Bu dedenin mektubu ne olur okuyun!..

  ‘Sevgili çocuklarım ve torunlarım, size bu acımasız (merhametsiz, kalbsiz) mekandan (yerden) yazıyorum

Osman DİYADİN o.diyadin@hotmail.com

Koronavirüs salgını dünyada acı bir gerçeği daha ortaya koydu…
Medeniyet diye birilerin övdüğü ülkelerde yaşlı ve  huzurevlerinde kalan insanlar kaderleri ile baş başa bırakılarak ölüme mahkum edildi..
 
Huzurevlerindeki  toplu ölümler, bir kenara bırakılmış  çuvallar içindeki  cesetler içimizi sızlattı..
 
Onların ölümü yakın akrabalarında son bir defa veda edemediklerinden dolayı, geriye korkunç bir boşluk bırakıyor.
 
İşte İtalyan bir dedenin  huzur evindeki ölümünden önce yazdığı bir mektup
 
Tüm dünyayı etkiledi..
 
İtalyan büyükbabanın  huzurevinde ölüm döşeğinde torunların etkileyici mektubu Interris‘ gazetesinde yayımlanırken büyük ses getirdi.
 
  ‘’Sevgili çocuklarım ve torunlarım, size bu acımasız (merhametsiz, kalbsiz) mekandan (yerden) yazıyorum’’ diye başlayan
İtalyanca’ dan Almanca’ ya çevrilerek Alman medyasında yayınlanınca vicdanlarda fırtına kopardı..
 
Çok ama çok dokundurucu…
 
Gelin okuyalım…


 

Okuyalım ki  bizim devletimizin  bugün  büyüklerimize karşı ne kadar vefalı olduğunu bir kez daha görelim..
 
İşte İtalyan dedenin torunlarına hüzün dolu mektubu;
 
                                                      ***
 
‘‘ Sevgili çocuklarım ve torunlarım, size bu acımasız (merhametsiz, kalbsiz) mekandan (yerden) yazıyorum (bu mektubu ölümümden sonra okuyabilmenizi ümit ederek gizlice Chiara hemşireye verdim).
 
Sevgili Elisa;

sadece bir kaç günüm kaldığını biliyorum, nefesimin zayıflığından bana sadece zayıf (ince, çiroz) kalem tutan elimin kaldığını anlıyorum. Senin yaşlarında bir hanım kız bana bu kalemi verdi.
 
Bu bakım evinde (darülaceze) bana güler bir yüz gösteren tek kişi o.
 Ama o hanımında artık bir maske taşımaya başlamasıyla, artık sadece gözlerinde bir parıltı görebiliyorum.

Başka hiç kimsede görmediğim bir bakış, hele hele hasta bakıcılarda , ki selam bile vermiyorlar.

Sizlere, üzüntünüzü dahada artırmamak için, anlatmak istemezdim. Beni bu güzel ‘Mahpushanede’ bırakmanın size ne kadar ağır geldiğini biliyorum.
 
Evet böyle düşünüyorum. Don Oreste Benziche’nin (Romanında da bir rahip) bir metnini hatırlattı bana: Bu mekanlardan (darülaceze) ‘altın Mahpushane (kafes)’ diye bahsederdi.
 
O zamanlar abartılı gelirdi bana, ama fikrim artık değişti. Aslında burada hiç bir eksimiğizin olmadığı düşünülebilir, lakin durum böyle değil....
 
En önemli olan, sizlerin sevgisi, bana ‘dede nasılsın ?’ diye sormanız, sarılmalarınız, beni öpmeniz, kızdırdığınız annenizin sizlere kızmaları ve benim annenizi oyalamak için ağrılarım varmış gibi oyun yapmam, ki çabucak herşey unutulsun diye...
 
Son aylarda evimin kokusunu özledim, sizlerin kokusunu, gülümsemelerinizi, anılarımı sizlere anlatabilmemi, hatta tartışmalarımızı.
 
Çünkü hayat bu.
 
Aile ile yaşamak budur. Sevdiğin ve sevildiğin insanlarla beraber olmak.

Ve sizler beni o kadar çok sevdiniz ki, 60 yıl beraber yaşadığım eşim öldüğünde bile sizlerle beraber olduğumdan dolayı kedimi yalnız hissetmedim.
 
85 yıllık ömrümde çok (şeyler) gördüm. Çocukluk zamanımdaki fakirliği (sefaleti) nasıl unutabilirdim, itibarı için uğraşan babamı, her nefesine dikkat eden anamı.

Sonra okulumu.
 
Bir hayal (rüya) idi okula gidebilmek, bir mutluluk, bir şeref idi.
 
Öğretmenim bana ikinci bir ana gibiydi.
 
Ve iyi not alınınca herkes kutlardı. Üniversiteden mezun olduğum günü, mahkeme önünde ilk savunma konuşmamı.
 
Çok insana teşekkür etmek isterim, eşime sonsuza dek , bana katlandığı için, siz çocuklarıma, beni hep affettiğiniz için, ve bana karşılıksız sevgi gösteren torunlarıma.
 
Gerçek dostların sayısı azdır, bir eldeki parmaklar kadardır, İncil’de yazdığı gibi. Keşişe de (papaza) şükranlarımı sunmak isterim, günahlarımı affettiği ve eşimin cenaze töreninde güzel sözleri için.
 
Yazmaya kuvvetim daha hala yeterken torunlarıma bir şeyi söylemeliyim....
 
Ve belki dünyadaki bütün torunlara.

Anneniz değil ben kendim istedim buraya gelmeyi. Ben çocuklarımı, sizlerin ana babalarını, ikna ettim buraya gelmem için. Hiç kimseye yük olmak istemedim, belki sadece gururumdan dolayı.
 
Son zamanlarda kendi başıma işlerimi yapamadığımı görünce, hatıranızda öyle kalmak istemedim:

Hiç bir işe yaramayan zayıf bir adam.
 
Elbette nasıl bir yere düşeceğimi hayal bile edemezdim.
İlk bakışta heryer temiz ve düzenli, ve bir kaç kibar/nazik insanlarda var burada.
Ama lakin en sonunda burada hepimiz bir rakam/bir sayıyız.
Öyle hissediyorum ki sanki şimdiden morga kaldırılmışım.
 
Son aylarda kendi kendime hep aynı soruyu sordum:

Eğer hep aksi, sinirli ve kötü iseler, bakıcılar niye bu işi seçmişler?
Temizlik işlerini yapan bir adam kulağıma ‘’biliyor musun niye durmadan sana bağırdığını? Hep babasının ona zorbalık ettiğini (şiddet uyguladığını) anlatır. "

Böyle bir kişi bir erkeğe nasıl tarafsız yaklaşabilir ki?’
 
Allah taksiratını affetsin.
 
Ama niye burada çalışıyor ki?
 
Son yıllarda övülen bu psikolojik uğraşı sadece en zayıflara acı çektirmek için mi kullanılıyor? Bu psikolojik uğraşı mahkemeleri ve düşünceleri manipüle etmek için mi var?
 
İntikam duygusu içinde olmadığım için dahada ileri sözler söylemek istemiyorum.
 
Şunu hepinizin bilmenizi isterim. Benim düşüncem huzur evlerinin (darülaceze) kapatılması ve ortadan kaldırılmaları gerektiğidir.
Bu altın mahpushaneler (kafesler) kapatılmalı.
 
Ölmek üzere olduğum şu anda söylüyorum, buraya gelme fikrimden dolayı pişmanım.
Eğer geriye dönebilsem ve kızımdan rica edebilsem son nefesime kadar sizlerin yanında kalmayı isterdim.
 O zaman sizlerin göz yaşları benim göz yaşlarım ile birleşerek çok daha manalı olurdu.
 
Halbuki şimdi zavallı, yalnız ve anonim bir adam kaldım. Tedavi edilirken bile paslı ve tehlikeli biri gibi müdahele görüyorum.
 
Bu Coronavirüs bizi darağacına götürecek, ama bağrışmalardan ve kaba davranışlardan çok az bir süre dayanmam kaldığını anladım....
 
Geçenlerde hemşire söylemişti, eğer durumum kötüleşirse beni intübe edip etmeyeceklerini bilmediğini.
 
İnsanlık onurum, babalık ve her zaman kibar ve nazik adamlık onurum çoktan öldürülmüştü…

Michelina...

Biliyor musun, sakalımı sizlerin ziyaretime geleceğini bildikleri zaman tıraş ederlerdi ve o zamanlarda bana temiz elbise giydirirlerdi.
 
Ama rica ediyorum hiç bir şey yapmayın...

Ben dünyevi hakkaniyet aramıyorum çünkü o da çoğu zaman hayal kırıcı ve mutsuz edici oluyor.
 
Ama torunlarım, ve bütün çocuklar ve torunlar, bilsinler ki, Coronavirüsden daha kötü ve öldürücü bir şey var: en az seviye de de olsa , saygının yokluğu ve mutlak sorumsuzluktur.
 
Biz ihtiyarlar, burada sadece bir rakamdan ibaret olanlar, bir gün ebediyete intikal edince, göklerden bize kötü davrananların vicdanlarında zonklayacağız.
 
Ve durmayacağız vicdanlarında zonklamakta, ta ki farkına varıp da davranışlarını değiştirene kadar , ki onlar ileride aynı kötü muameleye maruz kalmasınlar diye

Dedeniz.’’

                                                       ***
Sevgili  dostlar inanın ağlattı İtalyan dede...

Karşısındakilere isyan etmesi, intikam hesabı yapması gerekirken takdiri Allaha bırakıp ahirette hesaplaşmayı düşlüyor...

Her bir kelimesi insan olan herkesin kalbine bir ok gibi...

Gözlerimizin dolmaması duygulanmamız mümkün mü?

Bu mektup bizlere medeniyet dersi verenlerin ülkesinde yaşayan bir dedenin…

Her zaman söylerim…

İnsan olmak..

Yardımsever olmak…

Dost olmak…

Kardeş olmak..

Bir olmak..

Devlet baba olmak..

Büyükleri baş tacı etmek…

Türk milletinde var…

İşte Korona virüs sürecinde büyüklerini baş tacı eden bir devlet ve millet gerçeğini yaşıyoruz…

Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin…

Ve son sözüm ülkemizde huzurevlerinde çalışan kardeşlerimize…

İtalyan dedenin mektubu huzurevlerindeki büyüklerimizin ne kadar ilgi ve sevgiye ihtiyaçları olduğudur.

Çalışma Sosyal Güvenlik ve Aile Bakanımız Zehra Zümrüt Selçuk bu mektubu bütün huzurevleri yönetimlerine göndermelidir..

Çünkü iyi bir ders..

*(Mektubun Almanca'dan Türkçe'ye çevrimini en güzel şekilde yapan Almanya'daki kardeşim Yılmaz Eryiğit'e teşekkür ediyorum.)