Canlı kalkan, ilk kez konuştu!
Abone olBağdat’a canlı kalkan olarak giden AK Partili Fatma Bostan Ünsal Nuriye Akman'a konuştu..
Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman'a konuşan Ünsal, çarpıcı
açıklamalarda bulundu. Recep Tayyip Bey’e sormadım, Bağdat’a gitme
deseydi kalırdım İktidar partisinin kurucu üyesi, insan haklarından
sorumlu başkan yardımcısı ve Adıyaman Milletvekili Faruk Ünsal’ın
eşi olmak, yüklendiği misyonu daha da ‘anlamlı’ kıldı. Bu eylemin,
hükümete ne ölçüde aykırı düştüğünden, ne ölçüde bireysel
sayılabileceğinden sual eylendi. Cevapların değerlendirilmesine
yardımcı olacak özgeçmişi şöyle özetlendi: 1965’te doğdu. İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilgiler mezunu. Boğaziçi Üniv. Siyaset ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Georgetown
Üniversitesi’nde Center for Muslim–Christian Understanding’te
misafir araştırmacı oldu. Başkent Kadın Platformu ve AK Parti
mensubu olarak insan hakları içerikli pek çok uluslararası
toplantıya katıldı. Chomskey’nin Korsanlar ve İmparatorlar ve Dani
Rodrik’in Küreselleşme Sınırı Aştı mı? kitaplarının çevirisini
yaptı. Yabancı dille üniversiteye hazırlama kitabı var. Yakında
üçüncü çeviri kitabı Roy Mottahade’nin Peygamberin Hırkası çıkacak.
Fatma Bostan Ünsal, bu röportajın yazarı tarafından sevildi, cesur
ve duyarlı bulundu, dua ile uğurlandı.… Bu kararı alırken Tayyip
Bey’e sordunuz mu? Sormadım. Çünkü bu bireysel bir karar. Başvuru
formunu doldururken, sizi Tayyip Bey’in özel kalemi gördü. Genel
başkana söylemedi mi yani? Haber verdiniz mi? diye sormadım. Kurucu
üyesiniz. Hareketinizin bireysel olarak algılanma şansı var mı?
Benim talihsizliğim mi acaba? Kurumsal kimlikle bireysel kimlik
tamamen örtüşmüyor. Hareketim de, bu yüzden engellenmemeli. Onu
dinlemek zorunda kalacağınız için mi Tayyip Bey’e bunu sormadınız?
Konuşmuş olsaydım ve, “Hayır, gitme.” deseydi, dikkate almamazlık
edemezdim. Ama bu bir özerk alan, aklıma gelmedi hiç sormak. Tayyip
Bey, “Gitme.” dediğinde, “Peki efendim.” diyebilecekseniz, sizin
aslında özerk alanınız çok darmış derim ben. Çok kesin bir, “Hayır”
dese tabii genel başkanımdır, görüşlerine önem verdiğim birisidir.
Tabii bunlar hep faraziye. Gideceğinizi duyduktan sonra, “Gitmesini
tasvip etmiyorum.” demiş. Bunun basın yoluyla söylenmesini çok
uygun bulmuyorum. Böyle bir şey söylenecekse, her zaman için,
istediği her yerde ben olurum. Hani basın çok sıkıştırıyor ya, o
anda, söylenmiş bir ifade diye düşünüyorum. Gerçekten bana
ulaşılmasını istediği bir mesajı olsaydı, ulaşırdı. Belki de bir
taşla iki kuş durumu. Siz savaşa alenen karşısınız, başbakan, “Uzun
vadeli çıkarlarımız için ABD’nin yanında yer almalıyız.” diyor.
Tabii hükümet edenler, kendi sorumluluk anlayışı içerisinde hareket
ediyorlar. Ben bireysel sorumluluğumu yerine getiriyorum. Her şey
sanal. Hükümet üyesi olsaydınız, siz de savaşın yanında yer almak
durumunda kalacaktınız. Bunlar faraziyeler. Hükümetten bir karar
çıktığında oybirliği ile çıkar. Bunu yapmamak demek, bakanlıktan
istifa etmek demek. Çok ucuz kahramanlık geliyor, “İstifa etmeyi
göze alırdım.” demek. Gördük, aktif olarak barışın yanında adımlar
atıyor hükümet. İşte İstanbul’da topluyor Arap devletlerini,
birtakım şeyler söylüyor. Bu çerçevede, benim hareketimle çok
uygunluk arz ediyor. Ama yarın bir gün, eşinizin de içinde olduğu
Meclis grubu, Amerikan askerlerinin Türkiye’de konuşlanması için,
el kaldıracak. Eşiniz, karısının bombalanması için Amerika’ya
destek olacak. Olmayacak. Benim eşim İnsan Hakları Komisyonu’nda.
Çok önce kendilerinin oylarının, “Hayır” olacağını söylediler.
(Üslerin tadilata açılmasını öngören hükümet tezkeresinin perşembe
günü Meclis’te oylanması sırasında Ünsal’ın eşi Faruk Ünsal ret oyu
verdi.) Başörtülü olduğunuz için milletvekilliği hakkınızı eşinize
devrettiniz. Öyle demeyelim. Diyelim. Bence bir anlamda kocanız
sizi kendisine canlı kalkan yapmış oldu. O yüzden mi şimdi Bağdat’a
canlı kalkan gitmenize sesini çıkarmıyor? Her şeyden önce eşim,
benden dolayı siyasete girmedi. Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye
koordinatörüydü. Görüşlerinin yansımasını uygun bulduk. Eşimin
babası 80 öncesinde milletvekilliği yapmış ve Adıyaman’a ekonomik
olarak çok yardımı geçen bir insan olduğu için, eşimin siyasete
girmesi çok normal bir şeydi. Ben belki bir katalizör oldum. Neden
kendisi de gitmiyor, parti grubundan izin mi alması gerekiyor?
Öyle. Çünkü yasama faaliyeti içinde bulunması gereken bir insan.
Eşim gitse ben kalacaktım. Çocuklar var. 11 ve 8 yaşlarındalar
değil mi, nasıl karşıladılar? Onlar çok net bilmiyorlar. Ben zaten
çok gezen bir insanım. 11 Eylül’de uçaktaydım. Güney Afrika’daki,
ırkçılık aleyhtarı toplantıdan geliyordum. Daha öncesi, Georgetown
Üniversitesi’nde 4 ay çalıştım. Alışkınlar yani, seyahat eden bir
anneye. Çocuklara da, “Barış için gidip geliyoruz.” diyorum.
Kendinizle birlikte çocuklarınızı da aldatmış olmuyor musunuz? Bu
savaş kaçınılmaz görünüyor. Görüş farklılıkları var. Milyonda bir
ihtimal bile olsa, onu engellemek için katılıyorum. Çocuklarıma hep
şunu söylüyorum: İnsan kendisine sunulan koşulları aşabilecek bir
performans sergileyebilir. Var olan koşullar ne olursa olsun, siz
insansınız, çevreyi değiştirebilecek özelliklere sahipsiniz. Bunun
için her şeyi göze alın. Başka hangi koşulları değiştirmeyi
başardınız? Değiştirdim mi bilmiyorum, ama bir mücadele içindeyim.
Başörtülü kadın dendiğinde, statüko evde oturmaktır. İnsanlar
gördükleri modellere göre düşünürler. Seçmen tabanınıza iyi bir
model olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Model demiyorum da, bir
alternatifim. Ben böyleyim, mutluyum ve çevrem için de iyi şeyler
yaptığımı düşünüyorum. Kadınlar olarak birtakım zihinsel
engellerimiz var. Mesela, parti başkanı olmayı düşünmüyoruz
siyasete girerken. Siz de bilirsiniz: Bir küçük balık, bir de onu
yiyen büyük bir balık var ve araya cam koymuşlar. Büyük balık,
küçük balığı yemek için saldırıyor, cam var yiyemiyor. Bir müddet
sonra cam kaldırılmış. Görülmüş ki, büyük balık küçük balığı yemek
için teşebbüs bile etmiyor. Veya: Pireyi kibrit kutusuna koymuşlar.
Çıkarttıkları zaman sıçrayamamış. Evet, ben kadınları da böyle
görüyorum. Siz, onları belli yerlerde görmüşsünüz. Sonra “hadi”
demişsiniz, “Kaldırdık engelleri, şimdi atılın.” Zihinleri engel
olmuştur. Kadın kendi başarısından korkuyor, IQ’sünün çok altında
işlerde çalışmaya razı oluyor genelde. Siz neden daha azına razı
oldunuz? Milletvekili olmayı istemiyor muydunuz? Bütün koşulları
değiştiremeyiz tabii ki. Başörtüsü konusunda fedakârlıkta
bulunamam. Belki, daha yükseğe çıkmaktan siz de korkuyorsunuz.
Milletvekilliği çok anlamlı bir şey değil. Ben çalışıyorum zaten
siyasetin diğer alanlarında. Partiniz, başörtülülerin milletvekili
olmasına karşı çıkan sisteme ve seçmen tabanına ‘anlamlı’ bir mesaj
vermek için sizi ‘canlı kalkan’ olarak kurucu üye yaptı ve siz daha
azına razı oldunuz. Öyle değil tabii. Sadece milletvekili olmak
değildir siyaseti yapmak. Şunu beklerdim tüm basından. O dönemde
başörtülü kadınların canlı kalkan olduğundan bahsedildi mi?
Bahsedilmedi. Şimdi bahsedilmesini ahlaki bulmuyorum. İnsan
haklarından sorumlu başkan yardımcısısınız. Şimdi koltuğunuza bir
milletvekilini getirmek istiyorlar. Niye karşı çıkmıyorsunuz? İlk
başta ben de karşıydım, fakat şimdi doğru buluyorum bu kararı. Bir
yıldır bu mevkideydim, pek çok yere de gittim. Çoğu yerde AK
Parti’nin bu konuya duyarlılığını gösterecek şekilde
anlaşılmıyorsunuz. Bir milletvekili gittiğinde bu konuya AK Parti
daha çok önem veriyor gibi oluyor. İnsanların önyargıları işte.
Belki de sizin yerinizi alacak olan kocanıza ‘fazla’ saygıdan veya
‘yeterince’ feminist olmadığınız için buna ses çıkarmıyorsunuz?
Zaten feminizmi anlamlı bulmuyorum. Elbette ki kadın hareketlerine
evet. Ama bazı sınırlamalarla. Yoksa feminist derseniz, sizi
lezbiyenlikten bir adım öne geçirecek bir şey bulamazsınız. Yok
artık! Feminizmin birçok yorumu var. Siz biraz önceki söyleminizle
pekala feministsiniz bence. Bunu ifade etmek çok anlamlı değil.
Feminizm, adaletsizlikleri teşhis etme yönünde bir adımdır, ama
bana göre vahiyle sınırlanması gereken bir harekettir. O sizin
tercihiniz. Sonuç olarak siz, kadına eşitsiz muameleye karşı
savaşmış bir insansınız. Ama kendi insan hakları başkan
yardımcılığınız için savaşmıyorsunuz. Bence kurucu oldunuz, mesajı
verdiniz sisteme ve seçmene; işiniz bitti sizin. Yavaş yavaş
erkeklere bırakın artık mevzilerinizi! Yok biz öyle düşünmüyoruz.
(Gülmeler) Biz, “Kadınlara kota koyalım.” derken, Tayyip Bey bize
şunu söylemişti: “Siyaset gönül gerektiren bir şey. Kota
koyduğumuzda belki istek olmayacak, mecburen kadın aday göstermek
zorunda kalabiliriz.” Ben de şu cevabı vermiştim: “O halde kadınlar
istek gösterirler ve siz almazsanız, o zaman biz peşinizde
olacağız.” O yüzden parti de test edilecektir şimdi. Belediye
meclislerinin seçimleri yakın. Ben fiili bir kotayı görmek
istiyorum. Yani istekli olduğu ve birtakım şartları da yerine
getirdiği halde, bir kadın yarışa giremiyorsa, bu olmaz. Sizin gibi
akıllı kadınların daha aktif görevlere verilmesi gerekirken,
partiniz saklıyor sizleri neredeyse. Yoo, ben Güney Afrika’daki
Irkçılık, Irkçı Ayrımcılık, Yabancı Düşmanlığı ve Her Türlü
Ayrımcılık Karşıtı Birleşmiş Milletler Konferansı’na AK Parti’yi
temsilen gitmiştim. Partiniz niye o zaman Chomsky’nin desteklenmesi
için mahkemeye sizi göndermedi? Sadece beni değil, kimseyi
göndermedi. O dönem, insan hakları, tehlikeli görülen alanlardı.
Bunu nereden öğrendiniz? Aşkolsun biz gazeteciyiz! Amerikan
Müdahaleciliği kitabı Kürt meselesi ile ilişkilendirilmişti. Ben,
“Chomsky ne söylerse söylesin, ifade özgürlüğü çerçevesinde
desteklenmesi gerekir.” dedim. Çünkü parti kurulduğu zaman Tayyip
Bey Voltaire’in ünlü sözünü ifade etmişti. “Fikirlerinize
katılmasam bile, bunları ifade etmeniz için ölmeye hazırım.” Evet.
Ben Chomsky’nin kitabının tercümanının, şirketin mahkum edilmesine
karşıydım. Bu amaçla da, “Destek olalım.” demiştim. Herkes bunu
kabul ediyordu, ama bazı şartlar çerçevesinde bunun olmaması
gerektiği ifade edildi. Ama siz yine de gittiniz? Gittim, ama
partiyi temsilen değil, kişisel olarak. Başka ‘asilik’ yaptığınız
oldu mu? İlkokuldayken Kur’an kursuna gidiyordum. Yakın bir
arkadaşım, Nun ve Be harfini karıştırdı. Bilir misiniz? Tabii
bilirim. Nokta üstte oldu mu ‘nun’, altta oldu mu ‘be’. Doğru. İşte
öğretmen bir kez vuracak arkadaşımın eline. Ama, “Bir arkadaşın
bunu üstlenirse sana bu cezayı vermeyeceğim.” demişti ve ben
olmuştum onun yerine cezayı yiyen. Gençliğinizde öğrenci
hareketlerine girdiniz mi? Girmedim. Başörtüsü problemini ben
yaşamadım, ama arkadaşlarım yaşamıştı. 1987’de başörtüsü yasağı
için Ankara’da yapılan açlık grevine İstanbul’da imza toplamıştım.
Sizi böylesine mücadeleci yapan etkenlerin izlerini yetişme
tarzınızda yakalayabilir miyim acaba? Tabii, benim anneannem genç
kızlığında Trabzon, Çaykara’da, 4 yıl ormanda kalmış, yalnız
başına. İstemediği birisi ile evlenmemek için. Hatta o dönemde, bir
başkası da kaçırılmış, onu kurtarıyor. Dağ evleri var ya, onlardan
birine bir kızı getirmişler. Onu da kurtarıyor. Arada orman
evlerine giriyor. Bir şeyler yiyor, çıkıyor. Sonra ormanda yatıp
kalkıyor. Neneme, “Yabani hayvanlardan korkmaz mıydın?” derlermiş.
O da, “Bir ayı çıksa karşıma, ağzını yararım diye düşünürdüm.”
dermiş. Kendine çok güvenliydi. Neneniz, sizi nasıl etkiledi? ‘Size
dayatılan şeyleri kabul etmek zorunda değilsiniz, bir çıkış
olabilir her zaman’mesajını almışımdır. Annem de süperdir benim.
Çok zeki bir insandır. Medeni cesareti çoktur. Bazen eğitimin
insanları çok törpülediğini düşünüyorum. Peki, 10 yıllık evlisiniz.
Eşinizin gömleğinin temiz ve ütülü olmasından siz mi sorumlusunuz?
(Gülüyor) Alışkanlıkların sonucu olarak aşağı yukarı öyle. Mesela
sadece kendi soyadımı kullanmak isterdim. O dönemde konuştuk bunu,
pek taraftar olmamıştı. Şimdi diyor ki: “Nasıl kabul etmemişim?” O
da aşama gösterdi. Eşimin sayesinde ben pek çok kişi için
düşünülemez şeyleri yaptım; hakkını teslim etmek istiyorum.
Bağdat’ta hangi binada duracağınızı nasıl seçeceksiniz? Ben hastane
ve kreş düşünüyorum. İçinde siz varsınız diye orayı bombalamaktan
vazgeçerler mi? Yani böyle bir sivil inisiyatifin olduğunun
bilinmesini önemsiyorum. Düşünürler en azından. Korkuyor musunuz?
Yok. Tabii. Anne olarak, arkadaş olarak, hoca olarak
sorumluluklarım var. İki haftamı ayırdım buna. Belki de şöyle
düşünüyorsunuz: “Ben dönene kadar savaş çıkmaz.” Bazen
düşünüyorumdur belki, ama bunun çok ahlaksızca bir şey olduğunu da
biliyorum. Saddam’a alet olmamak nasıl sağlanacak? Mesela bir saray
koruması söz konusu olduğunda buna ‘hayır’ demekle. Biz ancak
hastane vs. için kalkan olabiliriz. O bir diktatör. Sizi yaka paça
tutup, saraya koyarsa? Çok kötülükler yapmıştır Saddam biliyorum.
Yine de insana ve iyiliğine bir güvenim var. Yani kendi hayatını
riske atarak korumaya gelen insanlara bu kadar canavarlaşamaz.
Kenneth O’Keefe’nin önderliğine inanıyor musunuz? Başka bir oyunun
parçası olma ihtimali var mı? Müslümanlar zahire göre davranır. Art
niyet araştırmayı uygun bulmuyorum. Beyan asıldır. Ona güven
belirttim ve gidiyorum.