Çok vahim bir suçlama
Abone olAnayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Son dönemde yargı ’paralel devlet’ ya da ’çete’ diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır...
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Son dönemde yargı
’paralel devlet’ ya da ’çete’ diye nitelendirilen çok vahim, çok
ciddi ve çok ağır bir suçlamayla karşı karşıyadır. Bu suçlama
üzerinde yapışık kaldığı sürece yargının ayakta kalması mümkün
değildir” dedi.
Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunun 52. yıldönümü dolayısıyla
düzenlenen törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç,
muhtelif kaynaklardan seçilerek gelen Anayasa Mahkemesi üyelerinin
karar ve faaliyetlerine yansıyan mesleki tecrübeleri mahkemenin
ortak vicdanını oluşturduğunu söyledi. Bu sonuca ulaşırken başta
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sı olmak üzere hukukun evrensel
ilkelerinin ve ilgili yasa hükümlerine göre hareket ettiklerinin
açık olduğunu kaydeden Kılıç, “Bu vicdanı alan dostluk ve düşmanlık
duygularına kapalı olduğu gibi ırk, renk, siyasi düşünce ve
bireysel inançların da dışındadır. İnsanlık onurunun varlığı temel
hak ve özgürlükleri de evrenselleştirmiştir. Bu değerleri
yüceltmek, derinleştirmek tehditler karşısında savunmak Anayasa
Mahkemelerinin en temel görevidir. Esasen Anayasa yargısının varlık
nedeni ırk, renk ve inancı ne olursa insan olma ortak paydasına
sahip olan herkesin var olan onurunu korumaktır. Bu kutsal görevin
başarı ile yürütülebilmesi ancak bağımsız ve tarafsız kalmayı
becerebilen yargıçların varlığı ile mümkündür.”
“HUKUKSAL İLKELERLE KUŞATILMIŞLARDIR”
Hukukun üstünlüğü anlayışı ve demokratik değerlerle beslenen bir
devletin yolunun her zaman aydınlık olduğunu ifade eden Kılıç,
şunları söyledi: “2. Dünya Savayı felaketini yaşamış Avrupa’nın
geçmişte yaşadıklarıyla bugün geldikleri seviyede çok önemli
mesajlar vermektedir. Dünyada dini, etnik ve sınıf savaşlarının en
yoğun yaşandığı bölge olan Avrupa komünizm ve faşizm gibi totaliter
rejimlerden demokrasi ve hukuk devleti mücadelesini vererek
kurtulmuştur. Bu bağlamda demokratik değerleri hukukun üstünlüğünü
ve hukuk devleti anlayışının gereklerini tekrar tekrar konuşmak
zorundayız. İnsanlar onurlu bir hayat yaşayabilmek için hukuk
güvenliğinin egemen olduğu bir devletin varlığına her zaman ihtiyaç
duymuşlardır. Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı tüm
eylem ve işleklerin yargı denetimine tabi tutulduğu hukukun
üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet hukuk devleti olarak
tanımlanmaktadır. Hukuk devletinin en belirgin diğer bir özelliği
ise tasarruflarının öngörülebilir, ulaşılabilir, açık ve şeffaf
olmasıdır. Hukuk devletinin odağında esas itibariyle iktidar
gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Bu nedenle
kamu gücünü kullananlarda vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle
kuşatılmışlardır”
“BAKIŞIMIZI ASLA DEĞİŞTİRMEYECEKTİR”
Kılıç, bir ülkeyi hukuk güvenliği testinden geçirebilmek için
öncelikle yazılı hukuk kurallarının daha sonra da bunu uygulayan
hakim, savcı, adli personel ve adli kolluğun ne durumda olduğunun
tespitinin gerekliği olduğunu ifade etti. Sistemin dahil unsurların
birbirini engellemeden adalete ulaşmaya hizmet ediyorsa sorun
olmadığından söz edilebileceğini anlatan Kılıç, konuşmasına şöyle
devam etti:
“Haklı bir neden olmaksızın kamu yararı gözetilmeden siyasal
amaçları gerçekleştirmek düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok
sık aralıklarla yapılan değişikliklerin toplumda hukuk güvenliğini
sağlayabileceğinden söz edilemez. Ekonomik, siyasi, sosyal ve
kültürel hayatı alt üst edecek, yasal düzenlemelerin öngörülebilir
olmaması bireylerin hukuka olan güvenlerinin tükendiği yerdir.
Esasen hukuk güvenliğini sağlayacak olan unsurlar bağımsızlık ve
tarafsızlık sorunu çözmüş olan yargı organlarıyla yasama ve yürütme
organlarının insan haklarını özne kabul eden uygulamalarıdır. Hukuk
devletinin temel direği olan yargı aynı zamanda devletin vicdanı
olarak da tanımlanmaktadır. Bu vicdanın siyasi ve ideolojik vesayet
odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum hayatına verilen
zararların acı örnekleri hafızalardan henüz silinmemiştir. İşgal
devam ettiği sürece bunları yaşamaya devam edeceğiz. Yargının
vicdanını işgal edenlerinin kimliği, düşüncesi ya da kutsalları ne
olursa olsun bu sonuç değişmeyecektir. Dün hak ihlaline uğramış
mağdurlarla bugün aynı ihlalleri yaşayan mağdurların kimliklerin
farklı olması bu bakışımızı asla değiştirmeyecektir.”
"YARGI HER ZAMAN ELE GEÇİRİLMESİ GEREKEN BİR KALE OLARAK
GÖRÜLDÜ"
Barışın teminatı olan farklılıkların birlikte yaşamasını ancak
başkalarının hak ve özgürlüklerini sağlayan onurlu insanların
hayata geçirebileceğini kaydeden Kılıç, şöyle konuştu:
“Kamu gücünü etkili bir şekilde kullanan yargı ideolojik ve siyasi
yapılanmaların hedefinde her zaman ele geçirilmesi gereken bir kale
olarak görülmüş, ele geçirenler de kendi vesayet sistemini
dayatmanın çabasına düşmüştür. Kaleyi ele geçiremeyenler ise
yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının ne kadar hayati bir
öneme sahip olduğunu söyleyip durmuştur. Kaleyi işgal edenlerde
yargıyı siyasi düşüncelerle ve ideolojilerine lojistik destek
sağlamak için ya da rakiplerinden intikam alma aracı olarak
kullanmışlardır. Altını çizerek söylüyorum; bu anlayış ve işgalden
kurtulmadıkça bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşması hayaldir.
Yargı üzerinde oluşan ya da oluşacak siyasi, ideolojik, dini, ırki
ve mezhebi tüm vesayetçi anlayışlar başta yargı mensupları olmak
üzere herkes tarafından şiddetle reddedilmelidir. Esasen vesayet
altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması da beklenemez.
Böyle bir sistem yönetenlerin güvenliğini sağlarken, ötekilere de
ancak korku, endişe ve umutsuzluk verebilir. Korkunun ve endişenin
hâkim olduğu iklimlerde özgür vizyonları üretemeyiz. Herkese birlik
gelen bir sözle yeniden tekrarlamak gerekirse hukuk güvenliği
insanların güvercin ürkekliği içinde yaşamadığı korkusuz bir
ortamın varlığı olarak tanımlanabilir.”
2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile yargı organları
üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kalkması için
cesaretli adımların atıldığına dikkat çeken Kılıç, konuşmasına
şöyle devam etti:
“Bu adımlar toplumda büyük bir karşılık gördü. Söz konusu vesayetçi
yönetimlerin görevlerinin sona ermesiyle büyük bir boşluk doğdu. Bu
boşluğun toplumun her kesimini kucaklayan özgürlükçü, hoşgörülü,
çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle
doldurulması gerekirken ne yazık ki bunu gerçekleştiremedik. Bu kez
farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin oluşmasına tanık olduk.
Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya
kalkışmasın."
Tarihin olanları kaydettiğini belirten Kılıç, sözlerini şöyle
sürdürdü:
"Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve cesaretle çözüm
yolları bulmak zorundayız. Daha önceki yıllarda yaptığım
konuşmaların bir bölümünde aynen şunları dile getirmiştim; yargı
milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. Son
dönemde yargı bu konuyla ilgili paralel devlet ya da çete diye
nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir suçlamayla
karşı karşıyadır. Bu suçlama üzerinde yapışık kaldığı sürece
yargının ayakta kalması mümkün değildir. Bugün itibariyle bırakınız
ceza davalarını, en basit alacak davasına ilişkin kararlar bile
tartışmaya açılmış ve yargıya olan güven ağır yara almıştır. Başta
yargı ve yürütme organları olmak üzere herkes bu iddialarla ilgili
bilgi, belge ve delilleri zaman geçirmeden ortaya koymak
zorundadır. Gerek yargı da gerek yürütme organı içerisinde var
olduğu iddia edilen bu kişilerin başka illere tayin edilerek ya da
yerini değiştirerek sorunu çözmenin anlamsızlığı açıktır. Söz
konusu iddiaların yargı kurumlarında psikolojik travma yarattığı,
delil, bilgi ve belgeye dayanmayan ihbar mektuplarının hüküm icra
ettiği, hakim ve savcılar arasında önemli ayrışma ve bölünmelere
sebep olduğu hepimizin saklayamayacağı gerçeklerdir. Bu ayrışma ve
bölünmenin hukuk devletinin, hukuk güvenliğinin ve adaletin sonunu
getireceğini yargı da yaşadığımız olaylar bize açıkça
göstermektedir."
"3 AĞRI"
Yargının bu 3 ağrısıyla yaşamasının mümkün olmadığını anlatan
Kılıç, sözlerini şöyle tamamladı: "İddia edilen kayıt dışı
yapılanma yargı mensupları arasında korku, endişe ve gelecekle
ilgili belirsizliklerin doğmasına, aralarında olması gereken
mesleki ilişkinin çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Görevi
maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya
kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur. Bunun için yapılması
gereken açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak
suretiyle gerçekliğinin ispat edilmesi halinde, faillerine bir
saniye bile beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Yargı
bağımsızlığıyla tarafsızlığının vazgeçilmez unsuru olan özgür
vicdanlı hakim ve savcılarımızın ayakta kalması için buna
mecburuz.”
(İHA)