Demirtaş niye dağa çıkmadı?
Abone olBDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tüm yaşam öyküsünü anlattı. Niye dağa çıkmadığını, kendini en çok etkileyen olayı...
Kürt siyasi hareketinin yeni lideri Selahattin Demirtaş
Kürt olduğunu lisede öğrenmiş. Dağa çıkıp çıkmamamakta tereddüt
etmiş.
İşte Faruk Bildirici'nin Selahattin Demirtaş'la yaptığı
röportaj:
ÇOK ÇALIŞKANDIM
“Dört kardeş aynı ilkokulda okuduk. Parmakla gösterilirdik.
Hepimiz çok çalışkandık, çok temizdik. Öğretmen, müdür, hepsi bizi
çok severdi. Öğretmenlerin sevgisini kaybetmemek için çaba
harcadım. Hala o kaygıyı taşırım, kötü yorum duyunca üzülürüm.
Birini kırmışsam takıntı haline gelir ve düzeltmeye çalışırım.”
HUKUK OKURKEN MUSLUK TAMİR EDİYORDUM
“Babam işçi olarak girdiği Köy Hizmetleri’nde tesisatçılığı
öğrenmiş, sonra dükkan açmıştı. Ben de Hukuk’ta okurken, dükkanda
çalıştım. Devam mecburiyeti olmadığı için sınav zamanı Ankara’ya
geliyordum. Ders notlarını alıp Diyarbakır’da çalışıyordum. Musluk
tamirine gittiğim evlerde “Hukuk okuyorum” deyince
şaşırıyorlardı.”
ÜTÜMÜ BİLE KENDİM YAPARIM
“Genel Başkan olduktan sonra yaşamım değişmedi. Ütümü bile
kendim yaparım. Ama bağlama çalmayı çok özlüyorum. Sesim
güzeldir. En son geçen yıl milletvekillerine çalmıştım.
Keşke koşullar sorumluluk yüklememiş olsa da Diyarbakır’a
dönebilsem. Çocuklarımı parka götürebilsem. Milletvekili olarak
yaşlanmayı hayal etmiyorum.”
KÜRT OLDUĞUMU LİSEDE ÖĞRENDİM
Çocukluğumun Diyarbakır’ı şen şakrak oyunlar oynanan sokaklar,
cıvıl cıvıl pazar yerleri demekti. Aklımda kalan tek sıkıntı 12
Eylül Darbesi’nin sabahı. Sokak tanklar, askerlerle dolmuştu,
dışarı çıkmamız yasaktı. Aileden birileri tutuklandı. Hala
Diyarbakır sınırlarına girdiğim andan itibaren daha rahat nefes
aldığımı hissederim. Kürtlükten önce Diyarbakırlılık kimliği öne
çıkıyordu.
Annem kendi imkanlarıyla okuma-yazma öğrendi, dışarıdan diploma
aldı. Babam halen çok iyi okuma-yazma bilmez. İkisi de bunun
acısını çektikleri için çocuklarının yedisini de üniversitede
okuttular. Bir mühendis, iki avukat, üç öğretmen... Ortaokulda
astsubaylığa ilgi duymuştum. Astsubay komşumuzun çocuklarıyla
arkadaştık, imrendim. Annem ve babam aralarında Zazaca
konuşurlardı ama bize öğretmediler. Kendileri gibi sıkıntı
yaşamamamız için bizimle Türkçe konuşuyorlardı. Kürt diye
bir etnik kimlik olduğunu lisede öğrendim.
GRUP PERİŞAN HAKİKATEN PERİŞANDI
Annemden, babamdan gizli Kürtçe müzik dinliyordum. Anlamıyordum ama
heyecan veriyordu. Lise, Kürt kimliğinin bilince çıktığı dönem
oldu. Bir derste dışarıdan sesler geldi. Kalabalık bir grup slogan
atarak yürüyordu. Ne oluyor derken öğretmenimiz, Kürtlerin
Halepçe’de uğradığı katliamı anlattı. Ama lisede bir
siyasal hareket içinde yer almadım. Ailem çok temkinliydi. Lisede
yan yana oturduğumuz yakın bir arkadaşım vardı. Onun
bağlama çaldığını üçüncü yıl öğrendim. Belki de kıskançlıktan,
hemen o gün bir bağlama aldım. Kısa sürede de tangır tungur çalmaya
başladım. Üniversite yıllarında amatör bir müzik grubumuz
vardı. Grubumuza Kürtçe “Komabelangaz” (Grup Perişan)
diyorduk. Hakikaten perişandık. Müzik aletlerimiz derme
çatmaydı. Kürtçe türküler, marşlar, özellikle Grup Yorum’un
türküleri, devrimci marşlar çalıyorduk. Ahmet Kaya, Ferhat
Tunç, O dönemin popüler parçalarını söylerdik.
HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI
1991’de HEP il Başkanı Vedat Aydın’ın kaçırılması Diyarbakır’da
büyük infial yaratmıştı. Cenazesi bulunana kadar geçen o üç gün
içinde duygusal bir sıçrama yaşadım. Cenaze törenin
yapılacağı meydana doğru yürürken bir grup gençle karşılaştım.
Onlar kaçıyor, sivil polisler kalaslarla onları
kovalıyordu. Ben de o gençlerle birlikte kaçtım, sonra
cenaze törenine katıldık. Mardinkapı’da cenaze defnedildiği sırada
ateş açıldı, bilinen olaylar yaşandı. O gün başka insan
oldum. Hayatımın rotası değişti. Kafamda ilk siyasal şimşeklerin
çaktığı gün o gündür. Benim jenerasyondaki gençliğin
politize olmasında en büyük etkendir o olay.
HUKUK OKUMAYA DÜŞKÜNLÜĞÜMÜZ
1990’da mezun olduğum yıl üniversiteyi kazanamadım. İlk
tercihlerimin hepsi hukuktu. Sekizinci tercihim olan deniz
işletmeciliğini kazandım. Bir komşumuzun telkiniyle orayı
yazmıştım. Bana göre bir okul olmadığını İzmir’e gider
gitmez anladım. Hazırlığı ikinci yıl geçebildim. O yıl üniversite
öğrencilerine yönelik bir polis operasyonu oldu. Ben
İzmir’de, abim Nurettin de Muğla’da gözaltına alındık. Beni serbest
bıraktılar, o Muğla gençlik sorumlusu diye tutuklandı.
Hemen İzmir’e gelen annem babam perişan bir haldeydi. Bizim bir
siyasi faaliyet içerisinde olmamızı beklemiyorlardı. Abime uzun
süre avukat bulamadık. Hatta annem bir bileziğini kolundan
çıkarıp “Çocuğunu bıraktıracağım” diyen bir yargı mensubuna
vermiş. Bu kadar mı sahipsiz oluruz duygusuna kapıldım.
Beni tekrar hukuka iten bu oldu. O hırsla yine sınava girip
Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Kız kardeşim ve iki kuzenimle
birlikte dört kişi girdik hukuka. Hepimizi de hukuka iten,
avukatlığa iten biraz o oldu.
DAĞA GİDİP GİTMEME ARASINDA BOCALADIM
O dönem binlerce genç dağa gitti. Ben de dağa
gidip gitmeme arasında bocaladım. Annem babam da dağa çıkmamızdan
hep endişe etmişler onu sonradan anladık. Arkadaş
çevresinden “Herkes dağa giderken sen hala okul mu okuyorsun?” diye
büyük bir mahalle baskısı vardı. Bunları göğüsleyerek 94’te
fakülteye kaydımı yaptırdım. Siyasi faaliyetlere katılmadım.
Entelektüel alana yöneldim, Kürt hareketleriyle ilgili
yayınları okudum. Herkesi anlamaya, sol ve liberal çevreleri takip
etmeye çalıştım. Başarılı olma hırsı içindeydim. Dört
yılda da bitirdim. DEP milletvekillerinin meclisten götürülüşlerini
kantinden izledim. O olay da bütün Kürt gençleri gibi bende
de travmatik izler bırakmıştır.
BENDE EN ÇOK İZ BIRAKAN OLAY
Osman Baydemir, 2000’de İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi
Başkanı olduğunda ben de yönetime girdim. O yıllarda bölgedeki
insan hakları ihlallerini bütün dünyaya duyurmayı başardık.
Fakat bende en çok iz bırakan Silopi HADEP İlçe Başkanı
Serdar Tanış ve Yardımcısı Ebubekir Deniz’in kaybedilmesi
oldu. Baydemir bir heyet oluşturdu. Silopi’ye gidip
aileyle görüştük, İlçe Jandarma Komutanlığına gitmiş ve bir daha
çıkmamışlardı, görgü tanıkları vardı. Silopi savcısına gittik, çok
ısrar ettik. O da alçak sesle, “Burada aramayın Şırnak’a
gidin” dedi. Şırnak’a geçtik. Biz alaya gitmek için
bastırınca o savcı da pencereyi gösterdi ve dedi ki, “Şu
karayolunu görüyor musunuz? Jandarma alayını basarsam o yoldan
geçemem.” Diyarbakır’a dönerken arabayı yavaş
kullanıyordum. Yol kenarına bakıyorduk acaba cesetlerini bulabilir
miyiz diye! Şimdiki Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz, Şırnak alay
komutanıydı. Baydemir’den sonra Şube Başkanı oldum. Uluslararası Af
Örgütü Diyarbakır Şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın
kurucuları arasındaydım.
DELAL İLE DILDA
Başak ile ben hukuka girdikten sonra çıkmaya başladık. Ikına sıkına
teklif ettim, meğer o da bekliyormuş. Ertesi yıl Dicle Üniversitesi
Eğitim Fakültesi’ni kazandı. Sınıf öğretmeni oldu. 2002’de
evlendik, iki kızım var. Biri Delal, biri Dılda. Delal “değerli”,
Dılda da “gönül veren” anlamına geliyor. Çocuklarımıza
benliklerini unutmamaları için Kürtçe isim verdik. İkinci kızımın
doğumunda talihsizlik oldu. Yedi aylık hamile olmasına rağmen
seçime dört gün kala eşim fenalaştı. Doktor doğumun başladığını,
Diyarbakır koşullarında çocuğu yaşatma ihtimalinin düşük olduğunu
söyledi. O gün Diyarbakır mitingi vardı. Şüphesiz eşimle çocuğumu
seçtim. Doğumun başladığını söylemeden uçağa bindirip
Ankara’ya geldik. Eşimi Hacettepe’de yatırdık, aynı gün geri
döndüm. 22 Temmuz 2007 akşamı sandıklar açılırken doğum
haberi geldi. 15 gün küvezde kaldı kızım. Kurtardılar ama
altı aylık bebekken 8 numara gözlük kullanmaya başladı.
Önce gözlüğünü arkadan lastikle bağlıyorduk, artık benimsedi.
SİYASETE GİRİŞİM: Eşim canı gönülden “evet”
demedi
İHD’de yöneticilik yaptığım altı yıl dava almadım. Öğretmen olan
eşimin kazancıyla geçiniyorduk. 2006’da kısa dönem askere gittim,
geldikten sonra avukatlığa döndüm. Ben, amcaoğlu ve kız kardeşim
üçümüz borç-harç bir büro açtık. Birkaç ay sonra seçim kararı
alınınca adaylık baskısı geldi. Çevremle konuştum, Leyla Zana ve
Hatip Dicle’nin görüşlerini aldım. Herkes bana moral ve güç verdi.
Eşim canı gönülden “evet” demese de kabul ettim.
Milletvekili seçilince de naif ve ılımlı kişiliğim
nedeniyle arkadaşlarımız ısrar etti. Üzerinde uzlaşılabilecek isim
olduğum grup başkan vekilliğine getirildim.
ÖZALLARLA BENZERLİĞİMİZ: Bir aileden iki genel
başkan
DTP, iki buçuk yıl içinde Meclis çatısı altında iyi bir pratik
gösterdi. Demokratik siyaset tarzı sergiledik. DTP’nin bu yönünün
Anayasa Mahkemesi’nde gözetileceğini düşünüyorduk. Kapatma
davası açıldığı gün ilke kararı almıştık; parti kapatılırsa hep
birlikte istifa edecektik. Ama sadece Kürtler değil, bütün
demokrasi güçlerinden basınç hissettik. Türkiye’yi krize götürmek
istemedik, Meclis’e döndük. Ondan sonra BDP genel başkanı seçildim.
Bizden önce aynı aileden iki genel başkan Özallarda
çıkmıştı. Siyasi serüvenlerimiz Nurettin ile birbirimizden bağımsız
gelişti. Şüphesiz Nurettin’e duyulan güven beni pozitif
etkilemiştir. Kardeş olmasaydık da herhalde benim konumum çok
değişmezdi.
SAHTE ÇÜRÜK RAPORU: Nurettin’i çevresi yanlış
yönlendirdi
Nurettin, ailemizin en ılımlısıydı. Asıl politikleşmesi cezaevinde
yattığı 12,5 yıl içerisinde oldu. 2004’te çıktığında üç yıl içinde
DTP’de hızla yükselmesi, ilkeli duruşu ve kişiliğinden kaynaklandı.
Genel başkanken, Diyarbakır’dan Elazığ’daki kongreye
minibüsle gidecek kadar mütevazıydı. Ciddi sağlık
sorunları vardı. Yardımcı olma adına ilişkiye geçtiği çevreler onu
yanılttılar ve haklı olarak çürük raporu alabilecekken onu
bilmeden sahte çürük raporuna yönlendirdiler. Onun kurbanı
oldu. Şimdi bir de siyasi yasak geldi. Ordunun toplumdaki etkileri
konusunda bir anı deneme kitabı hazırlıyor. Almanya’ya gitmedi,
burada.
ÖCALAN VE HABUR OLAYI
Habur sonrasında iki tarafta da duygu kırılması yaşandı. Türkiye
saklanan bir gerçekle yüzleşti. Yüzbinlerce insanın
PKK’lileri sevinçle karşıladığını görünce, “Onlar için boşuna
üzülüyormuşuz” dendi. Sempati, o halka karşı öfkeye
dönüştü. Kürtler de “Türkler çektiğimiz acıları ve barış
sevincimizi anlamıyorlar, bizi terörist görüyorlar” diye
hissetti. Etnik duygular öne çıktı. Öcalan, Kürtler arasında
demokratik ilişki ve insan haklarına saygının gelişmesinde etkili
oldu. Barış için çalıştı, halk onu manevi önder kabul etti.
Öbür tarafta terör örgütü lideri Öcalan algısı oluştu.
İkisi arasında uçurum var. Türkiye açısından ileri
olabilir ama insanlık tarihi açısından geri bir noktadayız. Kimlik
meselesi hızla halledilmeli. Türk de, Kürt de bundan zarar
görüyor. Çözülünce de Kürtlerin başı tavana değmeyecek, Türkler
birşey kaybetmeyecek.