Okuyucularımızdan bazılarının, köşe yazılarına yazıkları
yorumlardan yola çıkarak seküler okuyucu olduğunu
gözlemliyorum.
Hızlıca seküler kavramı üzerinden bir araştırma yaptığımızda
karşımıza çıkan sonuç; dinin çeşitli şekillerde daha marjinal ve
daha az önemli hale geldiğini belirtmek amacıyla
kullanılmaktadır.
Günümüzde bazı kişiler ise hadlerini aşarak
“dinin özgürleşmesi” olarak
görüyor!
Sosyolog Larry Shiner 1966’da sekülerleşmeyle ilgili klasik bir
yorum yapmaktadır;
“Din zayıflamıştır çünkü
daha önceden kabul edilen
dinsel semboller, dogmalar
ve kuramlar saygınlıklarını ve
önemlerini
kaybetmiştir. Bu
yüzden sekülerleşme
zuhur etmiştir.”
Hemen arkasından ise
sekülerleşmenin vücut
bulmasının elzem olduğuna dair
kendince sebepler
sıralıyor:
“Dini bütün yaşamaya çalışan toplumlarda
dünyanın kutsallığı
azaltılmıştır! İnsan hayatı, doğa ve toplum,
kutsal güçlerin eylemlerinin
sonucu olarak değil aklın
öncüllerine bağlı
bir şekilde
açıklanması gerekir.”
Birçok filozofun bu bağlamda yaptığı tespit Hristiyan ve Yahudi
dünyası için geçerli olabilir.
Aydınlanma ile birlikte kiliseye getirilen eleştiriler ve
kilisenin gücünün sarsılması bu noktada gayet isabetli…
Max Weber, maneviyatın ve Allah ile münasebetin güçlü bir
şekilde yaşandığı toplumlar için
“Dünyanın
büyüsünü
bozuyorlar!” diyor.
Mantık yolu ile sadece dünyevi bir hayat tarzının
standartlaştırılması ve dinamiklerimizin tamamını
dünya için
tüketmemizin adı sekülerizm.
Bu şekilde bir hayat görüşünü benimseyene de seküler toplum ya
da seküler birey diyoruz.
Bu açıklamayı yaptıktan sonra dönelim konumuza.
Okuyucularımızdan bazıları din ve mana eksenli bir görüşe dine
mugayir bir dille yorum yapabiliyorlar maalesef!
Tabii ki kimsenin inanışına, hayatı yorumlamasına ve görüşüne
karışacak kadar had aşımı yapmıyorum.
Lakin söylemek istediğim şeyin özüne gelince; daha önceki
yazılarımda da belirtmiştim:
“Din (İslam) asla
tecdid edilemez
zira din (İslam)
geldiği günkü
gibi
taptazedir.”
Hristiyanlaşmış veya Yahudileşmiş bir İslam anlayışı için
getirilen eleştirilere katılıyorum.
Hatta bu eleştirileri en çok getiren kişilerden biriyim ve fakat
tecdid edilmesi gereken bir durum var ise o da biz yaşayanların
dini yaşantısıdır.
Bir okuyucum “İslam” ve “mana”
eksenli bir makalenin altına yazdığı yorumda; yaşadığımız elim
darbe girişiminin aktörleri “FETÖ ve
avenelerinin de dinsel
söylemlerle hareket ettiğini ve
Kur’an’ı çok
iyi bildiklerini” söyleyerek,
“Kur’an’ı çok
iyi bilen ve anlamaya
çalışanların ülkemize yaptıkları
ortada” diyor!
Yani bunu demekle aslında; “Kur’an’dan ve dinden bize bir fayda
gelmez” demeye getiriyor!
Bir önceki yazımda şunu ifade etmiştim; okunan
ayet okuyanı
inşa etmiyorsa
neden
okunuyor!
Yukarıda ise ne dedik; “din
geldiği günkü
gibi
taptazedir.
Tecdid edilemez. Tecdid
gerekiyorsa dini yaşamaya
çalışan bizlerin edilmesi
gerekir.”
Yani FETÖ’nün yaptıklarında ne dinin ne de Kur’an’ın bir dahli
yoktur.
FETÖ, bazı görüşlerinde Yahudileşmiş,
yaşayışın da Hristiyanlaşmış, kendi mabetlerini oluşturmuş, lider
kültüne koşulsuz biat etmiş bir anlayışın ürünüdür.
Bunları ve benzeri yapıları bu zaviyeden değerlendirmek
gerekir!
Bugüne kadar hiçbir zaman yazılarımın altındaki yorumlara yanıt
ya da karşılık vermek gibi bir halet-i ruhiye içerisine
girmedim.
Çünkü her bir okuyucunun yorumuna değer verilmesi gerektiğini
şiar edindim.
Bugün de yine yanıt verme ya da karşılık verme niyeti ile bu
yazıyı kaleme almadım. Vahim bir yanlış anlayışın düzeltilmesidir
meramım.