Devlet dağa çıksın

Selçuk Baymaz selcukbaymaz@internethaber.com

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, BDP Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak’ı kastederek “…17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki… Ben de aklıma gelse dağa çıkardım.” beyanında bulundu.

Kişisel ve son derece empatik bir söylem gibi görünen bu ifadeler, Başbakan Yardımcısı ve iktidar partisinin en etkili isimlerinden biri olan Bülent Arınç’tan gelince çok önemli bir nitelik kazandı.

Arınç’ın, “…o kadar kendisini zorlamışlar ki; ben de aklıma gelse dağa çıkardım.” itirafıyla; devletin uyguladığı yanlış politikaların dağa çıkmanın ana sebeplerinden biri olduğunun, bizzat “devlet” tarafından kabul edildiği anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Kürt sorunun çözümünde oldukça önemli bir adım aslında bu.

Sorunu karşıdakinde değil, önce kendinde aramak gerektiğinin önemli bir işareti...  

Çünkü devlet, Güneydoğu’da yaşanan şiddeti bitirmek isterken, şiddetin bir parçası ve üreticisi haline geldi.

Fakat ne yazık ki, bu durum yıllarca inkar edildi. Yok sayıldı. Silahlı şiddetin sorumlusunun sürekli Kürt sorunun silahlı ve siyasal kanatları olduğu iddiasında bulunuldu.

Oysa gözlerimizden kaçan bir gerçek var ki;

Son 30 yılda cezaevleri ve karakollarda yaşananları artık daha açık görebiliyoruz.

Olağanüstü hal ortamında; ekonomisi, eğitim seviyesi, sağlık ihtiyaçları batıyla mukayese edilemeyecek bir bölgeden bahsediyoruz.

Feodal düzenin desteklendiğini, bir oy uğruna “yapılan işbirlikleriyle” ne güneşler battığını biliyoruz.

Özellikle 80 ve 90’lı yılların Güneydoğulu çocukları,

Roketatar seslerini, ev aramalarını, her köşe başındaki kimlik kontrollerini, akşam 5’ten sonra sokağa çıkılamamasını, gözleri önünde öldürülenleri, yakınlarını kaybetmelerinin acılarını, faili meçhulleri, “okul – hastane – kitapçı -  tiyatro -  sinema” olmayışını çok iyi bilirler.

Böyle bir ortamda büyüyen, yeşeren bir nesilden bahsediyoruz.

O dönemin koşullarını bilmeyenler için bunlar tabi ki masal niteliği taşıyabilir,

ama bahsettiğim bir gerçekliğin “alogaritmasıdır”.

Daha çok yeni, Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezinin yapmış olduğu bir araştırma neticesinde, “sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında İstanbul ile Muş arasındaki farkın 11 katın üzerinde olduğu” ve “İlçeler bazında bakıldığında Van’ın Bahçesaray ilçesi ile Ankara ve İstanbul’un merkez ilçeleri arasında 100 katı geçen fark bulunduğu” belirtildi.

Doğu ile batı arasındaki devlet politikalarını görmek açısından çok önemi bir tespit bu.

Ve dahası nice sanatçı, bilim adamı, düşünür, sıradan vatandaş şuan rahatlıkla yaptığımız ”Kürtçe şarkı dinleme - kitap okuma - eğitim alma” gibi nedenlerden dolayı acımasızca cezalandırıldı. Hapishanelerde çürüdü, toplumdan dışlandı.

Hem de sadece kendileri değil, aileleri de bu zulmün bir kurbanı oldu.

Bu bahsettiklerim; PKK değil, "devlet şiddeti"dir.

Bu nedenle Bülent Arınç’ın söylemi, devletin Kürt Sorununa ve sorunun sebebi olan aktörlere bakış açısı açısından önemli bir ifadeydi.

Bir kabul edişti.

Umarım bu kabul ediş, sorunun çözüm noktasında yaygın bir kanı halini alır.

Ve şiddetin büyümesine neden olan politikaların telafisi hızlı bir şekilde giderilmeye çalışılır.

Çünkü aksi halde,

olan yine bana, yine sana,

Yine "bize" oluyor.