Çanakkalede Almanlar için mi öldük?
Abone ol8,5 ay süren Çanakkale kara muharebeleri ilk günde bitermiş aslında
Doç. Dr. İsmet Görgülü Bilgi Kitabevinden çıkan
yeni kitabı ile Çanakkale Zaferin'de sorulmayanları soruyor.
Çanakkale'de büyük bir zafer kazandık ama
Çanakkale'de kaybettiğimizin 10'da biri ile Türk neslinin hayatını,
vatanını ve bağımsızlığını kurtardık. Dolayısıyla Çanakkale'deki
kaybımız normal değildir, normal üstüdür,
aşırıdır.
Çanakkale Zaferi ile övünürüz. Hakkımızdır. Bu zafer için
verdiğimiz normal üstü insan kaybımızla da üzülürüz. Üzülürüz ama
genelde bunu savaşın bir gereği gibi görür ve kabulleniriz. Acaba
bu savaş, verdiğimizden daha az insan kaybı ile sonuçlandırılamaz
mıydı veya neden bu kadar fazla insan kaybettik, gibi soruların
üzerinde durmayız. Bunun hesabını sormayız.
8,5 ay süren Çanakkale Muharebeleri'nde, yaklaşık 4 yıl
süren Kurtuluş Savaşında kaybettiğimiz insanın 10 katını kaybettik.
Çanakkale'de büyük bir zafer kazandık ama Çanakkale'de
kaybettiğimizin 10'da biri ile Türk neslinin hayatını, vatanını ve
bağımsızlığını kurtardık. Dolayısıyla Çanakkale'deki kaybımız
normal değildir, normal üstüdür, aşırıdır.
Aşırı insan kaybımıza sebep de, Çanakkale Muharebeleri'nde Türk
ordusunun içinde yer alan az sayıdaki Alman komutanlar ve başta bu
muharebeleri yöneten Alman Ordu komutanıdır.
Alman komutanlar zaferin bedelini ağırlaştırmışlardır. Türk
ordusunun daha fazla kayıp vermesine sebep olmuşlardır. 5. Ordu
Komutanı Alman Liman Paşa, uyguladığı savunma şekli ile, Gelibolu
Yarımadası'nı, üzerine arıların üşüşmesini sağlayacak bal peteğine
çevirmiştir. Karşılığında yarım milyon İngiliz, Fransız askerini bu
petekte tutmuştur ama bunun bedelini Türk'e kanıyla ödetmiştir.
Liman Paşa'nın Türk komutanların hazırladığı savunma planını
değiştirerek, düşmanın kıyıya çıkmasına imkan vermesi ve sonrasında
da Alman tümen ve kolordu komutanlarının hiçbir taktik esasla
bağdaşmaz şekilde, olur olmaz, gece gündüz, sık sık karşı
taarruzlar yaptırmaları, Türk'ün aşırı kayıp vermesinin esas
nedenidir. Çünkü bu karşı taaruzlar düşman makinalı tüfeklerinin
biçici ateşlerine karşı yapıldı. Her bir karşı taarruz 5-10 bin
Türk'ü alıp götürdü. Çanakkale'de taarruz eden düşman olmasına
rağmen, Türk ordusu düşmandan 4-5 kat fazla taarruz etti.
Türk ordusu Türk komutanların hazırladığı savunma planı ile bu
muharebeye başlasaydı, "Çanakkale" birinci günde
"18 Mart"ta ki gibi, İngiliz ve Fransız'ın
yenilgisi ile sonuçlanırdı. Böyle olunca da Suriye-Filistin ile
Irak cephelerinden kuvvet çekmeye, Kafkas cephesinin zararına
düzenlemeler almaya gerek kalmaz ve bu cephelerdeki kuvvetler
zayıflamamış olurdu. En önemlisi de, on kere Türk Kurtuluş Savaşı
yapacak sayıda kayıp verilmemiş olunurdu.
Alman'ların Çanakkale Muharebeleri'nde güttükleri niyeti,
belgelerde, kaynaklarda açık olarak görmeyi beklememek gerekir.
Çünkü bir devlet diğerine karşı gerçek niyetini genelde örter,
anlaşılmamasını ister. Bu ancak uygulanan politikaların analizi ile
ortaya çıkarılabilir. Örneğin; Birinci Dünya Savaşında Almanya'nın
Türkiye'yi sömürge yapmak istediğini, Alman belgelerinde
göremiyoruz. Ancak o dönemi yaşayanlardan ve analiz yeteneğine
sahip olanlardan; Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Ali İhsan
Sabis gibi; öğreniyoruz ki Almanya Türkiye'yi sömürgesi yapmak
istemiştir. Savaş içinde Türkiye'ye yönelik uygulamaları da bunu
doğrulamaktadır.
"Çanakkale" deki niyetlerini de uygulamalarını
irdeleyerek belirleyeceğiz. Asıl irdelemeyi bir sonraki maddede
yapacağız ama burada birkaç nokta üzerinde duralım ve niyetlerini
ortaya koyalım.
Çanakkale Muharebeleri'ni yapan 5. Ordu'nun 24 Mart 1918'de
kurulmasına emir verilir. Ve komutanlığına Alman generali Türk
mareşali Liman von Sanders atanır. Liman Paşa, bu ordunun
kuruluşunun kendi gayreti ile olduğunu yazar ve şöyle der :
"Nihayet 24 Mart'ta Enver, Çanakkale bölgesinde 5. Orduyu
teşkile karar verdi. Türk Genel Karargahına bu kararı verdirebilmek
için benim harcadığım sürekli çabalara, son zamanlarda Alman
Sefareti ile Amiral Şuson da katılmışlardı".1
Komutanlığa atanışı için de çok kısa açıklama yapar, aynı gün Enver
Paşa'nın kendisine, 5. Ordunun komutanlığını önerdiğini ve derhal
olumlu yanıt verdiğini belirtir.2
Burada dikkat çeken nokta; 18 Mart'ta Boğaz'a yapılan büyük saldırı
ile yeni bir cephe olacağı kesinleşen Çanakkale'yi savunmak ve
dolayısıyla Başkent'i, savunmak için kurulan bir ordunun başına bir
Alman'ın getirilmesidir. Bu kişi Alman İslah Heyeti Başkanı'dır. 14
Aralık 1913'de İstanbul'a gelir, atama tarihine kadar olan
ilişkilerinden aslında Osmanlı yönetimi pek hoşnut değildir, bazı
sorunlar çıkarmış ve geçimsiz bir kişiliğe sahiptir. Emrinde
çalışan Alman'lar Liman'ı şöyle tanımlarlar: "Almanya'da
kolordu komutanlığı için uygun görülmeyen biri; nasıl biri olduğu,
emrinde hizmet edecek iyi kimseleri kaçırtacak kadar Alman
ordusunda bilinir; yabancı koşullara uymakta yeteneksizdir; çok
gururlu ve çok kuruntulu öfkeli bir adam; karakter bakımından büyük
makamlar için yetişmemiş; nezaketsiz ve kaba".3
Böyle bir kişi, Birinci Dünya Savaşı'nın ve devletin geleceğini
etkileyecek bir göreve atanır. Bazı kaynaklar bu atamayı
Enver-Liman çekişmesine bağlarlar; Enver Liman'ı sevmediği için
İstanbul'dan uzaklaştırmak istemiş ve bu atamayı yapmış.4 Son
derece önemli böyle bir atamanın gerekçesi bir geçimsizliğe
indirgenemez. Aralarında bir sürtüşme, geçimsizlik olduğu
kaynaklardan anlaşılıyor. Liman Paşa, başlangıçta Harbiye Nazırı,
savaş başlayınca Başkomutan Vekili olan ve kendisinin de amiri
durumunda olan Enver Paşa'ya tam itaat etmiyor, kendisini daha
büyük görüyordu. Böyle bir ortamda Enver Paşa kendisini
uzaklaştırmak istemiş olabilir. Çünkü savaş başlamadan önce Türk
Harbiye Nazırlığında Liman'ın Almanya'ya iadesi ve yerine Goltz
Paşanın gelmesi tartışılır.5 Ve sonunda Goltz Paşa gelir ama Liman
da yerinde kalır. Bu da gösteriyor ki, olaya Türk tarafından
baktığımızda, geçimsizliğinden dolayı Liman'ın uzaklaştırılması
için bu atama yapılmış olabilir kanısı doğuyor. Ancak olaya Alman
tarafından baktığımızda işin şekli değişiyor. Enver Paşa Liman
Paşa'ya savaşın ilk aylarında Kasım 1914'te ve Sarıkamış
Harekatı'ndan sonra Şubat 1915'te, iki defa Kafkas Cephesi'ndeki 3.
Ordu Komutanlığını önerir.6 Liman Paşa reddeder. Aynı Liman Paşa,
Mart 1915'te görev Çanakkale'de ordu komutanlığı olunca, kendi
ifadesiyle "derhal müspet cevap verdim"7 olur.
İşte buradaki soru şudur : Türk Başkomutanlığı, kendisine iki kere
ordu komutanlığı önerdiği ve hayır yanıtı aldığı bir kişiye; ki
bulunmaz Hint kumaşı değildir; üçüncü kez neden öneri yapıyor?
Kafkas Cephesini iki kez reddeden Liman Paşa nasıl oluyor da konu
Çanakkale Cephesi olunca hiç düşünmeden "derhal"
kabul ediyor?
Bu soruların yanıtı için elimizde bir belge yok ama mevcut
bilgilerin sentezi ile şöyle bir sonuca varılabilir. Enver Paşa,
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı devletinin başarısını Almanya'nın
başarısına bağlamıştı. Bu nedenle müttefikin her dediğini yapar
durumdaydı. Öyle ki Genelkurmay Başkanlığını bile bir Alman'a
bırakabilmişti. İşte bu atamada da müttefik Almanya'nın bir sözlü
ricası olmuş ve Liman Paşa da bu rica üzerine 5. Ordu Komutanlığına
atanmış olabilir. Bu kanımızı, daha önce iki kez ordu komutanlığı
önerisini reddeden Liman Paşanın da, 5. Ordu önerisini "derhal"
kabul etmesi kuvvetlendiriyor.
Liman Paşa'nın Ordu Komutanı olması ile Almanlar Çanakkale
Cephesindeki yönetimi ele geçirmiş olurlar. Ele geçirme Liman Paşa
ile sınırlı değildir. Çanakkale Muharebeleri'nin başlangıcında;
Boğaz tahkimatında önemli görevlerde Almanlar vardır; Arıburnu ve
Seddülbahir bölgelerinde Alman yoktur ama Kumkale bölgesinde iki
tümenli kolordunun komutanı ve tümenlerden birinin komutanı
Alman'dır. Mayıs 1915'ten itibaren Alman komutanların sayıları
artar. Seddülbahir bölgesinde 2 tümen komutanı; 2 grup komutanı; 1
kolordu komutanı; Arıburnu ve Anafartalar bölgesinde 5 tümen ve 2
kolordu komutanı; Saros bölgesinde ordu komutanı Alman olur. Ayrıca
kolordu, grup ve tümen kurmay başkanlıklarında ve topçu
komutanlıklarında Alman subaylara görev verilir8
Bu görevlendirme doğal görülebilir. Çünkü müttefiktir, beraber
savaşılmaktadır. Ama benzer yoğun görevlendirmeyi aynı dönemde
aktif olan Kafkas, Filistin ve Irak cephelerinde göremiyoruz. 1915
yılında, Kafkas Cephesi'nde biri Ordu Kurmay Başkanı, biri Tümen
Komutanı olmak üzere 2 Alman9, Filistin cephesinde biri Ordu, biri
Kolordu Kurmay Başkanı, biri Tümen komutanı olmak üzere üç Alman10
komuta kademesinde bulunurken Irak cephesinde hiç Alman subay
göremiyoruz.11
Bu bilgilerin bir anlamı olması gerekir. Bunlar Almanların
Çanakkale'ye özel bir önem verdiklerini, Çanakkale'deki harekatı
kendi düşüncelerine göre yönetmeye kararlı olduklarını, Türklere
bırakmaya niyetli olmadıklarını gösteriyor.
Atatürk'ün Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale ve sonrasında iki
buçuk yıl Kurmay Başkanlığını yapan İzzettin Çalışlar, günlüğüne şu
notu düşmüş:
"31 Mart 1915... 5. Ordu Kumandanı Liman Paşa, Sahil
Müfettişi Usedom Paşa, Donanma Kumandanı Merten Paşa, Anadolu
tarafındaki Kolordu Kumandanı Weber Paşa, Müstahkem Mevki Kumandanı
Cevat Paşa, Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa.
Almanlar Boğaz müdafasında emir ve kumandayı tamamen ellerine almak
istiyor gibi gözüküyorlar"12.
Almanların Çanakkale'ye önem verişlerinin sebebini bir Alman
kaynağında dolaylı olarak görüyoruz. 1927 yılında basılan, Alman
arşivinin "Grosse Krieg" (Büyük Harp) isimli
eserinin 9. cildinde, Çanakkale Muharebeleri anlatıldıktan sonra
değerlendirme bölümünde şu ifadelere yer veriliyor:
"Çanakkale seferi 1915 yaz ve sonbaharı süresince bir çok
düşman kuvvetlerini bağlamış ve (Avrupa) Batı cephesinden uzak
bulundurmuştu. Buna karşı kullanılan Alman kuvveti hemen hiç idi.
Türkiye, Alman Batı cephesine esaslı surette yardım göstermiş
bulunuyordu.
İngilizler tarafından 410.000 ve Fransızlar tarafından 79.000 asker
olmak üzere yarım milyon asker Çanakkale'ye karşı kullanılmıştı.
Sekiz ay devam eden muharebelerde düşman 252.000 askerden fazla
zayiat vermişti...
Liman Paşa'nın kararlı yönetimi de zaferde çok etkili oldu.
Kendisine bu vazifesinde 500 Alman subay, memur, astsubay ve asker
de yardım etmiştir. Bunlar kara ordusunda ve müstahkem mevkide
çeşitli yerlere dağılmış bulunuyordu".13
Türkiye'nin Çanakkale Muharebeleri Alman Avrupa Batı cephesine
önemli düzeyde yardım etmiş olması, dolaylı bir sonuç gibi
gösteriliyor. Oysa, bu dolaylı bir sonuç değil, Çanakkale
Muharebeleri'nden Almanların beklentisi idi. Çünkü, muharebeler
incelendiğinde, buradaki Alman komutanların muharebe öncesinden
itibaren bu düşünceye sahip oldukları, muharebeleri de bu
düşüncenin gerçekleşmesini sağlayacak şekilde yönettikleri
görülüyor. Onlar için önemli olan Gelibolu Yarımadası'nı düşmandan
temizlemek değil, buraya daha fazla İngiliz ve Fransız kuvveti
çekebilmek idi. Sıkışık durumda bulunan Avrupa'daki Alman Batı
cephesi ancak bu şekilde rahatlatılabilirdi. Liman Paşa'nın savunma
planı ve uygulamaları ile diğer Alman komutanlarının yönetimleri,
bu kanıyı doğuruyor.
Ve diyoruz ki, Çanakkale Muharebeleri'nin yarım milyon İngiliz ve
Fransız kuvvetini Avrupa Batı Cephesi'nden uzak bulundurması ve bu
bölgeye bağlaması ile Alman Batı Cephesi'nin rahatlaması, bu
muharebelerin bir sonucu değil, Alman açısından bir amaç idi.
Almanların "Çanakkale"'de niyeti de bu amacın
gerçekleşmesi idi.
Bu yaklaşımımızı kanıtlayan Alman uygulamalarından bazılarını
irdeleyelim.
Liman Paşa'nın Savunma Şeklini Değiştirme Ve Kıyıları
Boşaltma Kararı
"ÇANAKKALE" de her şeyi değiştiren, muharebeleri
uzatan, her iki tarafa yarım milyon insan kaybına sebep olan, Liman
Paşa'nın Türk savunma planını değiştirmesidir. Ordu Komutanıdır,
buna hakkı ve yetkisi vardır. Savaş sanatı matematik gibi değildir,
şablonlara dayanmaz, yaratıcılık ister. Bunları kabul ediyoruz ama
bizim burada irdeleyeceğimiz konu, Liman Paşa bu işi yaparken
samimi mi, muharebe sahası koşullarının gereğini mi yaptı, yoksa
Alman niyetinin gerçekleşmesine mi hizmet etti ?
Liman Paşa'dan önce Gelibolu Yarımadası'nda ve Anadolu yakasında
savunma düzeni şöyle idi. Birlikler, kıyılar hattına yerleştirilmiş
ve çıkarmayı daha düşman kıyıya çıkmadan önce su üstünde kırmayı ve
kıyıya çıkarmamayı esas alan savunma sistemine göre düzen
almışlardı. Çıkarmaya uygun yerler tahkim edilmiş ve buralar daha
fazla kuvvetle tutulmuştu. Geride her birliğin ihtiyatı
bulunuyordu, kuvvetin çoğunluğu kıyılarda idi.
Liman Paşa; 24 Mart 1915'te görev alır, 26 Mart'ta Gelibolu'ya
gelir, 28 Mart'ta muharebe sahasını göreceğini bildirir ama
gitmez.14 31 Mart'ta gider.15 Yanında Kolordu Komutanı Esat Paşa,
9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami ve 19. Tümen Komutanı Yarbay
Mustafa Kemal olmak üzere, Kabatepe ve Alçıtepe'den muharebe
sahasını görür.
İki tepeden muharebe sahasını görmekle, çıkarma planlarını yerinde
incelemeden ve de Kolordu ve Tümen Komutanlarının düşüncelerini
almadan, alınmış düzenin gerekçelerini dinlemeden, arazi üzerinde
emrini verir ve savunma şeklini 31 Mart'ta değiştirir. Bu
acelecilik nedendir? Ayrıntılı incelemeden, tartışmadan, önyargılı
olduğu anlaşılan böyle önemli bir değişikliği, "ben yaptım
oldu" anlayışı ile örtmesinin sebebi nedir?
Atatürk, Arıburnu Muharebeleri Raporu'nda muharebenin
kaderini değiştiren bu olayı anlatır. İki paragrafını verelim
:
"Liman Paşa, 9. Tümen tarafından, doğrudan doğruya sahilin
müdafaası bakış açısıyla alınmış olan tertibatı tasvip etmedi. Adı
geçen, sahili zayıf birliklerle gözetlettirerek büyük kısımları
geride bulundurmak ve düşman karaya çıktıktan sonra gerideki
ihtiyatlarla ve süngü hücumu ile karaya çıkacak olan düşmanı denize
dökmek görüşünü tavsiye ediyordu. Buna dayanarak yeniden alınmasını
emrettikleri düzen bu bakış açısına göre olacaktı...
Karargahlarımıza dönüşte 9. Tümen Komutanı yanıma gelerek alınması
emredilmiş olan yeni tertibat şeklinin kendisine güven vermediğini
söyleyerek bu konudaki görüşümü sordu. Ben de sahilin yalnız
gözetlenmesiyle yetinilmesi fikrine öteden beri karşı olduğumdan,
adı geçen komutana o yolda düşünce ve değerlendirmelerimi
açıkladım. Bunun üzerine 9. Tümen Komutanı tarafından Kolorduya
raporla istirhamlarda bulunulmuştur"16
Görüldüğü gibi Arıburnu ve Seddülbahir gibi asıl çıkarmaların
yapılacağı bölgeyi savunmakla görevli Tümen Komutanı Albay Halil
Sami'nin bile görüşü alınmamış, bu komutan aldığı emrin arkasından
ancak yazı ile düşüncelerini bildirebilmiştir. Bildirmiş, yani
itiraz etmiş ama kararı değiştirememiştir.
Başkomutanlık dahi karşı görüştedir. 5. Ordunun bildirmiş olduğu
savunma ana fikrine Enver Paşa 4 Nisan 1915'te verdiği cevapta,
karşı görüşte olduğunu bildirir ve şunları der:
"... Düşmanın Seddülbahir Yarımadası köşesiyle Kumkale'ye
karşı çıkarma yapmasını kuvvetle muhtemel görüyorum. Düşman
köşelere yerleşip kendisini tahkim ettikten sonra gemi ateşleri
himayesi altında, oradan sökülüp atılmaları çok zordur. Dolayısıyla
buralardaki kuvvetlerimizin hemen takviyesiyle düşmanın
yerleşmesine fırsat vermemek fikrini uygun bulurum. Her mıntıkada
olduğu gibi Anadolu tarafında da bir çıkarma esnasında düşmana
taarruz edilmesi fikrindeyim. Ayrıca düşmanın bir gün zarfında bize
üstün kuvvet çıkarabilmesi güçtür...".17
Başkomutanlık böyle diyor, bölgedeki Türk komutanlar hayır diyorlar
ama sonuç değişmiyor. Çünkü Liman Paşa kıyıları boşaltma, düşmanın
çıkmasına izin verme kararına bölgeye geldikten, durumu gördükten
sonra ve 31 Mart'ta emrini verdiği gün ulaşmış değildir. Bu karara
büyük olasılıkla Ordu Komutanı olmadan önce ulaşmış, daha doğrusu
kendisine dikte edilmiştir. Şimdi belirteceğimiz, bunu kanıtlar
niteliktedir. Başkomutanlığın sözünü ettiğimiz 4 Nisan 1915 tarihli
telgrafının giriş cümlesi şöyledir :
"13 Mart 1331 tarihli 7 numaralı mütalâanızı
okudum..." 13 Mart tarihi miladi 26 Mart'tır. 26 Mart'ta
bu kişi, Ordu karargahını kuracağı Gelibolu'ya gelir. O gün
yerleştiğini ve karargahını kurduğunu kendisi anlatır.18 Yine kendi
anlatımıyla 24 Mart öğleden sonra geç vakit görev alır, 25 Mart
gündüz hazırlık yapar ve akşamında vapurla İstanbul'dan ayrılır.19
26 Mart'ta da, yani Gelibolu'ya geldiği gün, Türk ordusuna çok
pahalıya mal olan savunma planını, Başkomutanlığa telgrafla
bildirir. Telgrafın metni üç büyük kitap sayfasıdır.20
Bir ordunun savunma ana fikrini ve harekat tasarısını hazırlamak,
ayaküstü yapılacak bir iş değildir. Zaman ister. En azından
muharebe sahasının etüdünü, düşman durumunu ve imkan ve
kabiliyetlerinin muhakemesini, Türk kuvvetlerinin durumunun ve ne
yapabileceklerinin incelenmesini gerektirir. Liman Paşa, bunları ne
zaman yapmıştır? Kimlere yaptırmıştır? Yanında sadece Kurmay
Başkanı vardır, henüz karargahı gelmemiştir.21 Araziyi
incelememiştir, Türk kuvvetlerini görmemiştir. Uygulanan savunma
düzenini incelememiştir.
Bu bilgiler çok açık olarak gösteriyor ki, Liman Paşa daha
Gelibolu'ya gelmeden, Alman niyetini gerçekleştirecek savunma
düzenine karar vermiş ve bu kararla bölgeye girmiştir.
Bu durumu, Çanakkale'de Liman Paşanın karargahında görev yapan ve
Alman İslah Heyetinin de üyesi olan Carl Mühlmann, kitabında üstü
kapalı doğrular.
"Gelibolu'da yapılacak bir sürü iş Generali (Liman)
bekliyordu. İlk iş olarak mevcut kuvvetleri gaye ve maksada
elverişli bir surette tertip etmek lazımdı.".22
Hangi gayeye, hangi maksada yönelik olarak savunma şekli
değiştirilecek, bu açıklanmıyor. Ama açıklanan bir şey var. Bu iş,
ilk iştir. İlk iş olduğuna ve bölgeye gelir gelmez yapılacağına ve
yapıldığına göre, ilk işin kararı bölgede değil, İstanbul'da ve
hatta büyük olasılıkla Berlin'de verilmiştir.
Olayların gelişiminden anlaşılıyor ki; bu kararın hazırlığı
İstanbul'da masa başında yapılmış; her şey hazır olduğuna ve bir
günde bir ordunun planı hazırlanamayacağına göre bu işler 5.
Ordunun kurulma kararından önce yapılmış; 5. Ordunun kurulması için
yoğun çaba harcayanlar ise Liman Paşa'nın açıklaması ile kendisi,
Alman sefareti ve Osmanlı Donanma Komutanı Amiral Şuson23 olduğuna
göre; bu karar ve hazırlığı sadece Liman Paşa tarafından değil,
Alman'lar tarafından yapılmıştır.
Almanlar; Çanakkale'de bir ordu kurdurttuğuna, bu ordunun başına
bir Alman geçirttiğine, daha ordu kurulmadan Çanakkale'de
uygulanacak savunma şeklini belirlediklerine, bu savunma şeklinin
İngiliz ve Fransızların kıyıda tutunmasına imkan verdiğine, kıyıdan
atılmamak için daha fazla kuvvete gereksinim duyup bölgeye kuvvet
yığmalarını sağlayacağına göre; Alman'ların Çanakkale'de niyeti
daha önce açıkladığımızdır. Savunma şeklinin değiştirilmesi de,
Çanakkale'yi daha kuvvetli savunmak için değil, niyetlerini
gerçekleştirmek içindir.
Kıyıları Boşaltmanın Gerekçesi ve
Tutarsızlığı
Liman Paşa, değiştirdiği savunma şeklini şöyle savunuyor:
"Cephe geniştir. Düşman çok üstün deniz kuvvetlerinin
desteğinde herhangi bir bölgeye çıkarma yapabilir. Çıkarma yerinin
şimdiden ve doğrulukla kestirilebilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan
kıyı savunmasını her yerde kuvvetli tutmak ve düşman çıkarmalarında
engel olabilecek yeterlilikte sabit düzenler aldırmak düşünülemez.
Buna karşılık, karaya çıkan düşman kuvvetlerini esnek bir güvenlik
perdesiyle karşılamak ve derinlikten hızla yetiştirilecek ihtiyat
grupları ile taarruz ederek denize dökmek mümkün ve çok daha
uygundur. Esasen, kuvvetlerin çoğunu kıyılar hattında bulundurmak,
onları düşman donanmasına ezdirmekten başka bir şey
değildir".24
Liman Paşa'nın 31 Mart'ta değiştirdiği savunma şeklinin esası;
kıyılar hattı gözetleme postaları ve güvenlik karakolları ile
örtülecek; yani kıyıda savunma yapılmayacak, kıyıdakiler düşmanın
nereye çıktığını haber verecekler; tümenlerin büyük kısımları,
düşman donanma topçusunun etkili menzili dışında toplu
bulundurulacaktı. Bunun gerekçesi de; çok üstün olan donanma
ateşinden korunmak, geniş bir cephenin her yerine yetmeyen
kuvvetleri serbest manevra olanakları içerisinde kullanabilmek,
savunmaya oynak ve esnek bir nitelik vererek etkinlik
kazandırmaktı.25
Bu uygulamanın ana fikri; düşmanın nerelere çıkarma yapacağı
önceden bilinemeyeceği için, önce düşmanın çıktığı yerleri görmek,
çıktığı yerlere güçlü ihtiyatlarla taarruz etmek ve çıkanları
denize dökmekti. Bunun anlamı, düşman henüz su üstünde bocalarken
bastırıp yok etmek yerine, çıkması beklenecek ve çıktıktan sonra
taarruz edilecekti.
Liman Paşa'nın dayandığı gerekçeleri tek tek ele alalım ve
irdeleyelim:
1. Düşman herhangi bir bölgeye çıkarma yapabilir; nereye,
nerelere çıkabileceği önceden kestirilemez
Kuvvetleri kıyıdan çekmesinin önemli nedenlerinden biri budur.
Cephe geniştir, her yere çıkabilir, her yeri savunamayacağımıza
göre, geride bekleyelim, hiçbir yeri savunmayalım der.
Bir komutan, özellikle bir ordu komutanı, yöneteceği bir
harekâtta, düşmanın ne yapabileceğini kestiremiyorsa, o an o görevi
bırakmalıdır, bıraktırılmalıdır. Bu iş kurmaylık eğitiminin "a,b,c"
sidir. Düşmanın ne yapabileceğine karar verememesi
kapasite yetersizliğinden olabilir ama Almanya'da tümgeneralliğe
yükselmiş birinin kapasitesizliği düşünülemez. Öyle olsa bile
karargahı var, kolordu ve tümen komutanları var. Bunlardan
yararlanabilir. Bunu da yapmadığı anlaşılıyor. Kolordu Komutanı
Esat Paşa, düşmanın ne yapabileceğine karar vermiş ve kendisinden
önce buna göre savunma düzeni almıştı. Yani kararsızlığa
düşmemişti. Ayrıca Yarbay Mustafa Kemal, daha 18 Mart'tan evvel,
düşmanın nereye çıkabileceğini, harekâtın nasıl gelişeceğinin
tasarısını hazırlıyor ve komutanlarına aktarıyor.26 23 Mart'a kadar
Eceabat Bölge Komutanı, yani Arıburnu ve Seddülbahir bölgesinden
sorumlu komutan olarak, yaptığı değerlendirmeye göre savunma düzeni
alıyor. 23 Mart'ta bölgesini devralan 9.Tümen Komutanı Albay Halil
Sami de, Mustafa Kemal'in aldırdığı düzeni uygun buluyor ve aynı
düzenle savunmasını kuruyor.27 (Liman Paşa'nın değiştirdiği savunma
şekli, bir bakıma Mustafa Kemal'in kurduğu şekildir.)
Görüldüğü gibi her üç Türk komutan da, düşmanın ne yapabileceği
konusunda kararsızlık yok, nerelere çıkabileceğini
değerlendiriyorlar ve ona göre kıyıda kuvvetli olacak şekilde
savunma düzenlerini alıyorlar.
Liman Paşa'ya dönersek, düşman herhangi bir bölgeye çıkarma
yapamaz. 100 km.lik kıyı hattı varsa, bunun her km.si aynı oranda
çıkarma riskine veya imkanına sahip değildir. Önce coğrafya izin
vermez. Coğrafyanın izin verdiği yerlerde, gene aynı riskte olamaz.
Çünkü yapılacak çıkarmanın bir maksadı, bir hedefi olur. Bu
yapılacak çıkarmanın maksadı ve hedefi de gayet açıktır. 18 Mart'ta
donanması ile açamadığı Çanakkale Boğazı'nı açmak ve bunu
sağlayacak Boğaz tabyalarını ele geçirmek. Düşmanın maksat ve
hedefi belirlendikten sonra, ikinci soru, bunu sağlamak için
nerelere çıkabileceğidir.
Mustafa Kemal, bu muhakemeyi basit ve anlaşılır şekilde
yapar. Devamını alıntılarla sürdürelim.
"Düşmanın... büyük kuvvetlerle ciddi olarak çıkarma
teşebbüsünde bulunacağına kesin olarak hüküm vermiştim.
İncelemelerime göre, düşmanın çıkarma için seçeceği sahil...
Seddülbahir ve Kabatepe ile kuzeyi ve güneyi idi...
Düşman Seddülbahir bölgesini boydan boya (donanmasıyla) ateş
altında bulundurabilmek imkanına sahipti... Düşman bu bölgeye
çıkmayı ve Alçıtepe'yi elde etmeyi başardığı taktirde, Boğaz'ın
girişinden itibaren önemli bir bölümüne sahip olmuş olacaktı.
Alçıtepe'ye yerleştireceği bataryalarla, ... Boğaz bölgesinin her
iki tarafındaki bataryalarımıza etkili olacak ve özellikle Rumeli
kıyısındaki bataryaları tahrip edecek ve donanmasını da Boğazın
içine sokarak ortaklaşa maksatlarını gerçekleştirecekti.
(Bölge donanma ateşine açık olduğundan) takviye için hareket edecek
kuvvetler, Alçıtepe'den sonra gözden ve ateşten korunma imkanı
olmayan düz bir bölgeyi geçmek mecburiyetinde bulunacaklar.
Dolayısıyla düşmanı Seddülbahir'e çıkmaktan men edebilecek kuvvet,
doğrudan doğruya, kıyıda savunma mevzilerine yerleştirilmiş olan
kuvvetten ibaret kalacaktı.
Bu kuvvet; önemli düşman teşebbüsüne karşı koyacak kadar olmaktan
ve kendisini donanma ateşinin yıkıcı etkilerine karşı koruyacak ve
ancak düşman piyadesinin sahile yaklaşması ve kıyıya çıkması anında
faaliyete geçebilecek tedbir ve tertiplerden mahrum bulunursa,
tehlikenin bertaraf edilmesini zor görüyordum...
Kabatepe ve yakın kıyıları hakkında da düşündüğüm noktalar
şunlardı: Bu kıyı bölgesi Boğaz'ın gerçekten kilidi olan
Kilitbahir'e pek yakın bulunuyor. Düşman baskın tarzında buralara
çıkarma yaptığı ve kendisini durduracak kadar kuvvetlerle
karşılaşmadığı takdirde, doğrudan doğruya Eceabat ve Kilitbahir'e
el atmak suretiyle en seri olarak maksadına ulaşabilirdi...
Dolayısıyla Seddülbahir bölgesi için düşündüğüm gibi, bu bölgenin
de kıyı üzerinde yeter miktarda kuvvetle doğrudan doğruya
savunulmasını gerekli görüyordum.
Düşmanın Anadolu tarafında Menderes bölgesine kuvvet
çıkarmasını muhtemel ve tehlikeli görmüyordum... Menderes sahiline
çıkacak kuvvetler... Boğaz'ı kontrol altına alacak hatta gelinceye
kadar, uzunca bir mesafede, çeşitli arazi engellerinden istifade
edebilecek kuvvetlerle durdurulacak ve en sonunda Çanakkale'nin
güney cephesinde savunma değeri yüksek bir savunma hattıyla
karşılaşacaktır. Düşman bu tarafta, en çok güvendiği donanmasından
da, Seddülbahir ve Kabatepe kıyılarında olduğu gibi istifade
edemez. Düşmanı daha ileride olmasa bile, söz konusu savunma
hattında durdurabilecek kadar ihtiyat kuvvetinin bulundurulmasını
yeterli görüyordum.
Düşmanın Bolayır tarafına bir kuvvet çıkarmasını ihtimal
dışında görmüyordum. Ancak bu tarafa gerçekleşen çıkarma;
Seddülbahir ve Kabatepe bölgelerine çıkarılacak kuvvetlerin
güvenliği ve maksadın kolaylaştırılması için tali bir çıkarma
olabilir. Bu nedenle, böyle bir tali maksadı tatmin, hakiki maksada
ayrılacak kuvvetin israfına yol açacaktı...".28
Muharebe gerçekten Atatürk'ün tasavvur ettiği şekilde cereyan
etmiş, karşı taraf planını bu mantık üzerine kurmuş, Atatürk'ün
değerlendirdiği yerlere çıkmış, Seddülbahir bölgesini asıl çıkarma
yeri olarak seçmiş, Atatürk'ün önemle üzerinde durduğu Alçıtepe'yi
ilk günde ele geçirmeyi planlamış; Kabatepe-Arıburnu bölgesini
Seddülbahir'deki harekâta yardım için kullanmış, iki koldan Boğaz
tahkimatını ele geçirmeyi hedeflemişti. Saros, Kumkale ve Beşiğe
bölgelerini aldatma ve gösteri için kullanmıştı.
İşte Liman Paşa'nın yapması gereken buydu ve son derece basit bir
muhakeme idi. Düşmanın amacı ve hedefi nedir, bunu gerçekleştirmek
için nerelere çıkabilir? Bu iki sorunun yanıtı, problemi çözüyor ve
her yer çıkarma yeri olmaktan çıkıyor, elde Arıburnu ve Seddülbahir
bölgeleri kalıyor.
Muhakemenin basitliğini kanıtlamak ve Liman Paşa'yı
yalanlamak için, Alman arşivinin resmi yayınından bir paragraf
verelim:
"Yarımada'nın kuzeydoğu sahilinde bazı yerler sarp
olduğundan çıkarmaya müsait değildi. Bir kısım sahil ise çıkarmaya
müsait olmakla beraber hemen biraz geride arazi sarplaştığından
karaya çıkan düşmanın ilerlemesi güçtü. Bir çıkarma için en müsait
bölge Yarımada'nın güney kısmı idi. Bu bölgeye yapılacak çıkarmaya
donanmanın ateş ile yardım etmesi için de durum daha müsaitti.
Yarımada dar olduğundan en yüksek yerlere hakim olan taraf diğer
taraftaki sahilleri elde etmiş sayılabilirdi. Bu durumda düşman
tarafından en yüksek noktaların elde edilmesiyle Boğaz tahkimatına
ve Boğaz'a hakim olmak mümkündü".29
Görüldüğü gibi Alman tarih yazarları dahi Türk komutanlar gibi
değerlendirme yapıyor.
Peki, Liman Paşa bu muhakemeyi yapamayacak birisi midir? Kesin
kanımız hayır. Neden kesin kanımız diyoruz? Çünkü kitabında yaptığı
değerlendirmeyi verir. Değerlendirme yapmıştır ama uygulaması
değerlendirmesine göre değildir.30 Bu durumda geriye; Alman
niyetini gerçekleştirmek için kıyıdaki kuvvetleri geriye çekmenin
bir kılıfı olarak, kararsızlık tablosu çizmiştir; kanısı kalıyor.
Bu kararsızlığının dürüst olduğuna inanmıyoruz.
2. Birlikleri Donanma Ateşinden Korumak İçin Geride
Korumalı Bir Yerde Toplu Tutmak ve Çıkarma Olan Yerlere Taarruz
etmek
Liman Paşa, birlikleri donanmanın ateşinden korumak için geriye
alıyor ama bu birliklerin taarruz için ilerlemeye başladıklarında,
açık arazide donanmaya hedef olacaklarını göz ardı ediyor. Aslında
edemiyor, durumun böyle olacağının kendisi de farkındadır.
Kitabının bir sayfasında, birlikleri donanma ateşinden korumak için
kıyıdan geriye çektiğini yazarken aynı yaprağın arka sayfasında
bakın ne diyor:
"Birliklerin talimlerini tertiplemek bile, belirli bir zamana
ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü, düşman harp gemileri, her gördükleri
yerde, birliklerimiz üzerine ateş açıyordu. Hatta tek başına giden
bir yayanın veya süvarinin dahi üzerine ateş açıldığı oluyordu...
Sahra Tahkimatını geceleri pekiştiriyorduk...".31
Bu anlatılan muharebeden öncedir, hazırlıklar sırasındadır. Bu
durumu yaşayan ordu komutanının başka bir niyeti olmasaydı, ilk
verdiği emrin yanlışlığını anlayıp düzeltmesi gerekirdi. Ama
yapmaz. Hazırlık döneminde birlikleri gece çalıştırdığı gibi,
muharebe başlayınca taarruzların gece yapılmasını emreder. Ancak bu
da olumlu sonuç vermez. Düşman araziyi gemilerin ışıldakları ile
aydınlatır. Hareket edenler hedef haline gelir.
Geride toplu tutulan birlikler, çıkarma olan yerlere yetişmek için
uzunca bir mesafeyi, 7-15 Km., yürümek zorundadır. Bu yürüyüş,
donanmanın ateşi altında yapılacaktır. Kayıpları artıran
nedenlerden birisi de budur.
Görüldüğü gibi bu gerekçenin de hiçbir anlamlı ve mantıklı yönü
yoktur. Birlikler, Atatürk'ün dediği gibi kıyıda siperlerde ve
tahkimat içinde bulunsalar, daha korumalı olacaklar, daha az
kayıpla ve düşmanı kıyıya çıkarmadan görevlerini yapmış
olacaklar.
O halde neden böyle yapıldı? Bizce konu şüpheye yer vermeyecek
şekilde açıktır. Alman niyetini gerçekleştirmek için.
3. Kuvvetlerin Çoğunu Kıyıda Bulundurmak Onları Düşman
Donanmasına Ezdirmekten Başka Bir Şey Değildir
Bu gerekçe de bilimsel değildir. Donanma topçusu görerek atış
yapar, topları yatık mermi yolludur. Yani havan topu mermisi gibi
havada kavis çizip hedefe tepeden düşmez, hedefe düz gider. Hedefe
düz gidip cepheden vurduğu için de bir sütre, toprak yığını veya
mevzi gibi bir çukur içinde olmak koruma sağlar.
Dolayısıyla donanma ateşi savunma mevziinde bulunan birlikleri
kolay kolay ezemez ve ezememiştir de. Bunun en dikkat çekici
örneğini 25 Nisan, çıkarmanın başladığı günde Ertuğrul Koyu'nda
görüyoruz. Burası İngilizlerin Seddülbahir'deki 5 çıkarma yerinden
siklet merkezi ile çıkmayı planladıkları, kuvvet ve ateşlerinin
çoğunu yönelttikleri bir çıkarma yeridir. Savunan Türk kuvveti de
300 tüfekli erden oluşan bir bölüktür. Çıkarılacak kuvvet ise bu
bölükten 25 misli üstündür. 25 Nisan günü bu Türk bölüğünün üstüne
sadece donanmanın attığı mermi sayısı 4650 atımdır.32 Akıllara
durgunluk veren bir rakamdır. Sonuç ne olmuştur? Bu yoğun ateşe
rağmen İngilizler gün boyu çıkarmayı gerçekleştirememişler, üstelik
birinci kademe birliğinden %70 kayıp vermişler, geceleyin bu bölük
emirle çekildikten sonra ancak çıkabilmişlerdir. Efsane hale gelen
Yahya Çavuş ve takımı da bu bölüğün içindedir.
Görüldüğü gibi kıyıda mevzide bulunanlar Liman Paşa'nın dediği gibi
ezilmiyor.
Bu gerekçenin de amacı açık ve aynı; kuvvetleri koruyorum diye
geriye çekebilmek, düşmanın çıkmasına imkan sağlamak ve sonuçta
Alman niyetini gerçekleştirmektir.
4. Mevcut Kuvvetler Cephenin Geniş Olması Nedeniyle Her
Yere Yetmeyeceği İçin Geride Toplu Tutulmalı
Cephe genişliği gerekçe gösterilerek kuvvetleri kıyıdan geri çekmek
sağlıklı, mantıklı bir yaklaşım değildir. Bir önceki maddede
irdelendiği gibi ve hatta Alman kaynaklarında da belirtildiği gibi
düşmanın hedefine ulaşmak için çıkarma yapabileceği bölgeler
bellidir. Bunlar öncelik ve önem derecesine göre Seddülbahir,
Arıburnu-Kabatepe, Anadolu yakası (Kumkale) ve Saros bölgesidir.
Anadolu yakası; arazinin, çıktıktan sonra Çanakkale'ye doğru
ilerlemeyi güçleştirmesi ve donanma desteğinden mahrum bırakması
nedeniyle düşmanın tercih edebileceği bir bölge değildir. Saros
bölgesi ise düşmanı hedefine ulaştırmaz, sadece 5.Ordunun ikmal
yolunu keser. Böyle bir duruma karşı da Trakya'da bulunan iki
ordudan yardım gelebilir.
Bu durumda Ordu Komutanının yoğunlaşacağı iki bölge kalıyor.
Seddülbahir ve Arıburnu-Kabatepe bölgeleri. Saros ile Anadolu
yakası da sorumluluk bölgesi içinde olduğundan tamamen boşlayamaz.
Buraları da düşünmesi gerekir.
Şimdi Ordu'nun kuvveti yetecek mi yetmeyecek mi ona bakalım.
Ordunun 6 tümeni 1 süvari tugayı var. Tali bölgeler olan Saros ve
Anadolu yakasına 1'er tümen yeterlidir, bölge güvenliği
sağlanabilir. Süvari tugayı ile Yarımada'nın kuvvetle savunulmayan
Batı kıyılarının, Anafartalar ve kuzeyine doğru, örtmesi
yapılabilir. Yani güvenliği sağlanır.
Elde 4 tümen kaldı ve iki önemli bölge var. Seddülbahir ve
Kabatepe. Bu durumda her bölgeye 1'er tümen, 1'er tümen de ihtiyata
ayrılabiliyor. Ve 2 tümen kıyı hattında savunacak şekilde
görevlendirilebiliyor.
"Çanakkale"de bu şekilde veya benzeri bir kuvvet
tahsisi yapılmış olsaydı, çıkarma gerçekleşmezdi, çıkmak
isteyenler, Ertuğrul Koyu'na 25 Nisan'da çıkmak isteyenlerin
uğradığı sonucun en azından 10 katını yaşarlardı. Ki orayı savunan
sadece bir bölüktü. Dolayısıyla 25 Nisan'da başlayan harekât aynı
gün biterdi, 18 Mart gibi olurdu.
Sonuç olarak, Ordu'nun elindeki kuvvetler savunmasına yeterlidir.
Amaç, düşmanı çıkarmamak olarak kabul edildiğinde, 6 tümen ile
sıkıntıya düşmeden görev yerine getirilebilir. O halde, kuvvet az,
cephe çok geniş gerekçesi sağlam değil; düşmanın kıyıya çıkmasını
sağlamak için kuvvetleri geriye çekebilmenin bir kılıfıdır. Amaç,
Alman niyetini gerçekleştirmektir.
5.Kıyı Savunmasında Başarı, Kuvvetlerin Kıyıda İnatçı
Direnmesiyle Değil, Geride Toplu Bulunup Hareketli Savunma ile Elde
Edilir
Liman Paşa, "Biricik başarı şansımızın, hafif kuvvetlerle inatçı
bir direnmeye değil, her üç grubun (Saros, Seddülbahir, Anadolu
yakası) hareketli savunmalarına bağlı olduğuna inanıyordum"33.der
ve kıyıda düşmanın çıkmasına engel olacak şekildeki savunma şeklini
eleştirir, bunu eski sistem olarak niteler.
Bu düşüncenin doğruluğu, öznenin algılanma şekline bağlıdır.
"Biricik başarı şansımız" Almanlar için deniyorsa,
bu düşünce doğrudur. Sadece bu savunma şekli ile; İngiliz ve
Fransız'ın kıyıya çıkması, tutunduktan sonra yapılacak taarruzlarla
geriye atılmamak için daha fazla kuvvet getirmesinin sağlanması,
böylece Alman Avrupa cephesinin rahatlaması sağlanabilir. Böylece
"Çanakkale"de Alman niyeti gerçekleşmiş, Liman Paşa da görevini
başarmış olur.
"Biricik başarı şansımız" Türkler için deniyorsa,
bu düşünce gerçekçi, doğru değildir. Çıkarmama olanağı var iken
neden çıkmasına izin verip, sonradan da denize dökmek için aylarca
uğraşıp ülkenin bütün olanaklarını buraya aktarıp, binlerce insan
kaybedilsin? Başlangıçta 6 tümenle, 65.000 askerle yapılacak işi,
neden 16 tümenle, 500.000 askerle yapmak durumunda kalınsın?
Muharebenin birinci gününde, birkaç bin insan kaybıyla bitirilecek
bir iş, neden 8,5 ay sürdürülsün ve 250.000 insan kaybı
verilsin?
Bu nasıl biricik başarıdır, biricik şanstır? Bu
nedenlerle bu söz Türkler için değildir?
Liman Paşa, savunmayı her üç grubun hareketli savunmalarına
dayandırıyor. Bu grupların her birine 2'şer tümen ayırır. Bu da
eleştirilecek ayrı bir konudur. Her bölgeye kardeş payı yapar. Oysa
değerlendirmesinde bölgelere öncelik verir; Anadolu yakasını 1nci,
Yarımada güneyini 2nci, Saros'u 3ncü öncelikli ve tehlikeli bölge
olarak görür.34 Düşüncesine göre, hareketli savunma ile, bu gruplar
birbirlerine süratle yardıma gidecekler, tehlike hangi bölgedeyse
diğer gruplardan oraya kuvvet kaydırılacak ve tehlike
savuşturulacak. Kıyı savunmasında çıkarmanın başladığı ilk 24 saat
çok önemlidir. Harekatın şekillendiği süredir. Oysa Liman Paşa'nın
oluşturduğu gruplar arasındaki mesafe 48 saatliktir. Bu nasıl
hareketli savunmadır?
Gruplar arasında 48 saatlik mesafe olması ile iş bitmiyor. Yürüyüş
yolları genelde donanmanın ateşi altındadır. Balonlarla hedef
bulmaktadırlar. Gündüz yürüyüşleri, dolayısıyla tehlikeli ve
zayiatlıdır.
Liman Paşa'nın karargahında çalışmış Mühlmann, bakınız ne
diyor:
"Bolayır'daki durumdan korkusu kalmayan Liman Von Sanders
5. ve 7. tümenlerin (Saros Grubu) önemli kısmını 26/27 Nisan gecesi
Eceabat'ta gönderdi.".35
Muharebe başlamış, 2 gün geçmiş, Arıburnu ve Seddülbahir'de kan
gövdeyi götürüyor, 10 askere muhtaçlar, bu esnada Saros'taki
tümenlere deniz manzarası seyrettirilmiş, ancak 2 gün sonra
hareketli savunma harekete geçirilmiş. Tabi ki iş işten geçtikten
sonra, düşman kıyıya çıkıp tutunduktan sonra, Alman niyeti
gerçekleştikten sonra.
Mühlmann devamında şunu da diyor:
"Marmara'ya girmiş olan denizaltılar dolayısıyla kuvvet
kaydırmasının ancak geceleri yapılması uygundu".
Türkçe'de böyle durumlarda "günaydın" denir. Daha önce bu
düşünülmedi mi? Bunun böyle olacağı bilinmiyor mu idi?
Liman Paşa'nın, başarıyı; kuvvetleri geride toplu tutup, hareketli
savunma ile elde etme düşüncesinin, bazı Alman kaynaklarında
tersini görüyoruz:
"Kıyıların gerisindeki arazinin şiddetli düşman topçu ateşi
altında olması dolayısıyla, ihtiyatların çabuk ileriye alınması
mümkün değildi. İleri hatları işgal eden birliklerin kuvvetli
olması zorunluydu".36
Savunmanın planlamasında Alman komutana kabul ettirilemeyen
gerçeğin bir Alman kaynağında yer alması önemlidir. Binlerce Türk
evladı, bu esasa aykırı bir savunma düzeni alındığı için hayatını
kaybetmiştir. Kitabı kaleme alanlar, Liman Paşa'nın değil, Türk
komutanlarının fikirlerini savunmaktadırlar.
Aynı kaynaktan bir alıntı daha yapalım:
"Çanakkale'nin gerisinde memleketin kalbini teşkil eden
İstanbul bulunduğundan her karış toprağın sonuna kadar savunulması
gerekiyordu".37
Akıl, aklını kullanan ama Liman Paşa'nın üstlendiği görevi bilmeyen
Alman tarih yazarlarına bile böyle söyletiyor.
Atatürk, 1918'de Ruşen Eşref'le yaptığı görüşmede, Çanakkale'de
uygulanan hareketli savunmanın yanıtını verir:
"Benim kanaatıma göre, düşman çıkarma girişiminde bulunursa
iki noktadan çıkardı. Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı. Ve
benim görüşüme göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sahil bölgelerini
doğrudan doğruya savunmak mümkündü. Dolayısıyla alaylarımı, böyle
kıyıdan savunacak şekilde yerleştirdim. Bu durum şöyle böyle Şubat
1914...".38
Atatürk bu sonuca, muharebeden sonra ulaşmış değildir. Muharebeden
önce, hatta aynı bölgede görev yaptığı Balkan Savaşı sırasında
ulaşmıştır. Balkan Savaşı'nda Bolayır'daki Mürettep Kolordunun
Harekat Şube Müdürüdür. Gelibolu Yarımada'sını inceler ve şu sonuca
varır:
"Bu incelememden ortaya çıkan kanaate göre; düşmanın
çıkarma teşebbüsünde, Seddülbahir ve Kabatepe civarlarındaki sahile
aynı zamanda çıkarma yapabilmesi mümkün ve buna karşılık bu iki
sahilin düşmanın çıkarmasına sahilde mani olacak şekilde savunması
da mümkün ve böyle yapılması gerekli görülmüştür".39
Atatürk'ün bu kanısını, 18 Mart Boğaz Muharebesi'nden önce yaşadığı
durum doğrular ve pekiştirir. Düşman donanması ile Boğaz'ı
zorlarken, Seddülbahir ve Kumkale'ye çıkarma yapmayı düşünür. Bunun
için 7 Mart'ta keşif amaçlı bir çıkarma yapmak ister. Seddülbahir
Atatürk'ün sorumluluk bölgesi içindedir. Aldığı savunma düzeni
nedeniyle düşman çıkarmayı başaramaz, çıkanlar denize atılır.
Mehmet Çavuş ismi de bugünkü çatışmalar üzerine halka mâl olur.
Türk tarihine; 25 Nisan'da Seddülbahir-Ertuğrul Koyu'nda çıkarmanın
önlenmesi ile Yahya Çavuş ismini, 7 Mart'ta aynı yerde çıkarmanın
önlenmesi ile Mehmet Çavuş ismini yazdıran iki olay bile, Liman
Paşa'nın hareketli savunma fikrini çürütüyor.
O halde Alman Ordu Komutanı neden böyle yaptı? Atatürk'ün ve diğer
Türk komutanlarının düşüncesine göre savunma yapılsaydı, İngiliz ve
Fransızlar karaya çıkamazlardı da ondan.
Karaya çıkamayınca Çanakkale Cephesi açılmazdı, 500 bin İngiliz,
Fransız askeri buraya bağlanamazdı. Dolayısıyla Alman niyeti
gerçekleşmezdi.
SONUÇ
"Çanakkale'de Alman Niyeti"ni ortaya koymaya çalışan bu inceleme,
sadece muharebe öncesindeki düşünce ve uygulamalarla sınırlı
tutulmuştur. 8,5 aylık muharebe süresindeki Alman uygulamalarına
özellikle girilmemiştir. Muharebe sırasında, niyetlerini
gerçekleştirme amaçlı olduğu açık şekilde anlaşılan, pek çok
uygulamaları vardır. Bunların benzer şekilde irdelenmesi, bir kitap
kapsamındadır ve bunun da yapılması gereklidir.
Sonucu, ana inceleme maddelerinde ulaşılan sonuçları toplayıp,
tekrarlayarak uzatmak istemiyorum. Ulaşılan sonuçları destekler ve
doğrular nitelikte olduğu için; Atatürk'ün 3 Mayıs 1915'te,
muharebenin 8nci gününde, Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya
gönderdiği mektubun iki paragrafını vererek sonucu
bağlayacağım.
"Evvelce size bu bölgenin bütün bölgelerle olan farkının
önemini arz etmiştim. Eceabat bölgesi kuvvetlerine komuta ettiğim
zaman aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkan
verilmeyebilirdi. Von Sanders Paşa, .. sahilde çıkarma noktalarını
tamamen açık bırakacak tertibat almış ve bugün düşmanın karaya
asker çıkarmasını kolaylaştırmıştır...
Vatanımızın savunmasında kalp ve vicdanları bizim kadar
çarpmayacağına şüphe olmayan başta Von Sanders olmak üzere bütün
Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kesin şekilde
istirham ederim. Bizzat buraya teşrif edip, genel durumumuzun
gereklerine göre, bizzat sevk ve idare etmeniz münasip
olur..."40
Bu inceleme bir gerçeği ortaya koydu. Çanakkale Muharebelerinde
Almanlar kendi çıkarlarına göre harekatı yönlendirmiş ve
yönetmişler. Bunu yaparken müttefikleri olan Türkleri dikkate
almamışlar, sadece niyetleri uğruna kullanmışlar. Ulaşılan bu
gerçek devamında bir soru daha doğuruyor:
"Çanakkale'de biz Almanlar için mi öldük?"
DİPNOTLAR
1- Liman Van Sanders, Türkiye'de 5 yıl, Burçak Yayınevi, 1968,
s.76.
2- a.g.e. s.77
3-Jehuda L. Wallach, Bir askeri Yardımın Anatomisi, Gnkur. ATASE
yayını, 1985, s.121-122.
4- a.g.e. s.158 vd.
5- a.g.e. s. 154, 155.
6- a.g.e. s.155,159.
7- Türkiye'de 5 Yıl, s.77.
8- İsmet Görgülü, Çanakkale Zaferi Üzerine Alman İddiaları, Atatürk
Arş.Merk. Dergisi sayı 25, 1995
9- İsmet Görgülü, 10 Yıllık Harbin Kadrosu, TTK. 1993,s.
112-113
10- a.g.e. s. 140-141
11- a.g.e. s. 162-163
12- Atatürk'le İki Buçuk Yıl, Orgeneral İzzettin Çalışlar, Yay haz.
İ. Görgülü- İ.Çalışlar, Yapı Kredi Yayını, 1993,s.34
13- Balkan ve Türkiye'de Büyük Harp, çev. E. Yb. Nihat, 95 sayılı
Askeri Mecmuanın Tarih Kısmı, İstanbul 1934, s.60-61.
14- Atatürk'le İki Buçuk Yıl, Orgeneral İzzettin Çalışlar, Yay.
Haz. İ.Görgülü, İ Çalışlar, Yapı Kredi Yayını , 1993, s.33
15- a.g.e. s. 34
16- Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Yay.Haz.Uluğ
İğdemir, TTK, 1986, s.15
17- Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Çanakkale Cephesi 2. Kitap
Amfibi Harekat, Gnkur. Harp Tarihi Yayınları, 1978, Ekler
Bölümü
18- Türkiye'de 5 Yıl, s.78.
19- a.g.e. s.77.
20- Çanakkale Cephesi 2.Kitap, s.441-443.
21- Türkiye'de 5 Yıl, s.77.
22- Dr. Carl Mühlmann, Çanakkale Muharebesi 1915, çeviren Mehmet
Cemal, Kastamonu 1933, s.69.
23- Türkiye'de 5 yıl, s.76
24- Çanakkale Cephesi 2.kitap Amfibi Harekat, s.12; Türkiye'de 5
Yıl, s.79.
25- Türkiye'de 5 Yıl, s.81; Çanakkale Cephesi 2.Kitap Amfibi
Harekât, s.441-443 (5.Ordunun Başkomutanlığa 26 Mart tarihli
telgrafı)
26- Arıburnu Muharebeleri Raporu, s.9.
27- a.g.e. s.12.
28- Arıburnu Muharebeleri Raporu, s.9-11
29- Balkan ve Türkiye'de Büyük Harp 1914-1916, Alman arşivinin
"Grosse Krieg" (Büyük Harp) eserinin 9.cildi, 1927, çeviren E.Yb.
Nihat, 95 sayılı As. Mecmuanın Tarih Kısmı, 1934, s.44.
30- Türkiye'de 5 Yıl, s.79-81
31- Türkiye'de 5 Yıl, s.82.
32- Çanakkale Cephesi 2.kitap Amfibi Harekat, s.238.
33- Türkiye'de 5 Yıl, s.81.
34- Türkiye'de 5 Yıl, s.80- 81
35- Çanakkale Muharebesi 1915, s.83.
36- Balkan ve Türkiye'de Büyük Harp 1914-1916, Grosse Krieg,
s.50
37- a.g.e. s.61.
38- Mustafa Kemal, Anafartalar Muharebatı'na Ait Tarihçe,
yayınlayan Uluğ İğdemir, TTK , 1990, s.XI; Devrin Yazarlarının
Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal-I, Kültür Bakanlığı,
1981, s.3.
39- Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Yay. Haz. Uluğ
Iğdemir, TTK., 1986, s.6.
40- İsmet Görgülü, Atatürk'ün "Arıburnu Muharebeleri Raporu" ve
"Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe" Adlı Eserlerinde Yer Almayan
Emir ve Raporlarından Bir Demet, Ata. Arş. Mrk. Dergisi, 1990,
sayı19, s.96-97.