Devlet dediğimiz yönetim organizasyon örgütlenmesi
esasında birey ve toplum üstü, süper organik bir yapı değildir. Ama
özellikle devlet idarecileri onu hep bu yönde, yani bir kutsiyet
içinde ve metafizik bir varlık olarak göstermeyi tercih
ederler.
Kutsal devlet fikri, aynı zamanda kişinin kendisini
ona sevdirmesi anlamına da gelmektedir.
Çoğu zaman gündelik hayatta bireyler, şu ya da bu
şekilde negatif meşruiyet içeren bir durumla karşılaştıklarında
hemen kendilerini garantiye almak için bilinen o meşhur klişeye,
“ben devletimi severim”e sığınırlar.
Devletin bireyi sevip sevmediğini test edebilmenin
bilinen bir yolu var mı bilemiyorum ama ben 1987 yılında Şanlıurfa
İmam Hatip Lisesinden mezun olup Üniversite sınavına girmek için
otobüs ile İstanbul’a gittiğimde yolda devletin bizi en azından her
vatandaşı gibi yeteri kadar sevmediğini gördüm.
Muhakkak devletin gerek bölgede gerekse de mütedeyyin
diğer insanlara karşı uyguladığı daha pervasız uygulamaların
varlığından da söz edilebilir. Ama benim için açık bir ayrımcılığın
olduğunun somutlaştığı bir yolculuk idi.
Bizim köy ile Birecik arasındaki yol ilçe merkezine
yaklaştığında bir tarafı Fırat, diğer yanı da son derece dik
kayalık olan bir güzergahtan geçerdi. Bu yolun adı “Kucak” idi.
Buranın Jeolojik yapısından dolayı bu kayalık olan
yerlerden sürekli yola yukardan taş düşüyordu, yol bazen kapanıyor
bazen de kazalara neden oluyordu. Yola düşen taşları engellemekle
ilgili de herhangi bir imkanın var olduğu da sanıyorum hiç
düşünülmemişti.
Zaten gidebileceğin bir yol bulman bile bir nimet
idi.
Ben İstanbul’a giderken tam da bizim köy ile ilçe
arasındaki yola (Kucak’a) benzeyen, bir tarafı dik kayalık olan bir
bölgede, yola taş düşme riskinin olabileceği bir yerde koca bir
dağın üstünün tel bir file ile örtüldüğünü gördüm. Tabi ilk aklıma
gelen orada yaşayanlarla bizim diyarlarda yaşayanlar arasında bir
mukayese yapmak ve bu hassasiyetin niçin buraya gösterildiğini
kendi kendime sorgulamak oldu. Cevabını tabi ki bulmuştum.
Geçen hafta sonu, partimizin (AK Parti'nin) seçim
çalışmaları kapsamında sandık müşahitlerinin eğitimi ile ilgili
düzenlenen bir toplantıya katılmak üzere Hakkari’ye gittim.
Sanıyorum bu beşinci gidişim. Ama ilk kez Hakkari’nin girişindeki
yolun kenarında bulunan dağın da tıpkı bundan seneler önce İstanbul
yolunda gördüğüm gibi tamamı tel bir file ile kapatılmış, üstü
örtülmüştü. Vatandaşının hayatını önemseyen bir devlet gibi
davranmıştı. Yanımdaki kadim dostuma da bu durumu anlattım. O da
dedi ki “devlet artık Kürtleri de sevmeye başladı”. Eğer sahiden
öyleyse artık politik bir “hayır-hasenat” işi olan barışı tesis
etmeye epey yaklaşmışız demektir.