Türkiye şüphesiz 2000’li yılların başlarına göre bambaşka bir
noktada.
Yerleşik statüko ve tabuların eskiye nazaran büyük değişim içine
girdiği bir dönemi geçiriyoruz.
Birkaç yıl evvel öncesine kadar olamaz denilenler bir bir
oluyor.
Fakat bu “oluşum” hikayesi, tam da coğrafya
kitaplarında yer alan “Türkiye, Asya ile Avrupa’yı
birbirine bağlayan bir köprüdür” tarzıyla ilerliyor. Tam
da Batı ile Doğu arasında kalarak; batı demokrasisinin pisti
üzerinde, Ortadoğulu bir koşucu performansı ile yol kat
ediyoruz.
Bunun en belirgin örneklerinden birini, pazartesi günü açıklanan
demokrasi paketinde yaşadık.
Neden olduğunu gelirsek;
Paketin içeriğinin çoğusu güzel, hatta hoş. Sevdim ben.
Tatlı bir tebessüm yarattı yüzlerimizde. Az ölsün ama öz olsun
mantığındaydı. Bir ilerleme olarak görülmeli ve desteklenmeli
elbet.
Lakin,
Paket, tüm olumlu yanlarına rağmen yarım kalmış bir şiir
tadında,
Güzel başlamış ama iyi bitirilememiş bir sinema filmi
görünümünde...
“Şimdi Selçukçum, bu güzel gelişmelerden bile tatmin
olmuyorsun, eleştiriyorsun” diye sitem edenler için
diyorum ki;
Demokrasi ihtiyacı, kirli havada yaşarken olabildiğince daha
fazla oksijen istemeye benzer. Daha temiz bir atmosfer istemenin
ise zararı olmaz.
İsteyiniz ve çekinmeyiniz. Demokrasi kimsenin tapulu malı
değildir.
Her birimiz için, hepimizindir.
Onun için, paket hakkında birkaç “Sevmedim”
notu düşmek isterim.
1-Paket, gezi olaylarının yarattığı olumsuz
imajı silmek adına dünyaya birkaç ayrı dilde yayınlanarak ilan
edildi. Yani denildi ki; “Bakın biz antidemokratik
özelliklere sahip bir ülkeyiz. Değişiyoruz, gelişiyoruz. İyi olcaz
inşallah.”
Dünyaya karşı yapılan bu gösteri, pek bir “ıslahat
fermanı” boynubüküklüğüne sahipti. Bu yüzden
Sevmedim.
2- Adı “demokrasi” olan bir
paketi açıklarken, sadece Atatürk ve belli bir siyasal çizginin
siyaset adamlarına teşekkür edildi. Elbette teşekkür edilsin ama
tüm kesimleri kucaklayacak bir paket, ülkeyi belirli dönemlerde
-ama iyi ama kötü yönetmiş- Cehape liderlerini yada emeği geçen
diğer siyasi parti liderlerini de es geçmemeliydi. Şık olurdu.
Sevmedim.
3- Tanıtımı, Anadolu coğrafyasında yaşayan
birçok farklı toplum kesimlerinin sorunlarına deva olacak bir
ilaçmış gibi yapıldı. Fakat ne yazık ki, fragmanda vaat edilenle
filmin kendisi birbirini tutmadı.
Çünkü başınızı sokacak bir eve ihtiyacınız varken, size bu
konuda çözüm vadeden bir otorite “İşte bak çözüm olarak,
sana bir tiyatro bileti aldım. Gidip izlersin.” dediğinde
ne hissedecekseniz, Aleviler de bu paketten aldıkları ödülde onu
hissettiler. Hatta biraz Süryaniler ve Romanlar da… Ve Kürtler de.
Hatta ve hatta irili ufaklı tüm cinsiyet grupları da.
Başbakan, reform paketi için “Bu ilk yada son değil.
Devamı gelecek” dese de; ya şimdilik beklenti bu denli
doruğa çıkarılmamalıydı, ya da yaratılan beklentinin karşılığı
verilmeliydi.
Paket, bu tutarsızlık nedeniyle eksik kaldı.
Sevmedim.
4-AK Parti’nin ayağı “seçim
freninde”, milliyetçiler - dindarlar vb. toplum
kesimlerinin oylarını kaybetmemek gibi bir denge politikası üzerine
kuruluydu. Keza muhalefetin paket için verdiği tepkiler de oy
pusulasının terazisi üzerindeydi.
Aslında paketteki tüm bu olumsuz özelliklere en büyük etken,
Cemal Süreya’nın dediği gibi “bu güzel havalar
değil” belki ama “bu seçim atmosferiydi”.
Ve ben bunu Sevmedim.
Önümüzdeki süreçlerde sandık, barış sürecini, sokak olaylarını,
diğer demokrasi paketlerini ve bunlara bağlı yaşanacak tüm
gelişmeleri yönlendirecek en önemli unsur olacaktır.
Çünkü unutmamak gerekir ki, üst üste yaşanacak üç önemli seçimin
gölgesinde, rasyonel akıl değil, büyük ihtimalle pragmatizm
kazanır.
Ve bu nedenle seçim düşünülerek atılacak reform adımları, elbet
seçmenin kaygılarını daha yoğun hissederek, kısıtlı bir manevra
alanı yaratacaktır.
Yani bundan sonraki bir çok paketin içinde de, artık bir seçim
var.