'Çakıcı'yı ikna eden adam benim!'
Abone olÖzel Harp’te ve MİT’te çalışan Yavuz Ataç, Gladyo'dan Çakıcı’nın kullanıldığı özel operasyonlara ve Eymür’ün iddialarına kadar birçok konuda açıklam
Uzun yıllar Özel Harp’te ve MİT’te çalışan Yavuz Ataç,
Gladyo'dan Alaattin Çakıcı’nın kullanıldığı özel operasyonlara ve
Mehmet Eymür’ün iddialarına kadar birçok konuda açıklamada bulundu.
Türkiye Gladyo'yu ilk kez, 3 Mayıs 1990 günü üç İtalyan
jandarmasının Kuzey İtalya'da, şüphelendikleri bir araçta arama
yapmak için bagajı açmalarıyla başlayan olaylar sırasında duydu.
Çok sayıda kitaba konu olan Gladyo, geçenlerde bir kez daha gündeme
geldi; Özel Harp'te ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nda (MİT) uzun
yıllar çalışmış bir devlet görevlisinin, Yavuz Ataç'ın, Milliyet
gazetesinde yayımlanan "Türkiye'de Gladyo'nun başıydım" sözleriyle.
MİT'in dış operasyonlardan sorumlu eski daire başkan yardımcısı
olan Ataç, yarbay rütbesinde MİT'e girdi. 1986'da patlak veren MİT
Raporu skandalından etkilenmeyen tek kişiydi. Mehmet Eymür ve Hiram
Abas ayrılmak zorunda kalırken, o teşkilatta kalmayı başardı.
MİT'ten kendi isteğiyle ayrıldığı güne kadar Sudan, Afganistan,
ABD, Çin, Malezya, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve birçok Avrupa
ülkesinde kurs gördü, görev yaptı. Hanefi Avcı, Susurluk
Komisyonu'na verdiği ifadede; Ataç'ın, arandığı sırada Tevfik
Ağansoy'u yurtdışına kaçıran, Alaattin Çakıcı'yı koruyan ve
yurtdışına giriş-çıkış işlerini organize eden MİT görevlisi
olduğunu ileri sürdü. 1997'de Pekin'e idarî ataşe olarak
gönderildi. Şenkal Atasagun'un MİT Müsteşarlığı'na gelmesinden
sonra, Çakıcı'nın yakalanmasıyla üzerinden çıkan diplomatik
pasaportun Ataç tarafından verildiği öne sürüldü. Ataç, bunun
üzerine görev yeri olan Pekin'den geri çağırıldı. 27 Eylül 1998'de
MİT'e verdiği dilekçeyle emekliye ayrılan Ataç hakkında; Çakıcı'ya
"kaç" demek, kırmızı pasaport sağlamak ve çetelere yardım etmekten
soruşturma başlatıldı. Yavuz Ataç'la, Gladyo'dan Mehmet Eymür'ün
iddialarına kadar birçok konuyu konuştuk. -Medyada, "Gladyo'yu ben
kurdum" dediğinize ilişkin sözler yer aldı. Gerçekten Türkiye'de
böyle bir organizasyon var mı? Bunu siz mi kurdunuz? Gladyo,
Türkiye'ye has bir tabir değil. İtalya'da ortaya çıkmış bir şey
iken birileri bunu aldı, ülkemizdeki yapıya zarar vermek için
Türkiye'ye monte etti. Gladyo diye tabir edilen ve Türkiye'de 'Özel
Harp'e yakıştırılan, öyle sürekli sevk ve idare edilen organize bir
yapı yok. NATO'nun askerî harekâtı, gizli servisleri ve gayr-i
nizami dediğimiz unsurları için kurulmuş bir yapı var. Askerî
harekâtlarda bunlar dikkate alınır. Türkiye harbe girdiğinde sadece
ordu mu savaşacak? Hayır. Herkes üzerine düşen görevi yapacak.
Türkiye işgal edilirse, işgal edilmiş topraklarda direnişi
organizeli şekilde yürütmek ve bunun da hazırlığını şimdiden yapmak
gerekir. Hazırlığı olmayan bir hareketin başarı şansı olamaz.
Futbol takımı bile antrenman yapıyor. Dolayısıyla, bu kağıt
üzerinde yapılan bir planlamadır. -Kimlerden oluşuyor bu tür
ekipler? Burada görev alacaklar, barış zamanında belirlenir, ne
yapacağı konusunda eğitilir. Sonra, o şahıs kendi hayatını yaşamaya
başlar. Harp başladığında gördüğü eğitimi kendiliğinden yerine
getirir. Bunun organik yapılanması da vardır. Onun da usulleri
bellidir. -Herkes bu organizasyona girebilir mi? Buradaki yapı
gönüllülük esasına dayanıyor. Gönüllü olmayanı bu işe alamazsınız.
Elbette, başvuranlar hakkında "bu şahıs gerçekten iyi niyetle mi
yoksa başka amaçla mı katılıyor" diye bir araştırma yapılır. -Sizin
göreviniz neydi? Ben bu organizasyonun NATO makamları nezdindeki
temsilcisiydim. "Sorumlusuydum" derken böyle bir şeyin yöneticiliği
yok aslında. Ben, kendi bünyemizdeki organizasyonun karargah
hizmetlerini belli bir süre yürüttüm. -Özel Harp Dairesi'nde ve
MİT'te çalıştınız. Bahsettiğiniz organizasyonun NATO'daki bazı
toplantılarına katılıyordunuz. NATO'nun tehdit algılamalarının
nasıl değiştiğini en iyi bilenlerin başında geliyorsunuz. Bu çok
derin bir konu. NATO'yu doğrudan hedef almam doğru olmaz. Ama
burada bir husus var. 1979-1982 yılları arasındaki görevim,
NATO'daki askerî misyon şefi koramiralin güvenliğini sağlamaktı. O
tarihte Ermeni terörü çok üst düzeydeydi. "Bordo Bereliler" denilen
birlikte yüzbaşıydım. Lisan imtihanına girdim. Yeterli notu alınca
NATO'ya tayin ettiler. O sırada misyon şefi koramiralin hem emir
subayıydım hem de güvenliğinden sorumluydum. Belçika mahkemelerinin
kararıyla silah da taşıyabiliyordum. -MİT'te çalışırken de
Avrupa'da bulundunuz mu? Evet. Çeşitli görev ve toplantılar
vesilesiyle MİT'teki görevim başladıktan sonra da Avrupa'da
bulundum. Gizli servislerin NATO bünyesindeki toplantıları
sırasında bir ara İspanya'nın Sudan'ı gündeme getirdiğini
hatırlıyorum. İspanya, daha sonraki yıllarda da çeşitli vesilelerle
karşıma çıktı. Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir ülke.
-Ne diye gündeme geldi Sudan? Bu toplantıların birinde İspanya,
Sudan'daki terör kamplarını gündeme getirdi. Hem oradaki askerî
istihbarat yetkilisini hem de MİT sorumlusunu aradım. Sudan'da
terör kampları olmadığını söylediler bana. -Hiç Sudan'da bulundunuz
mu? Evet. O dönemde Sudan'da İslamî bir yönetim vardı. Batı dünyası
Sudan'ı tecrit etmişti. Ambargo uygulanıyordu. Onlar, bunların
doğru olmadığını anlattılar bana. Bildiğiniz gibi "Medeniyetler
Çatışması" diye bir tez var. İslam dünyasının hedef tahtasına
oturtulduğu belli. Daha o yıllarda bunların temeli atılıyordu.
-Niçin? Elbette, NATO'nun varlığı için. Çünkü, Varşova Paktı yoktu
artık; komünizm bir tehdit olmaktan çıkıyordu. -İspanya'ya düşen
rol neydi peki? Bu genel faaliyet çerçevesinde İspanya'ya özel bir
görev düştü, o da bunu uyguladı. Aslında, İspanya ile Sudan'ın bir
irtibatı yok. Sudan'da petrol var. Bu petrolü Çin ve Malezya
çıkarıyor. Sudan, İslamî ağırlığı en çok olan bir ülke. Stratejik
konumu ile İslam'ı Afrika'ya yayabilecek bir potansiyele sahip.
Batı dünyası Sudan'ı tecrit edince, onlar da Malezya ve Çin'e
yanaştı. -Sudan'ın 22 yıldır bir iç savaş yaşaması tesadüf değil o
zaman? Sudan'ın güneyinde bir ayrılıkçı hareket var. Başında, John
Garang isimli bir yarbay var. Bu adamın ABD'nin Özel Harp
Merkezi'nde eğitim gördüğünü biliyorum. -Mehmet Eymür, "Yavuz Ataç
bomba uzmanı mı ki, Uğur Mumcu suikastinde olay mahalline gidip
araştırıyor" diyor. Neden gittiniz oraya? Uğur Mumcu'nun
öldürülmesi Türkiye için çok önemli bir olaydı. Kendisi hassas
konuları da ele alan bir gazeteciydi. Bu, ilgili bütün kurumları
harekete geçirmesi gereken bir olaydı. MİT, bu tür olaylarda
görevli olduğunu kabul etmiyor. Yazılı mevzuatında yok.
-Patlayıcılar konusunda uzman mısınız? Bu konuda gerek Türkiye'de
gerekse yurtdışında eğitim aldım. Bu bilgileri kendime saklamak
için edinmedim. Öğrendiklerimi bir şekilde devletin hizmetine
sunmam lazımdı. Ayrıca, bu olayın teknik açıdan nasıl yapıldığını
yerinde görmek istedim. Bugün ona yapıldı, yarın bir başkasına
yapılabilir. -Olay yerindeydiniz yani... Evet, o gün suikast
mahalline gittim. Evini bilmiyordum. Polise sordum. Olay mahallini
gördüm. Patlama sonrası araştırma eğitimi almış biriyim. Bunun
nasıl yapılması gerektiğini biliyorum. O tarihte görevlilerin bu
konudaki eğitim düzeyi düşüktü. Araştırmanın orada layıkıyla
yapılamayacağı açıktı. İmkan bulamadılar. Bomba uzmanları iyi niyet
ve özveriyle çalıştı. Oradaki resmi görevli arkadaşlarla da
konuştuk. Kendilerine, gayr-i resmi geldiğimi söyledim. -Sonra ne
oldu? Akşam döndük geldik. Ertesi sabah, o tarihteki MİT Müsteşarı
Sönmez Köksal beni odasına çağırdı. "Hemen emniyete git, Uğur Mumcu
olayıyla ilgili bilgi al" dedi. O tarihte, teşkilattaki görevim bu
tür bir olayı kapsamıyordu. Terör Şube Müdürü idim; ama bizim
alanımızda değildi. Müsteşara, olay mahalline gayr-i resmi
gittiğimi söyledim. "Durum nedir?" diye sordu. Ben de yeni bir
bilgi olmadığını söyledim. -Mehmet Eymür niye ve ne maksatla gitmiş
diyor. Böyle bir olayı bu şekilde değerlendirmek ancak art niyetli
olabilir. -Mehmet Eymür, MİT'e dönmesini, kontr-terörün başına
geçebilecek tek kişi olarak görüldüğü için bizzat Şenkal
Atasagun'un teklifi olduğu şeklinde açıklıyor. Mehmet Eymür,
1988'de MİT'ten ayrıldı, 1994'te de döndü. O tarihte kontr-terör
diye bir şey yoktu. Hatta, lafı bile edilmiyordu. Sonradan kendi
icat ettiği bir şeydir. O tarihte teşkilatta yeni bir birim
kurulması, özellikle dünyadaki gelişmeler sebebiyle gerekiyordu. Bu
teşkilatın kurulmasında en önemli rolü ben oynadım. -Nasıl oldu bu?
İç yapılanmada bir ihtiyaç hasıl oldu. Nasıl giderileceği soruldu.
İlgili birimler birer rapor yazdı. Ben de yazdım. Neticede
müsteşar, benim yazdığım uygulamaların yararlı olacağı düşüncesiyle
"Bunları uygulayalım" dedi. Bunun üzerine neler yapılması
gerektiğini yazdım. Neticede o özel birim kuruldu. Zamanla bu
birimde Özel Harp'ten 20'ye yakın kişi görev aldı. -Asıl amaç neydi
bu yapılanmaya gidilirken? Kuzey Irak'taki istihbarat
faaliyetlerini yürütmekti. Bu birim kuruldu. Bir daireydi bu ve
başında da ben vardım. Gayet de uyumlu çalışıyorduk, hiç bir
sorunumuz yoktu. -Burada tabii Adil Öngen boyutu var. Adil Öngen
benim delikanlılık döneminden arkadaşım. 17-18 yaşlarında askerî
lisede okurken, benim mahalle arkadaşlarımdan birkaçının samimi
arkadaşıydı. O dönemde tanıştım. Kendisi bankacı olmuş. 20 yıl
boyunca görüşmemişiz. Sonra kendisiyle bir yerde buluştuk. Benim
bağlantılarımı görünce, "Bazı şeyler yalıda biter" dedi. O tarihte
basında Çiller'e yönelik bir kampanya var. Kişilere hizmet
etmediğimizi söyledim. -Ne oldu sonra? Ben bunu reddedince, Adil
Öngen bu kez Mehmet Eymür'le temas kuruyor. Eymür'ü, Özer Çiller'le
tanıştırıyor. Eymür, öyle MİT'e girdi. "Beni Şenkal önerdi falan"
diyor. Bunu Şenkal Atasagun ile de görüştüm. Kendisi aracı olmuş,
ama şu amaçla: Mehmet Eymür "Dev-Sol'un ölüm listesindeyim. Tehdit
alıyorum" diyor. Şenkal Atasagun, "Biz onu korumak için MİT'e
aldık" dedi. Burada enteresan bir şey var. Hiram Abas dışarıda
kalıyor öldürülüyor. Mehmet Eymür korunmak için MİT'e alınıyor.
-Eymür'ün MİT'e geleceğini nasıl öğrendiniz? Sönmez Köksal beni
çağırıp, Eymür'ün geri döneceğini söyledi. Bir şey söylemedim.
Bizim birimin başına geçeceğini söyleyince, bunu kabul
edemeyeceğimi belirterek, "O zaman ben ayrılayım" dedim. Sönmez
Köksal'ın söylediği aynen şudur: "Üzerimde baskı var. Gelecek. Rica
ediyorum, sen de kalacaksın ve yetkili olacaksın." Hatta bana bir
de unvan uydurdular: Yardımcı Daire Başkanı. Halbuki, öyle bir
unvan yok. Böyle bir unvan uydurup Eymür'ün iki numaralı adamı
konumuna getirdiler. O tarihe kadar Sönmez Köksal'la son derece
uyumlu faaliyet yürüttük. Hiç bir sorun yoktu. Eymür'ün dönüşüyle
sorunlar yeniden başladı. Asala operasyonları falan diyor. Nuri
Gündeş'ten, Şenay Gürvit'ten bahsediyor. Niye onlar yürütmüş?
Operasyoncu ise o zaman kendisinin yürütmesi gerekirdi. -Eymür,
Öcalan'ın ortadan kaldırılması için taşeronlara yüklü paralar
verildiğini söylüyor. Hatta o tarihte PKK kampları ve Öcalan’ın
kaldığı yer bilinmiyormuş. Bunlara ne diyeceksiniz? Mehmet Eymür, 6
sene dışarıda kaldıktan sonra teşkilata dönmüş biri. Ondan çok önce
sadece Öcalan'la ilgili değil, PKK ile ilgili son derece kapsamlı
çalışmalar yapıldı Kuzey Irak'ta. Ben öteden beri bu tür işlerde
taşeronların kullanılmasına karşıyım. Dünya kadar paralar
verildiğini söylüyor. Hiç öyle paralar verilmedi. Birtakım
masraflar yapıldı. Bu adamları da biz kendimiz bulmadık. Ya
cumhurbaşkanı, ya başbakan ya da yetkili birileri gönderdi. Bu
insanlarla görüştüm ve çoğunu da reddettim. Bir iki kişi oldu. Çok
da faydalandık. Çok cüz'i miktarlarda masrafları verildi. Kendisi
çok daha fazla para sarf etmiştir bu işlere. -Ancak Eymür'ün
geçmişinde iki önemli operasyon var. Biri Savaşman, diğeri de Turan
Çağlar'a suç üstü olayı... Ben o tarihlerde teşkilatta değildim,
ama bu olaylara da temkinli yaklaşıyorum. Elimde belgeler yok.
Bütün teşkilatlara sızmalar olur, olmuştur. Hiç kimse ile ilgili
kesin bir bilgim yok. Ama kimisi bizden bilgi almak, kimisi de iç
yapıyı sabote etmek için kendisi bile farkında olmadan başka
güçlere hizmet edebilir. -Birinci Körfez Savaşı'nda Kuzey Irak'taki
göreviniz tam olarak neydi? Müttefiklerimizin Irak'taki
operasyonlarının Türkiye üzerinden yürütülenlerinin
koordinasyonuydu. Amerikalıların 38. paralelin ötesinde
yürüttükleri istihbarat operasyonlarında irtibat noktalarına tayin
edildim. Biz de millî politikalarımız çerçevesinde yardım ediyor ya
da etmiyorduk. Amerikalıları iyi tanırım. Onları epey tahdit ettim.
O sıralarda Amerikalıları Ankara'nın doğusuna geçirmezdim. Bize
ihtiyaçlarınızı söyleyin, yerine getiririz derdim. Bütün
görüşmelerimizi Ankara'da yapardım. Kuzey Irak'taki tüm görüşmeler
bizim gözetimimizde olurdu. Amerikalıları pek rahat ettirmedik
yani. Mehmet Eymür daha sonra beni by— pass etti. Buradaki
faaliyeti kendi yürütmeye başladı. -İspanya'nın bölgeye özel bir
ilgisi olduğunu söylüyorsunuz? Birkaç tane unsur var. Amerikalılar
Kuzey Irak'tan Türkiye'ye gelen mülteciler arasından kendilerine
hizmet edecek olanlara İspanyol vatandaşlığını garanti ediyordu.
Acaba niye Amerikan değil de İspanyol vatandaşlığını garanti
ediyor? Sonra bu 10 bin Kürt peşmergesi niye Guam adasına
götürüldü? Bunlar hep manidar konular. Ayrıca İspanyol
büyükelçiliğinden birileri Birinci Körfez Harekatı bittikten sonra
çok sık aralıklarla Erbil'deki üniversiteye niçin "ders vermeye"
gidiyordu? -Alaattin Çakıcı ile ilişkiniz nasıl başladı? 1984'te
PKK faaliyeti başlamıştı. Gayr-i nizami harp usulleriyle faaliyet
gösterdiği için PKK'ya yönelik çalışmaları, planlamaları büyük
oranda Özel Harp Dairesi yürütüyordu. Bu sırada Özel Harp
birliklerinin eğitilmesi görevi bana verilmişti. 1986'da Polis Özel
Harekat Timleri'nin eğitilmesiyle ilgileniyorduk. Ben, Korkut Eken
ve Kaşif Kozinoğlu bu görevi birlikte yürütüyorduk. Bu sırada
İsrail'de de bir kurs gördük. Erkan Gürvit de benimle birlikteydi.
1987'de Hiram Abas, benimle görüşmek istedi. Ertesi sabah buluştuk
ve bana yurtdışında yapılacak bir operasyonun yürütülmesi ile
ilgili bir teklifte bulundu. 1986 mayısıydı. Korkut Eken'e konuyu
açtım. Tamam dedi. Uygulama Şube Müdürü olarak görev benim şubem
tarafından yürütülecekti. Bir sene sonra 13 Mayıs 1987'de MİT'e
katıldım. Mehmet Eymür bu sırada Daire Başkanı'ydı. MİT Müsteşarı
da Burhanettin Bigalı'ydı. Şimdi burada üstüne basa basa
belirtiyorum. Biz bu operasyonun gerçekleştirilmesini sağlamaktan
sorumluyduk. Kimlerle gerçekleştirileceğini belirlemek ve
planlamaktan değil. Bu operasyonun kimlerle gerçekleştirileceğini
planlayanlar Mehmet Eymür ve dönemin MİT Müsteşarıydı. Ben o sırada
teşkilatı tanımıyordum. Biz bu operasyonda görev alacak insanların
eğitilmesinden ve görevin başarıyla tamamlanmasını sağlamaktan
sorumluyduk. Nitekim bu tür operasyonlarda aylarca süren tecrit
süreci yaşanır. Alaattin Çakıcı ve dört arkadaş ile birlikte aynı
ortamda aylarca birlikte yaşadık. Bu tür görev insanlara 'Git,
ailenle helalleş, bir daha onları göremeyebilirsin' denir. Bu
süreçte bu insanların güvenilir olup olmadıkları, sır verip
vermeyecekleri de ortaya çıkar. O sırada Mehmet Eymür yine büyük
bir tecrübesizlik örneği sergiledi. Hedefin fotoğraflarını bunların
önüne attı. Acele etti. Çünkü tecrit süreci bitmemişti. -Bu
operasyonda görev alan diğer isimler kimlerdi? Ben bu isimleri
söylemeye mezun değilim. Aladdin Çakıcı'yı devletin yöneticileri
açıkladıkları için artık isim vererek konuşabiliyorum. Biz bu
arkadaşlarla yurtdışına hareket ettik. Ben hedef mahalline gittim.
Keşif yapacaktım. Bir de baktım ki hedef mahalli mühürlenmiş. Yani
hedef ülke operasyonu haber almış. Operasyon deşifre olmuştu. Gruba
ya sızma olmuştu ya da operasyon bir şekilde karşı tarafa
duyurulmuştu. Harekat güvenliği zedelenmişti. Çakıcı, benden haber
bekliyordu. Operasyon ertelendi ve icra edilmedi. Alaattin Çakıcı,
oraya kadar gönüllü geldiğine göre görev yapılmış kabul edilir.
Suçlu olabilir. Hesabını verir. Nitekim ben o sırada Çakıcı'nın
polis tarafından arandığını bilmiyordum. Türkiye'ye döndüğümüzde
öğrendim. Öğrendikten sonra da kendisiyle konuştum ve onu ikna
ettim. Derhal polise teslim oldu. Yargılandı. 1-5 sene kadar
cezaevinde kaldı. Sonra tahliye oldu. Benim kızkardeşinin düğünü
sırasında çekilen fotoğrafım, sabıkalı ama aranmadığı dönemde
olmuştur. Alaattin Çakıcı, 1993 yılında yine teşkilatla bağlantılı
bir şekilde yurtdışına çıktı. -Görev neydi? Bu görevi söylemeye
yetkim yok. Çakıcı'nın bağlantılarını devlet biliyor. Böyle bir
adamın yabancı servislerin eline geçmesine devlet müsaade
etmemeliydi. Çünkü her ülke böyle bir adamın ne bildiğini bilmek
ister. Eymür teşkilata dönünce Çakıcı'yı kendi özel işlerinde
kullanmak istedi. Özel bazı talepleri oldu. Öğrendiğim kadarıyla
Eymür, Çakıcı'ya arandığı dönemde de bazı vaatlerde bulunmuş.
Röportaj: Aydoğan Vatandaş Kaynak: Aksiyon Dergisi