Bu anılar çok can yakacak
Abone olMason olan Demirel'in yakın arkadaşı Seyfi Basa'nın anıları, bir çok Türk ünlüsünün başını yakacak. Basa, çok kişinin kendisinden sahte rapor istediğini belirtiyor.
“25 sene başhekimlik yaptığım için mafyasından zenginine kadar
bana işi düşmeyen kalmadı. Hapse mahkûm olmuştur; hapis yatamaz
diye rapor verirdim. Çocuğu sakattır, araba alacak, ‘Seyfi Bey
rapor verir’ der, gelirler, verirdim. Hiçbir şeyden korkmazdım,
hâlâ korkmam. Ben sahtekârlığı iyilik için yapardım. Bakanlık da
raporlarımı kabul ederdi. Çünkü benim raporum geçerli olurdu,
Süleyman Bey’in (Demirel) arkadaşı olduğum için. Herkeste ‘Nasıl
olsa Seyfi istediğini yaptırır’ zihniyeti vardı.” Seyfi ve başhekim
kelimeleri, soyadını söylemeye gerek duymadan hatırlatmaya yeterli
olacaktır onu. Hiç kullanmadığı ön adı ile birlikte İbrahim Seyfi
Basa’dır bu sözlerin sahibi. 25 yıl boyunca İstanbul’daki
Cerrahpaşa, Vakıf Gureba, Beyoğlu, Haseki ve Haydarpaşa Numune
hastanelerinde başhekimlik yapmış olan Basa, Lion, Rotaryen ve
söylediğine göre üst dereceden (32) mason birisidir. “... ve çok
gariptir ki 1962’de ben Cerrahpaşa Hastanesi’nin başhekimi oldum”
diyen Seyfi Basa, olayın garipliğini de şu cümlelerle açıklamakta:
“Hastanedekilerin hepsi hocamdı ve ben çok gençtim. 38-39
yaşlarında iken, o zaman Türkiye’nin en büyük hastanesi olan
Cerrahpaşa’ya, Türkiye’nin en genç başhekimi olarak tayin oldum.”
Birçok kişiyle ve anısı bulunan ve bu anılarını kaleme almaya devam
eden, onları yayımlamayı ise en azından hayatta olduğu sürece
düşünmeyen Seyfi Basa, hatıralarından ancak bir tanesini bizimle
paylaşıyor. Haseki Hastanesi Başhekimi iken Dündar Kılıç’ın
kendisine geldiğini söyleyen Basa, şunları anlatıyor: “Kılıç,
‘Benim 4 ay mahkûmiyetim var. Çok mühim işim var. 5 ay sonra girmem
için bana bir rapor verir misin?’ dedi. Bir adamın 4 ay sonra hapse
girmesi ile 4 ay evvel girmesi arasında bir fark var mı? Rapor
verdim, 5 ay hapse giremez diye.” ‘Dündar Kılıç nerede görse elimi
öptü’ Bunun üzerine Dündar Kılıç, Seyfi Basa’ya ertesi gün, kardeşi
vasıtasıyla, 1976 veya 77’nin parasıyla içinde 500 milyon lira
bulunan bir teşekkür mektubu gönderir. Anlattığına göre Seyfi Basa
mektubu büküp kardeşi vasıtası ile Dündar Kılıç’a iade eder: “On
beş dakika sonra Dündar geldi. ‘Affedersin, bugüne kadar kim ne
yaptı ise benden para aldı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaştım’
dedi. Ondan sonra Dündar nerede görse elimi öpmüştür. Bunlar
kabadayı idi. Şimdikiler kabadayı değil, sahtekâr ve dolandırıcı.”
Seyfi Basa ilk defa 1965 yılında başbakanlık koltuğuna oturan
Süleyman Demirel’le arkadaştır. Bu sebeple, raporları daha bir
itibar görmektedir. Onun Demirel’le tanışıklığı ise politikacı
amcazadesi Ercüment Basa vesilesi ile olmuştur. Amcasının oğlu
Mazhar Basa ise CHP ve GP’den 13. dönem milletvekili olarak
Meclis’te bulunmuştur. Demirel’le Seyfi Basa’nın ilişkisi zamanla
ilerler. Hatta Demirel 1967’de o zaman İstanbul Üniversitesi’ne
bağlanması gündeme gelen Cerrahpaşa Hastanesi’nin başhekimi Seyfi
Basa’ya, gitmek istediği hastaneyi tercih etmesini bile söyler.
Basa, ‘hiç bir arkadaşımın yerini almak istemem’ derse de önce
Vakıf Gureba’ya cildiyeci olarak tayin edilir, 23 gün sonra da eski
başhekimin istifa etmesiyle kendisi o koltuğa oturur. Seyfi Basa
ancak 1974 yılında, Bülent Ecevit’in Necmettin Erbakan’la kurduğu
Birinci Ecevit Hükümeti döneminde Erbakan tarafından görevden
alınır. Bunun üzerine Süleyman Demirel ona imzalı fotoğrafını
gönderir. Seyfi Basa bu sefer Şişli Etfal Hastanesi’ne cildiyeci
olarak tayin edilir. Fakat, Ecevit’in Erbakan’la kurduğu bu hükümet
ancak 8 ay ayakta kalabilir. Ardından, sağlık bakanı olan Kemal
Demir ona ‘Hangi hastanenin başhekimliğini istiyorsun?’ diye sorar.
Beyoğlu Kuledibi Hastanesi’nde kısa süre başhekim olan Basa, oradan
da 1976 yılından ‘1985’e kadar sürecek Haseki Hastanesi
Başhekimliği’ne geçer. Seyfi Hoca, o işin ardından, son başhekimlik
görev yeri olan Haydarpaşa Numune Hastanesi’ni ıslah etmek üzere
buranın başına getirilir. Sonradan kendisine söylendiğine göre,
askeri tıbbiyeli olduğu için, zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren
istemiştir onun buraya gelmesini. Ankara Cinayeti konusunda neden
konuşmuyor? 1921 yılında Rize/Pazar’da dünyaya gelen Seyfi Basa,
ailesinin Kafkaslar’dan geldiğinin kuvvetle ihtimal olduğunu
söylemektedir. Dedesi İshak Basa en son Çorum Valiliği’nde
bulunmuş, babası Nazım Basa ise hukuk eğitimi almasına rağmen
mesleğini hiç yapmamış, ticarete atılmış Seyfi Basa, ilkokulu
Pazar’da okuduktan sonra orta ve lise tahsilini Trabzon’da yatılı
okulda tamamlar. Sonrasında 1938 senesinde İstanbul Hukuk
Fakültesi’ne girer. İstanbul’daki ikinci senesinde ise askeri
tıbbiyeye geçer. Prof. Siyami Ersek gibi tanınmış tıp adamları ile
birlikte okuyan Basa, 1944 yılında teğmen rütbesiyle mezu nolur.
Stajını 1945 senesinde Ankara da Gülhane’de yapan Basa, o yıl
meydana gelen ve meşhur ‘Ankara Cinayeti’ olarak anılan hadise
hakkında da bilgi sahibidir. Doktor Neşet Naci cinayete kurban
gitmiş, bu olayla bağlantılı olarak Ankara Valisi Nevzat Tandoğan
da intihar mı, cinayet mi olduğu hâlâ tartışmalı bir şekilde
hayatını kayetmiştir. Dost sohbetlerinde konu ile ilgili
bilgilerini aktardığını öğrendiğimiz Seyfi Basa’nın, bu konudaki
sorularımız karşısında tavrı nettir: “O mevzuda konuşmam.”
Anlaşılan, bu hadise de Seyfi Hoca’nın hatıraları arasındaki yerini
sır olarak korumaya devam edecek. 1948 yılında imtihanı kazanarak
Ankara Gülhane’ye cildiye asistanı olarak giden Basa, 1951
senesinde cildiye mutehassısı olup bir de kara ordusundan hava
ordusuna geçer. Türk ordusunda bir ordudan başka bir orduya geçmek
imkansızdır. Ama Basa, bu konuda bir ilki başarır. Gizli bir el mi
yoksa talihi mi yardım etmiştir ona, bilinmez. Böylece, kara
ordusunda kalsaydı mecburi hizmet için Anadolu’nun birçok yerine
gitmesi söz konusu olacakken, Ankara ve Eskişehir’de tesisi bulunan
hava ordusunda görev alır. Eskişehir’de iken devlet tarafından
yurtdışına eğitimlere gönderilir. O tarihlerde Adnan Menderes’in,
mecburi hizmet süresini 15 yıldan 10 yıla indirmesini fırsat
bilerek, askeri tıbbiye mezunu olduğundan binbaşı rütbesini de
almasına rağmen ordudan ayrılır. Kısa bir süre Zeynep Kamil
Hastanesi’nde çalışır. Arkasından da yukarıda adı geçen
hastanelerde başhekimlik yapar. ‘Devletin kasasında para olsun,
millet açlıktan ölsün’ Bunca yıl başhekimliğin ardından 1987
yılında Süleyman Demirel tarafından Doğru Yol Partisi İstanbul İl
Başkanlığı’na gelmesi istenir. Demirel’le olan ilişkisi buna en
temel etkendir ama Basa’nın bu partiye yakın durmasının sebebi
Cumhuriyet Halk Partisi’nin izleyegeldiği politikalardır: “Halk
Partisi’ni gençliğimden beri hiç tasvip etmedim. Çünkü bizim
çocukluğumuzda Türkiye’nin en fakir yeri Rize idi. CHP’lilerin bir
zihniyeti vardı. Devletin kasasında para olsun, millet acından
ölsün. Politika bu idi. Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerinde o
kadar büyük bir zafer kazanması tamamiyle halkın onlardan nefret
etmesine bağlı idi. Dikkat ederseniz hâlâ bu nefret sürüyor.” Bu
dönemde İstanbul/Fatih’ten DYP adına milletvekili adayı da olan
Seyfi Hoca, Turgut Özal’ın karşısında kazanamayacağını kestirip,
adaylıktan çekilir. Türkiye’nin ilk özel çocuk hastanesini kurdu
Osmanlı döneminin ilk çocuk hastanesi Şişli Etfal’i kuran ile
cumhuriyet devrinde Adana’da Türkiye’nin ilk özel hastanesini açan
kişilerin ortak özelliği, isimlerinin İbrahim olmasıdır bilgisin
veren Basan; “1990 yılında Türkiye’nin ilk özel çocuk hastanesi
Seba’yı açtım. Benim ön ismim de İbrahim’dir” diyor. ‘Doktorlardan
ve insanlardan nefret ettim’ Türkiye’de sedef hastalığını tedavi
eden tek kişi olduğunu iddia eden Seyfi Hoca, İngiltere’den
getirttiği bir iğne sayesinde bugüne kadar 4 bin sedefli hastada
iyi netice aldığını ifade ediyor. Uzun yıllar başhekimlik yapmış
birisi olan Seyfi Basa, içinde bulunduğu doktorlar dünyası hakkında
ise bunca yıldan sonra hiç iyi konuşmamaktadır: “Türkiye’de son
senelerde bozulan ticari ahlaktır; senelerdir dostluk, akrabalık,
arkadaşlık kalmamıştır; bir tek para kalmıştır ortada. Ben bu
hastaneyi açtıktan sonra evvela doktorlardan, sonra insanlardan
nefret ettim.” Yılların tıp adamı Seyfi Basa, tıp ve doktorlar
dünyasındaki ilginçliklere de dikkat çekiyor. Basa, doktorların
birçoğunun özel giderlerini vergiden düşmek için limited şirket
kurduklarını, buna rağmen muayenehane kapılarına şirketin ismini
değil, kendi isimlerini yazdıklarını söyleyerek, bu konuda
yetkilileri uyarıyor. ‘Doktorlar şirket kurar ama isme tabela
asamaz’ diyor. Seyfi Hoca, diyet uzmanlığı gibi bir şeyin
olmadığını, akupunkturun aslında bir psikolojik tedavi yöntemi
olduğunu, fakat Türkiye’de ticari bir araç haline gelerek ilgili
ilgisiz her alanda uygulandığını anlatıyor; berberlerin ‘sivilce
tedavisi yapılır’ diye tabela asması karşısında ise şaşkınlığını
dile getiriyor. Sabih Tansal’ın eniştesi Tevfik-Sabiha Tansal’ın
kızı Nermin Hanım’la yaptığı evlilik sayesinde Boğaziçi
Üniversitesi’nin eski rektörü Sabih Tansal’ın da eniştesi olan
Seyfi Basa oldukça geniş bir çevreye sahiptir. Bu kadar geniş bir
çevre edinmesinin sebebini, İstanbul’a daha ilk geldiğinde bütün
sosyal kulüplere üye olmakla açıklayan Basa, Moda Deniz ve Moda
Yelken kulüplerine üyeliklerinin yanında Büyük Kulüb’ün de yaşayan
en eski üyesi durumundadır. ‘Bursaspor’la şike yaptık’ 1975’te,
gazetelerde müstear isimle (ne olduğunu açıklamıyor) yazılar yazan,
doktorların yanında, büyükelçiler ve Cemal Ulusoy, Sakıp Sabancı
gibi iş dünyasının köklü isimlerinin de bulunduğu kişilerle bir
zaman öncesine kadar özel toplantılarda bir araya gelen Basa,
Beşiktaş’a üyeliğinden önce 1986 sezonunda Servet Takiş’in başkan
olduğu dönemde Rizespor’da yöneticilik yapmıştır: “Benim dönemimde
bir şike yaptık. Ondan sonra sporla alakayı kestim. Şike
yapılıyordu, biz de Bursaspor’la son maçı oynarken yaptık o zaman.
Ve birinci ligde kaldık. - Satın mı alındı maç? “Satış yoktu da
hatır vardı. Özel bir konuşma idi. 84. dakikada bir penaltı ile
birinci ligde kaldık.” - 84. dakika üzerinde anlaştınız! “Öyle
rivayet edilir. Kaynak: Aksiyon Dergisi