icatlar yapan
kaç tane bilim adamımız var?
Kaç tane Nobel ödülü almış bilim
adamımız var?
Uluslararası arenada söz sahibi kaç tane
profesörümüz var?
Uzun zamandır yazılarımda yukarıdaki cümleler çerçevesinde
ülkemiz ve milletimiz için bazı serzenişlerde bulunuyorum.
Serzenişlerime yönelik olumlu-olumsuz reaksiyonlar geliyor. Herkes
kendince müsebbip tespit edip nedenini söylemeye çalışıyor lakin
herkesin atladığı asıl sebep zikredilmiyor!
Burada biraz duralım ve geçmiş geleceğin
aynasıdır düsturu ile tespitler yapmaya çalışalım.
Dinamizmini her alana ve her coğrafyaya taşıyabilmiş olan
Osmanlı Devleti en az dört yüz sene dinamik
kalabilmiştir.
Büyük başarılar için örnek verilmek gerektiğinde hemen herkesin
hemfikir olduğu Osmanlı Devleti, kuruluşundan
itibaren yaptığı bütün büyük hamlelerin kaynağını
imanından, inancından, dininden alarak dinamik kalmış ve
dinamizmini her alana yaymıştır.
Devlet ve otorite denkleminde bu sonucu ele aldığımızda
görüyoruz ki; İslâm dinamik bir unsur ve özlediğimiz kuvvet
kaynağı olarak çok net bir şekilde karşımızda.
Osmanlı’nın bir kızıl elması vardı: “İlayi
Kelimetullahı tüm cihanda payidar kılmaktı.”
Osmanlı bu amaç uğrunda inançlarının gereğini
getirerek zamanının süper gücü olmayı başarmıştı. Toplum ve
devletin nabzı bu amaç uğrunda birlikte atıyor, hem toplum
hem de devlet bu amacı gerçekleştirmek için üzerine düşen
görevi bihakkın yerine getiriyordu.
Kızıl elma ülküsünü yerine getirmek için
Osmanlı toplumu ve devletinin itici gücü her zaman “din”
tandanslı olmuştur.
Toplum dini değerler üzerine yaşayıp evlatlarını bu temelde
yetiştirirken devlet de kanun ve nizamını şeriattan yani dinden
alıyordu.
GELECEĞE BİR ŞEYLER BIRAKMANIN YOLU…
Bugünlerde hep kalkınmadan ve direniş ile birlikte dirilişten
bahsediyor, her alanda teyakkuz durumunda olmamız gerektiğinden dem
vuruyoruz.
Amenna… Bunda hepimiz hemfikiriz.
Ama bunu gerçekleştirmek için başvurduğumuz kaynaklarda sıkıntı
var. Yaklaşık 400 yıldır (300 yıl Osmanlı’nın son dönemi, 100
yıl da Cumhuriyet dönemi) sıkı bir batı
mukalliyetçiliği içinde yeniden süper güç olmaya,
kızıl elma ülkümüze ulaşmaya çalışıyoruz!
Ama maalesef bir arpa boyu yol aldığımız söylenemez…
Tarihimizde net olarak önümüzde duran kuvvet kaynaklarını ihya
edebilirsek başarılı olacağımız aşikâr. Dini ve tarihi
kuvvetin desteği ile eğitim, bilim, ekonomi, teknoloji üzerine
eğilmişliğimiz milli bir vücut oluşturacak ve Allah da bizimle
olacaktır.
Şu ya da bu modele gerek duymaksızın eğitim, kültür, ekonomi ve
teknolojik sistemlerimizle kalkınmamız hem anlam kazanacak hem de
sağlıklı sonuca ulaşacaktır.
Dini, tarihi ve bunlardan kaynakla yaşatılmaya çalışılan
geleceğimiz ihya ola ola büyüyecektir.
Ekonomistler, eğitimciler, siyasetçiler; din adamları ve
sosyologlarla el ele hadiselere yaklaşmalıdırlar.
Dini ve sosyal bünyeyi nazara almadan kalkınmaya kalkışmak, tek
kanatlı bir uçakla uçmaya benzer ki bunun sonunun hezimet olacağını
en ebleh olanlar dahi bilir.
Devlet liderimizin milleti ve ülkesi için vatanı eskisi
gibi seküler kişiliklere bırakmamak için bütün zamanı ve
şahsiyetiyle bedel ödediği ortadır.
Eğer gelecek nesillere bir şeyler bırakmak istiyorsak
(toplum olarak bu gidişle bırakamayacak gibi duruyoruz!)
bir an önce dini ve sosyal bünyeyi nazara alan politika ve
projeler geliştirerek toplum olarak da bedel
ödemekten kaçmaksızın sahiplenen bir tavır
sergilemeliyiz.
SOSYAL MEDYA TAKİBİ
İÇİN