CHP'deki üçlü toplantı! Cumhurbaşkanı Erdoğan:Masada bu üç kişi de birbirini yemeye başladı
Abone olUçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP'deki üçlü toplantı için konuştu. "Şimdi de belediye başkanlarıyla kendi içlerinde üçlü masa kurdular." ifadelerini kullanan Erdoğan, " Bakalım onun sonucu ne olacak? Öyle anlaşılıyor ki masada bu üç kişi de birbirini yemeye başladı. Vatandaşım, bu kişilerin yönettiği belediyelerin durumuna bakarak Türkiye'yi yönetemeyecekleri kararını süratle verecektir." dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Malezya, Endonezya, Pakistan
ziyaretleri dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Erdoğan şunları kaydetti:
10 Şubat günü başladığımız Malezya, Endonezya ve Pakistan ziyaretlerimizi tamamlamış bulunuyoruz. Bizim için her biri ayrı öneme sahip, bu üç dost ve kardeş ülkede şahsıma ve heyetime gösterilen eşsiz hüsnü kabul, bizi ziyadesiyle memnun etti. Türkiye'den binlerce kilometre ötede milyonlarca kişinin sergilediği içten teveccüh, hiç şüphesiz milletimizle olan gönül bağının somut göstergesidir. Malezya'da tarafıma takdim edilen fahri doktora, değerli kardeşim Enver İbrahim'le birlikte, yaklaşık 3000 kişiye yaptığımız hitap, Endonezya ve Pakistan'da resmi misafirperverliğin ötesinde halkın bizleri bağrına basması, hafızalarımıza adeta kazınmıştır. Her üç ülke ile kardeşlik ilişkilerimizin nişanesi olarak elektrikli aracımız TOGG’u muhataplarımıza hediye etmekten memnuniyet duyduk.
Bu turumuz aynı zamanda, 2019 yılında başlattığımız Yeniden Asya Girişimi kapsamında kıta ile iş birliğimizi güçlendirme irademizi fiiliyata döken ziyaretler oldu. Ziyaretimin ilk ayağı olan Malezya'da 2022 yılında tesis ettiğimiz kapsamlı stratejik ortaklığımızı Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey organizmasıyla mücehhez etme konusunda Sayın Enver İbrahim'le mutabık kaldık. Savunma sanayii ve teknoloji başta olmak üzere birçok farklı alanda 11 mutabakata imza attık. İlişkilerimizin geleceğine ışık tutacak ortak bildiriyi kabul ettik.
2014 yılında Başbakanlığım döneminde, Malezya'yla belirlediğimiz 5 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaştık. Artık 10 milyar doları hedefliyoruz. Toplam 1,5 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşan Endonezya ekonomisinin önümüzdeki 10 yıl içerisinde dünyanın en büyükleri arasına girmesi bekleniyor. Biz de Endonezya'nın altyapı ihtiyaçlarına katkı sunmak ve savunma sanayii gibi sektörlerde ortak üretim dahil, iş birliğimizi geliştirmek istiyoruz. Ticaret hacmimizi 10 milyar dolara çıkarma hususunda değerli kardeşim Cumhurbaşkanı Prabowo'yla ortak irademizi birlikte teyit ettik. Ayrıca bu iki ülke ile ticaret hacmimizi dengeli ve sürdürülebilir şekilde arttırmak için atılabilecek adımları değerlendirdik. Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği ASEAN'la kurumsal ilişkileri geliştirmeyi hedefliyoruz. 2017 yılından bu yana sektörel diyalog ortağı olduğumuz ASEAN'ın, diyalog ortağı da olabilmek nihai hedefimizdir. Bu bağlamda ASEAN'a ev sahipliği yapan Endonezya ve dönem başkanı Malezya'ya ASEAN'dan beklentilerimizi anlattık. Hem Malezya hem Endonezya’nın ülkemize gereken desteği vereceğine inanıyorum.
Endonezya ile gerçekleştirdiğimiz ilk Yüksek Düzeyli Stratejik
Konsey Toplantımızda 12 mutabakat metni imzalandı. Sanayi İşbirliği
Ortak Komitesi kurulmasını kararlaştırdık. Pakistan ziyaretimde ise
7. Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Toplantımızı icra ettik.
Madencilikten enerji dönüşümüne, askeri iş birliğinden savunma
sanayiinde ortak üretime, ticaretten tarıma 24 belgeye imza attık.
Müstesna ilişkilerimizin ruhuna uygun kapsamlı bir ortak bildiriyi
kabul ettik. Konsey mekanizmasının bilhassa savunma, güvenlik ve
istihbarat boyutu itibarıyla daha da güçlendirilmesi amacıyla ilave
bir ortak daimi komite daha kurulmasını kararlaştırdık.
Cumhurbaşkanı Sayın Asıf Ali Zerdari ve Başbakan Şahbaz Şerif'le
görüşmelerimde Pakistan'la ikili ticaret hacmimizi 5 milyar dolar
hedefine ulaştıracak adımları da ele aldık. Tedarik, satış ve ortak
üretim dahil, Pakistan'da yürüttüğümüz projeleri ilerletme
hususunda irademizi teyit ettik. Tüm muhataplarımla görüşmelerimde
Gazze ve Suriye başta olmak üzere, uluslararası meseleleri
etraflıca değerlendirdik. Bilhassa Birleşmiş Milletler, G8 ve İslam
İşbirliği Teşkilatı nezdindeki ortak adımlarımızı gözden geçirdik.
Filistinli kardeşlerimize verdiğimiz güçlü desteği sürdürme
konusunda tam bir mutabakat içinde olduğumuzu gördüm. 1967
sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlüğe
sahip, bağımsız ve egemen Filistin Devleti'nin tesisi için,
birlikte çalışmaya devam edeceğiz. Değerli kardeşim Başbakan Sayın
Enver İbrahim, Cumhurbaşkanı Sayın Prabowo Subianto, Başbakan Sayın
Şahbaz Şerif ve Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'ye gösterdikleri son
derece samimi misafirperverlik için tekrar teşekkürlerimi ifade
ediyorum.
3 önemli Asya ülkesinde ziyaretlerimiz oldu. Gördük ki,
ülkemiz ve liderliğiniz hakkında büyük muhabbet söz konusu.
Türkiye, güvenilir bir ortak ve müttefik olarak görülüyor. Asya
Müslümanları ile Osmanlı'dan kalan ilişkimizi güçlendirerek, yeni
sistemin inşa edilmesinde anahtar ülkelerden biri olacağız
inşallah. Batı hakimiyeti sona ererken, Türkiye'nin Asya
perspektifini nasıl değerlendirirsiniz?
Gerek Enver İbrahim kardeşim gerek Prabowo Subianto gerekse
Pakistan’daki muhataplarımız, hepsinin de ifade ettiği bir konu
var; Osmanlı. “Siz Osmanlı’nın devamısınız. Biz sizi böyle
görüyoruz.” diyorlar. Bu da bizleri gerçekten ayrı bir dünyaya,
duygusallığa itiyor. Onlar bizi çok iyi anlıyorlar, ama biz
kendimizi maalesef anlayamıyoruz. Sıkıntı burada. Bu seyahatte de
Malezya'daki durumu gördünüz. Hele hele Endonezya'yı gördünüz. Aynı
şekilde gezimizin son durağı Pakistan'ı gördünüz. Bize yönelik bu
teveccüh, durup dururken olan şeyler değil. Çok açık net
söyleyeyim, ecdadımızın kıymetli mirası bizim en önemli
zenginliğimiz. Bizlere bütün iltifatlar Osmanlı'nın mirası
üzerinden geliyor. Onların bu büyük mirası olmasaydı, herhalde bize
bu iltifatlar, bu yaklaşımlar yapılmazdı. Bu iltifatlar ecdadın
bize bıraktığı mirasından kaynaklanıyor. Türkiye'nin etkinliği
arttıkça hem Doğu hem Batı dünyasında bizlere ilgi de aynı nispette
çoğalıyor ve çoğalacak. Bundan hiç endişeniz olmasın. Türkiye'nin
hem bölgesinde hem dünyada söz sahibi olmasından, gönül
coğrafyamızda yaşayan kardeşlerimiz de çok çok memnun. Biz iki
farklı medeniyet, iki farklı dünya arasına çok sağlam bir gönül
köprüsü inşa ediyoruz. Atalarımız, Asya'nın kültürünü, irfanını
Avrupa içlerine kadar taşıyarak yaşadığımız toprakları bizler için
yurt haline getirdiler. Şimdi biz, buralarda yaşıyoruz. Bizler de
onların mirasını yere düşüremez, yüzümüzü sadece bir yöne
çeviremeyiz. Biz, her iki kültürü de tanıyor, biliyor ve izlerini
taşıyoruz. Bu nedenle bizim için Doğu, Batı, Kuzey, Güney fark
etmez. Hazreti Mevlana'nın tariflediği üzere, pergelimizin bir
ayağı Anadolu'da ve Trakya'da sarsılmaz bir biçimde sabittir. Diğer
ayağımızla da bizler iyilik ve güzellik götürmek için cihanı
dolaşırız. Türkiye'nin Asya ile ilişkilerinde, tarihsel bağlar ve
kültürel konular noktasında çok farklı bir dönemi yaşıyoruz. Bunu
zenginleştirerek de yaşamaya devam edeceğiz. Batı hakimiyetinin
azaldığı ve Asya'nın stratejik ağırlığını artırdığı bir dönemde,
Türkiye'nin Asya perspektifi de önem kazanıyor. Asya'daki Müslüman
ülkelerle ilişkilerimizi her geçen gün güçlendirmek suretiyle
ekonomik, sosyal ve siyasi bağlarımızı pekiştirmek gayretindeyiz.
Müslüman Asya ülkeleri ile iş birliklerimizi çoğaltarak, kalkınma
ve refah alanındaki fırsatların sayısını da böylece artırabiliriz.
Önümüzdeki bu fırsatları değerlendirerek ülkelerimizin küresel bir
güç haline gelmesi için ortak iradeye de sahibiz. Bu irademizi de
asla kaybetmeyeceğiz. Bu arada bölge ülkeleriyle geliştirilecek
ekonomik, ticari ilişkilerin hem Türkiye'yi hem de Asya ülkelerini
güçlendireceğinden herhangi bir şüphe duymuyoruz. Bölge ülkelerine
Türkiye'nin güvenilir bir ülke olduğunu, işte bu seyahatlerle
yanımızda beraber götürdüğümüz iş adamlarımızla gösteriyoruz.
Oralarda iş adamlarıyla yapılan toplantıların da ikili görüşmelerin
de tabii ki neticeleri bulunuyor. Hamdolsun bunları da başarılı bir
şekilde ortaya koyuyoruz.
Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in özellikle sizin için
kullandığı ve liderliğinize vurgu yaptığı ifadeler çok dikkat
çekti. Bu turda gittiğiniz diğer ülkelerde de hem ülke liderleri
hem de kamuoyunda bizler de benzer bir durumu gözlemledik. Şimdi
başta Gazze olmak üzere, İslam dünyasının lideri olarak sizlere
atfedilen bu sorumlulukla İslam dünyasına vermek istediğiniz
mesajlar ne olur?
Şunu açık net söylememiz lazım. Gazze bizim yüreğimizde bir sızı.
Gazze içimizde bir yara. O sızıyı dindirmek, o yarayı kapatmak için
canla başla çalışıyoruz, çalışmak durumundayız. Maalesef İslam
dünyası hala bu konuda toplu bir adım atamadı. Yürekler toplu
vursun diye beklerken, bunu sağlayamadık. Bu konudaki
eksikliklerimizi gidermek, yüklerimizden kurtulmak, bagajlarımızı
da boşaltmak zorundayız. Gazze’de yaşananları hep beraber gördük,
gördünüz. İşte bu akşam televizyon ekranlarında bir şey dikkatimi
çekti. Katar iş makinelerini Gazze’ye gönderiyor. Büyük ihtimalle
bu iş makinelerini herhalde Mısır'dan satın aldılar. Bu iş
makinelerini Gazze'ye aktarıyorlar. Oradaki hafriyatları iş
makineleriyle herhalde derleyip toparlayacaklar. Başka çare yok.
Aynı durum Suriye'de de geçerli. Suriye'de de iş makinelerine ciddi
manada ihtiyaç var. Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yla yaptığımız
görüşmede de bunları konuştuk. Onların da talebi bizden bu.
Dışişleri Bakanımız, İstihbarat Başkanımız onlar da oraya
gittiklerinde aynı durumu tespit ettiler. Yoğun bir şekilde iş
makinelerine ihtiyaç var ve bu iş makineleriyle oradaki bütün o
hafriyatları kaldıralım, ondan sonra da süratle yeniden inşa ve
ihya çalışmalarına Suriye’de ve Gazze’de başlayalım. Oradaki
zalimler malum, din dil ırk fark etmeksizin acımaksızın oradaki
insanların üzerlerine yürüyorlar. Netanyahu’nun son Amerika
seyahati herhalde bizlere bir şeyler anlatıyor. Bütün bu olayların
sonunda bakıyorsunuz ki, yine ortada din meselesi ciddi manada
ayırıcı bir etken oluyor. “Ateşkes yapıldı” denilmesine rağmen
ortada hala ateşkese dair bir emare göremiyoruz. Şimdi, beşinci
safhanın adımı atılacak. Bu beşinci safhada acaba durum ne olacak?
Biz onu da izliyoruz. Temennimiz, beklentimiz odur ki beşinci
safhada hiç olmazsa bu ateşkes olması gerektiği gibi, sağlam bir
şekilde sağlansın. Birleşmiş Milletler’den beklediğimiz bu. Dün
gece ABD Başkanı Donald Trump'ın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin ile 1,5 saatlik görüşmesinin neticesi ne olacak, bunu da
özellikle bekliyoruz. Bu görüşmeden inşallah iyi niyetle
beklediğimiz bir netice alınabilirse, o zaman dünya çok daha farklı
bir adımı atmış olur.
ABD Başkanı Donald Trump ile bugüne kadar sizin iletişiminiz ve ilişkileriniz iyi oldu. Dünyadaki birçok sorunun çözümüne de birlikte katkıda bulundunuz. Geldiğimiz noktada Trump'ın Gazze’ye yönelik açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gazze’de kalıcı barışın olması, soykırımın durması açısından Filistin ve Gazze meselesinde ABD yönetimi ile Türkiye bir ortak strateji geliştirebilir mi?
Amerika Birleşik Devletleri maalesef bölgemizle ilgili yanlış bir hesap yapıyor. Bu coğrafyanın tarihini, değerlerini, birikimini hiçe sayan bir yaklaşım içinde olmamak gerekir. Bu coğrafyada çekilen acılar yokmuş gibi davranmak, ABD'ye bir şey kazandırmaz. Siyonistlerin yalanlarına, itibar edip bu coğrafyanın ayarlarıyla oynamak mevcut yaraları kanatmaktan başka bir işe yaramaz. Bu yol yanlış bir yol. Ülkesinde hala hakkındaki yargı süreci devam eden Netanyahu’nun söylediklerine inanmak, bölgeyi kana bulamaktan başka bir işe yaramıyor. Bunu da çok açık net gördük. Bu özlenen barışı getirmez, aksine çatışmaları daha da derinleştirir, kanı ve gözyaşını artırır. İsrail için, kendi çıkarından daha önemli bir şey yoktur. Tarihe bakın, kendilerine devlet kurduran ülkelerle dahi bunlar ters düştü. Sayın Trump’tan seçimden önce verdiği vaadi yerine getirmesini bekliyoruz. Yeni bir savaşı değil, barışı inşa edecek adımlar atmalıdır. Bu bölgede ‘ben yaptım oldu’ yaklaşımına yer yoktur. Gazze'deki durum gerçekten son derece hassas ve karmaşık bir noktada. Gazze'de yaşananlar, uluslararası hukuk ve insan hakları açısından büyük tepkilere yol açmaktadır. Bu konuda adil bir çözüm arayışı her zaman ön planda olmalıdır. Filistin halkının, korunması ve adil bir çözüm bulunması açısından hakkaniyetli bir yaklaşım, bizim için çok çok önemli. Türkiye her zaman Filistin'in haklarını savunmuş ve uluslararası arenada bu meseleye dikkat çekmiştir. Sağlanan ateşkeslerde Türkiye'nin çabaları inkar edilemez. Tüm bu çabalar ortadayken, Gazze ve Filistin konusunda hakkaniyetli bir çözüme ulaşmak amacıyla stratejiler de geliştirilebilir. Bu adımlar ancak Filistin halkının benimseyeceği ve gerçekten adil bir çözüm önerileceği koşullar altında atılabilir. Gazze'deki soykırımın sona ermesi ve kalıcı bir barış için tüm ülkelerin iş birliği yapması, sağduyu ile hareket etmesi gerekmektedir. Kalıcı bir barışı sağlamak için uluslararası toplumun ve özellikle büyük güçlerin yapıcı bir tutum sergilemesi çok önemli. Barışa giden yolda her türlü iş birliği ve strateji olumlu bir adım olarak değerlendirilse de esas olan Filistin halkının haklarının korunması ve onlara adil bir yaşam sunulmasıdır. Ancak süreç ‘kıyamet kopsun’ gibi ifadelerle ve katil Netanyahu’nun hayallerini süsleyen, Gazzelilerin sürgün edilmesi gibi yanlış planlarla sağlıklı bir şekilde ilerleyemez. Gazze'den Filistin halkının çıkarılması kabul edilemez. Hiçbir Müslüman ülkenin kabul etmeyeceği bu plan Gazze ve Filistin halkının haklarını hiçe saymaktadır. Bu tür bir yaklaşım uzun vadeli kalıcı barışın sağlanmasına katkı sağlamaz, aksine çatışmaları körükler. Uluslararası toplumun, insan haklarını ve insani yardımı gözetmek yerine siyasi hesaplarla hareket etmesi bu bölgedeki krizleri de derinleştirir. Bütün bu yaraların onarılması da 1967 sınırları temelinde bağımsız bir Filistin Devleti'nin varlığının kabulüyle mümkündür. Gerçek bir barış, ancak her iki tarafın da haklarının tanındığı, eşitlik ve adaletin sağlandığı bir temel üzerinde inşa edilmelidir. Bu temel üzerine inşa edilecek her türlü barışa yönelik stratejiye ortak oluruz.
Sayın Cumhurbaşkanım, ABD ve İsrail’in tehcir
açıklamaları esir takası tamamlansa dahi daha büyük bir katliamın
geleceğini mi gösteriyor? Bu tehcir zorlamasında bölgesel bir savaş
riski görüyor musunuz?
Özellikle bu tehciri kabul etmek mümkün değil. Bu tamamen bir
vahşet olur. Buna yönelik de zaten dünya siyasetinde vicdan sahibi,
gerçekten olumlu yaklaşım içerisinde olanlar hep bunu söylüyorlar.
Dünya, gür bir sesle “barış ve kardeşlik” dediği müddetçe o savaş
çıkmaz. İsrail ise bölgesel savaşı istemeye devam edecektir ancak
bu onların yararına olmayacaktır. Kandan ve gözyaşından beslenen
bir yönetim şu anda İsrail'de işbaşında. Gazze'de son İsrail
katliamları başladığı günlerde koşa koşa İsrail'in yanında yer
almaya çalışanların bugün gerçeği görmeye başladığını da
gözlemliyoruz. Zalimlerin en karakteristik özelliği açık söyleyeyim
korkak olmalarıdır. Karşılarında güçlü bir irade gördüklerinde de
bunlar sinerler. O güçlü iradenin oluştuğuna ben şahsen inanmak
istiyorum. Toplumların vicdanı, liderlerin kararlılığı ile
birleşmeli ve bu zalimler inşallah kaçacak yer aramalıdır. Biz bunu
sağlamak için gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz. Çelikten
irademizi yok etme kudreti Allah'ın izniyle kimsede yoktur. Bu
saate kadar Hamas'ın verdiği sözlere sadık kalarak süreci
ilerlettiğini de açık net görüyoruz. Burada her zaman olduğu gibi
sözüne güvenilmeyen taraf İsrail yönetimidir. İsrail ordusunun
çekildiği bölgelerde Filistinlilere ait evleri yıktığı, arazileri
kullanılamaz hale getirdiğini biliyoruz. Gazze'de ateşkes devam
ederken İsrail'e ait insansız hava aracının Gazze şeridinin
güneyindeki Refah kentinin doğusunu bombaladığı ve bir
Filistinlinin şehit olduğunu da biliyoruz. Gazze'deki Sağlık
Bakanlığı, İsrail'in 19 Ocak'ta varılan ateşkes anlaşmasından bu
yana Gazze şeridinde doğrudan düzenlediği saldırılarda 92
Filistinlinin hayatını kaybettiğini duyurdu. Tüm bunlar İsrail
yönetiminin ateşkesi kalıcı hale getirmek amacında olmadığını bize
açık ve net gösteriyor. Amerika’nın cesaretlendirmesiyle yeni ve
daha büyük bir katliam stratejisi gütmesi, İsrail'in de daha büyük
kayıplar vermesine sebep olacaktır. 15 aydır ağır abluka ve
bombardıman altındaki Gazze'den gelen esir takası görüntüleri
Hamas'ın psikolojik olarak güçlü olduğunu gösteriyor. ABD yönetimi
de İsrail yönetimini bilmiyorum daha ne kadar şımartır. ABD halkı
ülke ekonomilerinde kara bir delik olan İsrail'in savaş maliyetini
daha ne kadar üstlenir bunu da göreceğiz. Esir takası sonrası
yaşanacak olası gelişmeler dikkatle izlenmeli ve barış için yeniden
bir araya gelme çabaları sürdürülmelidir. Gazze'deki durum oldukça
hassas ve her durumda gerginliğin artma riski bulunmaktadır. Bu
nedenle her iki tarafın da sağduyuyla hareket etmesi ve barışçıl
yollar araması büyük önem taşımaktadır.
Suriye geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile
Ankara'da bir görüşmeniz olmuştu. Suriye'nin yeniden ihyası,
inşası, güvenliğin ve birliğin sağlanması için zamana ihtiyacı var.
Türkiye de Suriye yönetimine, ülkenin düze çıkması için gereken
desteği sağlıyor. Fakat bu bir zaman alacak. Problemlerden bir
tanesi var ki zamana bırakılmaması gerekiyor. Bu da PKK meselesi.
Ahmed Şara sizinle yaptığı görüşmede PKK terör örgütüne yönelik
hangi adımları atacağına ilişkin bilgi verdi mi? Siz Suriye'de
PKK'ya silah bıraktırılması konusunda nasıl bir takvim
öngörüyorsunuz?
Suriyeliler, ülkelerinin geleceğine karar verme konusunda tüm
takdir hakkına sahiptir, yetki kendilerindedir. 61 yıl boyunca
halkına zulmeden Baas Rejimi yıkıldı. Şimdi Suriye, yeniden
birliğini kurma noktasında adımlarını atıyor. Allah yar ve
yardımcıları olsun. Bunun için Türkiye olarak biz de Suriye
halkına, bugüne kadar olduğu gibi, destek vermeye devam edeceğiz.
Suriye'de birliğin ve istikrarın sağlanması için yönetimin,
Suriye'nin tamamını kontrol etmesi bir gerekliliktir. Hele hele
terör örgütlerinin, Suriye topraklarındaki varlığı hem komşumuz
Suriye'nin hem de bizim için bir tehdittir. Kolay değil, 911
kilometrelik sınırımız var ve bu sınırı bizler kendi bölgemizden,
hatta Suriye tarafından korumak durumundayız. Suriye yönetiminin
terör örgütleriyle mücadelede kararlı olduğunu görüyoruz. Suriye’de
şimdiden birçok silahlı oluşumun kendilerini feshettiğini de
görüyoruz. Terör örgütleri, Suriye'de kendilerine yer olmadığını
anlamalılar. Bunun altını çiziyorum. Yoksa onlara bu gerçeği
anlatmak için harekete geçmekten biz de çekinmeyiz. Suriye'deki
durum her geçen gün aydınlığa kavuşuyor ve sorunların çözümü
kolaylaşıyor. Karmaşık ve zorlu bir süreç artık geride kaldı
diyebiliriz. Çünkü diyalog kuran, halkına dost bir yönetim artık
iktidarda. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile yapılan görüşmelerde
Suriye'nin yeniden inşası ve ülkenin birliği için atılması gereken
adımlar hakkında kapsamlı bir değerlendirme yaptık. Türkiye'nin,
Suriye'de barış ve istikrar sağlama konusundaki kararlılığı
bölgedeki tüm aktörler için de büyük önem taşıyor. Suriye'nin
kuzeyinde ülkemiz için tehdit unsuru olan terör örgütlerine barınma
imkanı, yaşama şansı vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Şara
yönetimine de bu konuda net tavrımızı belli ettik. Suriye'nin terör
örgütlerine karşı atacağı adımların neler olacağı ve nasıl bir
takvim çerçevesinde ilerleyeceği belli. Görüşmemizde terör
örgütlerine karşı atılacak adımlar üzerine bilgi alışverişinde
bulunduk, terör örgütlerine de en net şekilde uyarılarımızı yaptık.
Ya bu sese kulak verecekler ya da bırakmadıkları silahlarla onları
inlerine gömeceğiz. Bölgedeki tüm gelişmeleri yakından takip
ediyor, anında reaksiyon gösteriyoruz. Suriye yönetimi ile güven
duygusu ve iş birliğimiz tam. Bu da süreçlerin hızlanmasına
yardımcı oluyor. Türkiye'nin, Suriye'deki bu tür gelişmeleri
dikkatle takip etmesi ve zamanında müdahale etmesi yaşanabilecek
olumsuz sonuçların önlenmesi açısından çok çok önemli. Suriye'nin
geleceği ve toprak bütünlüğü için atılacak adımlar, sadece
Suriye'nin iç durumu değil aynı zamanda Türkiye'nin güvenliği ve
bölgedeki tüm aktörlerle olan ilişkileri açısından büyük önem
taşımakta. Terör örgütlerine karşı en küçük bir tahammülümüz yok.
Meseleyi çözecek adımları atmaya başladığımızda kimsenin bizi
oyalamasına, zaman kazanmaya çalışmasına da fırsat vermeyiz.
Ziyaret ettiğiniz üç ülkenin liderlerine TOGG hediye
ettiniz. Liderlerin TOGG'a olan ilgisi ve beğenisi, Türkiye'nin
otomotiv sektöründeki başarısı ve yenilikçi yaklaşımını da ortaya
koymuş oldu. Bu bağlamda, Malezya, Endonezya ve Pakistan gibi
ülkelere TOGG’un ihracatı ve bu pazarlarda konumlandırılması
konusunda somut adımlar atılması planlanıyor mu? TOGG’un bu
ülkelerde üretimi veya ortak girişimi gibi iş birlikleri gündeme
gelebilir mi?
TOGG bizim için bir final değil, bir başlangıçtır. Otomotiv
dünyasına attığımız güçlü bir adımdır. Bu yolda daha çok mesafe
almamız gerekiyor ve bu mesafeleri de alacağız. Otomobilimizi hangi
lider görse, test etse övgü dolu ifadelerini işitiyoruz.
Malezya'da, Endonezya ve Pakistan’da da bunun benzeri oldu. Hepsi
de aracı ve sunduğu konforu çok beğendiler. TOGG’un sektördeki
yerini sağlamlaştırıp yoluna devam edeceğinden hiç şüphemiz yok.
TOGG yalnızca Türkiye için değil, dünya genelinde de rekabetçi bir
oyuncu olma potansiyeline sahip. Malezya, Endonezya ve Pakistan
gibi ülkelerle TOGG’un ihracatı ve bu pazarlardaki
konumlandırılması konusunda somut adımlar atılması oldukça önemli.
Bu tür iş birlikleri sadece Türkiye'nin otomotiv endüstrisini
güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda bu ülkelerle olan ticari
ilişkileri de şekillendirir. Öncelikle TOGG’un bu ülkelerde
piyasaya sunulması, daha sonra da üretimi veya ortak yatırım
fırsatları elbette gündeme gelebilir. Nitekim Pakistan, ülkelerinde
üretim yapılması konusunu da gündeme getirdi. Bunlar önemli
adımlardır. TOGG'un yurt dışında konumlandırılması sadece otomotiv
sektörü açısından değil, aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası
prestiji ve ekonomik ilişkileri için de yeni bir kapı açacaktır. Bu
bağlamda iş birlikleri ve ortak yatırım fırsatlarını
değerlendirmek, her iki taraf için de kazançlı bir duruma
dönüşebilir. İnanıyorum, Türkiye'nin otomobili TOGG, ülkemizin
küresel markası da olacaktır. Çin başta olmak üzere Asya
ülkelerinin elektrikli otomobil konusunda ne kadar başarılı
olduklarını biliyoruz. Nitekim Çinli bir firmayla anlaşma yaptık.
Manisa'da bir fabrika kurma teşebbüsleri var. İmzaları İstanbul'da
Dolmabahçe'de attık. Yine Çin'in bir diğer markasının da Samsun'da
bir fabrika kurma teşebbüsleri var. Bu konuda çalışmalar devam
ediyor, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Fatih Kacır da takibini
yapıyor. Her ikisi de dünya çapında ciddi markalar. Bu araçların
Manisa ve Samsun'da üretilmesi Türkiye'deki otomotiv sektörüne çok
farklı bir hava getirecektir. TOGG'un iç piyasada yakaladığı
başarıyı, otomotivdeki bu ivmeyi sürdürmekte kararlıyız. Türkiye
TOGG ile adeta dünyaya sesleniyor ve ‘Biz de varız, buradayız ve
güçlüyüz’ diyor.
Sayın Cumhurbaşkanım, biraz iç politikaya döneceğim. AK
Parti'nin kongresine sayılı günler kaldı. Ankara’da “Parti
yönetiminizle aynı zamanda acaba kabinede bir değişiklik olacak
mı?” gibi konuşmalar, tartışmalar var. Siz hep bayrak yarışı
dediniz buna. En çok merak edilen konu nasıl bir kabine olacak,
nasıl bir A takımı olacak? Bir de bu A takımı sizin aynı zamanda
seçim takımınız olacak gibi bir yorum yapılıyor. Öyle mi
efendim?
Sahaya nasıl bir takım süreceğiz, bunu benden öğrenmek
istiyorsunuz. Hiçbir hoca, takımı okumadan sahaya sürmez. Bizler de
şu anda üzerinde çalışıyoruz. İşte İstanbul'u gördünüz, nasıl bir
coşku vardı. Bu coşkunun yanında nasıl bir yapılanma orada
gerçekleştirdik. İstanbul’da da aynı kadroyla sahaya çıkmadık.
Gerek ana kademede gerek gençlik ve kadın kollarında güzel bir
kadroyu yeni il başkanımızla beraber sahaya sürdük. Şimdi de bir
taraftan ayın 23'ünde gerçekleştireceğimiz kongre için
hazırlığımızı yapıyoruz. Orada da gerek ana kademeden, gerek
kadınlardan, gerek gençlerden oluşan dinamik bir yapıyı kuracağız.
Bu dinamik yapıyla da inşallah tüm Türkiye'nin demografik yapısını
göz önünde bulundurarak bir liste hazırlayacak ve siyaset arenasına
inşallah sunacağız. AK Parti olarak kongrelerimizi her zaman
yenilenme ve tazelenme için fırsat olarak gördük. Her kongremiz AK
Parti ve Türkiye için önemli dönüm noktaları da olmuştur. Çünkü
partimizi ve ülkemizi yöneten kadrolarımızı Büyük Kongrelerimizle
belirledik. Bu süreçleri de her zaman bir makam yarışı olarak
değil, hizmet aşkıyla yanan kadrolar arasında bayrak yarışı olarak
gördük. Amacımız her zaman, partimizi daha ileriye taşımak ve
hizmet anlayışımızı güçlendirmek oldu.
CHP'de de Cumhurbaşkanı adayı belirlemek için oldukça
hararetli bir süreç işliyor. Hafta sonu da CHP Genel Başkanı Özgür
Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'la bir araya geldiler, bir
toplantı yaptılar ve sonrasında da bir birlik mesajı vermek üzere
üç ismin içerisinde bulunduğu bir fotoğraf paylaştılar. Bu noktada
Mansur Yavaş'la Ekrem İmamoğlu arasında adaylık yarışını, kıyasıya
rekabeti siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum CHP'de bir
bölünmeyle mi sonuçlanır yoksa ana muhalefet tek lider adayı
arkasında buluşur mu? Yine buna ek olarak, CHP lideri Özgür Özel’in
bir açıklaması oldu. “Eğer Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak gelirse
bu bir sonraki seçim Erdoğan için referandum haline gelir” dedi.
Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Kime ne tür bir siyasi yasak gelir veya gelmez her şeyden önce bu
benim derdim değil. Bu yargının konusudur, bunların takibini yargı
yapar. Eğer birisi suç işlediyse, yargı bunun değerlendirmesini
yapar, cezasını verir. Kaldı ki Tayyip Erdoğan, zaten belediye
başkanı iken bu konuda malum 10 ay bir cezaya çarptırılmış ve 4 ay
10 gün cezaevinde yatmış bir belediye başkanıdır. Sayın Genel
Başkanın bunu örnek göstererek konuyu ifade etmesi doğru bir şey
değil. Demek ki, bu işlerden hakikaten çırak çıkacak. CHP’li
belediye başkanları ise, kendi aralarında şu anda savaşıyorlar. Ne
benim, ne arkadaşlarım bu konuda herhangi bir meselesi yoktur. Biz
şu anda işimize bakıyoruz. Biz yatırımlarımıza bakıyoruz. Bütün
bunlarla beraber partimizin bünyesindeki o diri yapıyı aynı şekilde
devam ettirmeye bakıyoruz. Şu anda da arkadaşlarımdan memnunum.
Hepsi görevinin başındadır. Parlamentodaki birliklerini,
beraberliklerini korumak suretiyle de yola devam ediyorlar.
Hatırlayın, meşhur hançer olayının hemen öncesinde CHP içinde
kaynayan kazanı anlattığımızda bunlar ne demişlerdi? Tamamen birlik
içerisinde olduklarını asla aralarında bir ayrılığın olmadığını
söylemişlerdi. Peki, sonra ne oldu? Gizli zoom zirvelerinde Sayın
Kılıçdaroğlu’nun sırtına hançeri kim saplayacak, onun planlarını
yaptılar. Hatırlayın, ülkenin Cumhurbaşkanı olmasını istedikleri,
karşımıza çıkarttıkları kişiyi, birkaç ay içinde yetersiz dahi ilan
ettiler. Şimdi hançer kimin elinde ve kimin sırtına saplanacak
doğrusu bunu da bilmiyoruz. Bu onların sorunu. Yeni zoom zirveleri
yapılıyor mu, kulislerde hangi fısıltılar yankılanıyor ve bu konuda
da kim, kimi nasıl vuracak, ben bunları bilemem. Böyle bir derdim
de yok. Bunların dertleri hiçbir zaman millete hizmet olmadığı
için, hep birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşguller. Allah bu
milleti inanın CHP'den korudu. Ya bunlar yerel yönetimlerin
bazılarında iş başına geldikleri gibi ülkenin başına gelseydiler
halimiz nice olurdu? Ana muhalefetin masa kurmaya ne kadar meraklı
olduğunu geçen seçimlerde gördük. Şimdi de belediye başkanlarıyla
kendi içlerinde üçlü masa kurdular. Bakalım onun sonucu ne olacak?
Öyle anlaşılıyor ki masada bu üç kişi de birbirini yemeye başladı.
Vatandaşım, bu kişilerin yönettiği belediyelerin durumuna bakarak
Türkiye'yi yönetemeyecekleri kararını süratle verecektir. Daha
kendi gündemlerine karar veremeyenlerin, dünya gündemini okuyarak
Türkiye'nin çıkarlarını korumasını beklemek yanlış olur. Bizim
seçim diye bir gündemimiz, derdimiz yok. Bunlar yatıyor,
kalkıyorlar, “seçimde seçim, seçimde seçim” diyorlar. Peki niye
seçim? Türkiye'de böyle bir sıkıntı yok ki. AK Parti Teşkilatı,
Genel Başkanı ve adayı ile yarın seçim olacak gibi hazırlık
yapıyor. Bunu gündemde bulundurmak, kaşımak kesinlikle bizim
planımızda, programımızda yok. Ankara'da yollar çamurdan
yürünmüyor. Sokaklar sahipsiz köpeklerden geçilmiyor. Aynı şey
İstanbul için de geçerli. Orada da aynı durum söz konusu. Vatandaş
hizmet beklerken, bunlar siyasi ikbal peşinde koşuyor.
CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sizin Manisa’da yaptığınız bir konuşmaya atıfta bulunarak katıldığı televizyon programında 2023 yılı Kasım ayında yapılan CHP kurultayı için “şaibe” iddiasını gündeme getirdi. Ardından bu konuyla ilgili Bursa'da bir soruşturma başlatıldı. Söz konusu soruşturma kapsamında yetkisizlik kararı verilmesiyle Ankara Cumhuriyeti Başsavcılığı tarafından aynı konuda yürütülen bir soruşturma olduğu ortaya çıktı. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde CHP'de yaşanan kurultay tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar ifade ettiğim gibi bizim sorunumuz değil. Bunlar tamamıyla yargının sorunu. Eğer ben bir siyasi parti lideri, Cumhurbaşkanı olarak bunları muhatap alırsam, benim gündemimi işgal ederse bu beni küçük düşürür. Böyle bir şeyi kabul etmem mümkün değil. Şunu açık net söyleyeyim ki bütün bunlar tamamıyla yargının konusudur. Bununla ilgili yargı nasıl bir tasarrufta bulunur, onu da vereceği kararla görürüz. Bunlar, CHP’nin yeni yönetimi ile eski yönetimi arasındaki kavganın yansımaları. Ancak oradaki çarpık ilişkiler ağı, siyaset kurumunun tümünü olumsuz etkiliyor. Meseleye dahil olan herkes CHP kurultayında neler yaşandığını biliyor. Ama “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyerek üç maymunu oynuyorlar. Halbuki gördüler, duydular, yaşadılar, biliyorlar. Konu, yargıya da intikal etti. İddiaların yargı tarafından araştırılması sonucu, birçok gerçeğin ortaya çıkması muhtemel. Görüyorsunuz partinin bir önceki Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da “şaibe yoktur” diyemiyor. Sadece mevcut CHP yönetiminin açıklama yapması gerektiğini söylüyor. CHP yönetimi ise iplikleri pazara çıkmasın diye konuya hiç temas etmiyor. Bakalım oradaki kötü kokular nasıl bir çukurdan geliyor?
Bolu Kartalkaya'daki otel yangını faciasından hareketle
acaba yapısal bir adım atmaya olan ihtiyacı nasıl
değerlendiriyorsunuz? Örneğin AFAD benzeri Türkiye genelinde sadece
belediye ölçeğine bırakılmayan daha kapsamlı bir itfaiye
teşkilatının kurulması gibi. Aynı zamanda gerek kamu tesisleri,
hastaneler başta olmak üzere gerekse yine vatandaşın yoğun
konakladığı bu tesislerde alınacak ilave önlemler noktasında
bakanlıkların çalışması sizin verdiğiniz direktifle belli bir
aşamaya geldi mi? Ve en önemlisi merkezi yönetimle yerel yönetimin
sorumluluk ya da yetki sınırlarına ilişkin de bazı belirsizlikler
de olduğu tartışma konusu. O noktada da bir adım atılacak
mı?
Her şeyden önce Bolu Kartalkaya’daki yangın faciasında yaşamını
yitiren kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına bir kez daha
başsağlığı diliyorum. Kartalkaya'daki olay çok çok hazin. Bolu'da
canımızı yakan bu olayın aydınlatılacağından kimsenin şüphesi
olmamalıdır. Benzerinin yaşanmaması için ne yapılabilir, nasıl bir
eksik bu felakete neden oldu, hangi tedbirleri almalıyız? Tüm bu
soruların yanıtı verilecek. Bir düzenleme gerekliyse mutlaka
yapılacak. Zaten Meclis’imiz şu anda biliyorsunuz bir araştırma
komisyonunu kurmuş vaziyette. Oradaki araştırma tedbirleri
konusunda inanıyorum ki bu komisyonun vereceği rapor, bizler için
de yol gösterici olacaktır. Bu tür olayların bir daha yaşanmaması
adına gerekli önlemler alınması son derece önemli. Konuya
yaklaşımda bir zihniyet değişimine gitmemiz şart. Yangın güvenliği
konusunda yeni kriterlerin getirilmesi, oteller, kamu binaları,
hastaneler ve plazalar gibi riskli alanlar için kritik bir adım
olacaktır. Bu tür yerlerde yangın güvenliği standartlarının
arttırılması ve düzenli denetimlerin yapılması hem can güvenliğini
sağlamak hem de mal kaybını önlemek açısından gerekli. Yerel
yönetimlerin ve merkezi idarenin yetki ve sorumluluklarının
belirlenmesi de çok çok önemli. Yerel yönetimler kendi
bölgelerindeki yangın güvenliği önlemlerini alırken, merkezi idare
de bu uygulamaların denetimini sağlamalıdır. Hükümetin bu tür
olayların ardından yangın güvenliği konusunda bakanlıklar
aracılığıyla yapacağı çalışmalar da son derece mühim. Hem yerel
yönetimlerin hem de merkezi idarenin iş birliği yaparak yangın
güvenliği alanında etkili bir strateji geliştirmesi ve uygulaması
toplumun güvenliği için kaçınılmazdır. Yargıya intikal eden olayda
sorumluların hepsinin hesap vermesi için ne gerekiyorsa bunu
yapacağız. Ülke ekonomimizin lokomotiflerinden turizm sektörümüzün
bu gibi felaketlerle yara almaması için devlet olarak ne
gerekiyorsa bunu da yapacağız.
Gerek Gazze ve Suriye gibi gündemler dolayısıyla gerekse
iç politikada aciliyet kesbeden gündemler dolayısıyla bir süredir
yeni anayasa gündemdeki ağırlığını yitirmiş gibi gözüküyor. Hem bu
süreçle ilgili bilgi vermenizi rica edeceğim, hem de seçimden önce
seçime de tesir edecek bir yeni anayasa sürecine Türkiye girer
mi?
Her şeyden önce anayasa konusu gündemde, üst sıralarda yerini
alıyor. Bu konu biliyorsunuz bizim her zaman gündemimizde.
Türkiye'nin yeni anayasa ihtiyacı gerçeğini unutmadan
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Türkiye'yi değişen dünyada geride
bırakan, ayağına pranga olan anayasanın yenilenmesi gerektiğini
anlatmaya da devam edeceğiz. Uzlaştırıcı, birleştirici, özgürlükçü,
toplumun tüm kesimlerini kuşatan sivil bir anayasa temel
hedeflerimizden biridir. Daha önce de söylediğimiz gibi biz bu
anayasa meselesini gündem kaygısıyla değil gerçek bir ihtiyaç
olduğu için gündemimizde tutuyoruz. Yeni ve sivil bir anayasa,
Türkiye'nin geleceği açısından büyük bir öneme sahip. Bu süreci
sadece hukuki bir belge oluşturmaktan ibaret görmüyoruz. Sivil
anayasayı 22 yılda Türkiye'ye kazandırdığımız demokratik değerleri,
insan haklarına dair kazanımları ve bireysel özgürlükleri garanti
altına almak olarak görüyoruz. Konunun zaman zaman gündemdeki
ağırlığını kaybetmesi yeni bir anayasaya olan ihtiyacı azaltmıyor.
Aksine bu süreç seçimlerden önce gündeme gelerek toplumda daha
fazla tartışma ve katılım oluşturabilir. Seçim öncesi bir yeni
anayasa süreci hem siyasi partilerin hem de toplumun bu konudaki
görüşlerini ortaya koyması açısından oldukça önemli olacaktır.
Türkiye'nin çeşitliliği ve dinamik toplumsal yapısı göz önüne
alındığında yeni bir anayasa hazırlığı, toplumun geniş kesimlerinin
ihtiyaçlarını dikkate alan kapsayıcı ve adil bir çerçeve oluşturmak
için kritik bir fırsat sunacaktır. Toplumun tüm kesimleri, yeni
anayasayı, Türkiye'nin geleceği için bir fırsat olarak
değerlendirmelidir. Bu süreç sadece siyasi bir araç değil, aynı
zamanda toplumsal barış ve dayanışma için de önemli bir adım
olabilir. Halkın desteği ve katılımıyla Türkiye'nin ihtiyaçlarına
yanıt veren bir anayasa taslağının oluşması bu arada mümkündür.
Cumhur İttifakı olarak bu konudaki samimiyetimizi her fırsatta
somut örneklerle gösterdik. Aynı hassasiyeti Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nde grubu bulunan diğer siyasi partilerden de
bekliyoruz.