Bir yazarı ne bozar?
Abone olStar Gazetesi'nin 'emanet yazarı' yazarı Engin Ardıç, bu kez de yazarlığın 'olmazsa olmaz' koşullarından biri olarak Cihangir'den başka yerde oturamayanları yazdı.
Akşam Gazetesi'nin ise çiçeği burnunda' yazarlarından Engin
Ardıç, Star Gazetesi'ndeki son yazısında, yazarların Cihangir
'takıntısı'na ayırdı. Ardıç, yazarlığın koşullarından biri olarak
Cihangir'den başka oturamayanları giderayak 'ti'ye aldı:
- Cok okunan genç bir yazarla söyleşi yapılmış, arkadaş demiş ki:
‘Ben yazar adamım, Cihangir’de oturmam lazım!’
Belki de havası ya da suyu iyi geliyor, bilemeyiz. Ben Cihangir’de
oturmuyorum, onun için yazılarım takır tukur.
Canım çocuk ‘edebiyatçı’ demek istiyor, gazeteci-yazar isterse
Atışalanı ya da Şenesenevler’de de oturabilir... O ayrı bir
kategoridir. Son yıllarda Türkiye’de iki ayrı tip yazar oluştu:
Gazeteci yazarlar ve kötü yazarlar.
Çünkü ortalıkta edebiyatçı diye dolaşan birçok kişinin eserine
işemeye bile değmez. Sırf ‘memleket kalkınsın, daha çok kitap
okunsun’ diye ses çıkarmıyoruz.
Onlar da ortalığı boş buldular, para da geliyor ya, şımardıkça
şımarıyorlar.
Türkiye’de uzun süredir hangi kitabın kimin tarafından nasıl
yazılacağına lise mezunu sekreter kızlar karar veriyorlar. Asıl
okuyucu kitlesi onlar.
Durum böyle olunca da, ‘kız kitabı’ olarak aşk yazarlarının
eserleri öne çıkıyor ister istemez. (Evet ya, nasıl kız içkisi
Çankaya şarabı varsa, kız kitabı da vardır.)
Eskiden kelek aşk romanlarını Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Ethem
İzzet falan yazarlardı (bu yolun yolcusu Peride Celal yaşlılığında
nedamet getirip ciddi romana geçmek isteyince başaramadı)...
Kızların anaları bunları okurlardı.
Sonra bu isimler çok çeşitlendi ve ortalığı pıtırak gibi ‘aşk
esnafı’ kapladı. Gazeteciler de bu işte ekmek gördüler ve gazete
sayfalarında da kolunu sallasan aşk yazarına değmeye başladı. Şimdi
hemen her gazetemizin bir moruk yazarı, bir ciddi yazarı, bir fosil
yazarı, bir laga luga yazarı, bir yazar olmayan ‘yazanı’, bir
kavgacı yazarı, bir tetikçi yazarı, bir yemek yazarı, bir aşk
yazarı, bir de çatlak karısı var!
Demokrasi çeşitliliktir arkadaşlar!
Evet, bütün çeşitler basın yayın hayatında.
Bunlar genç oldukları, yani yirminci yüzyılın siyasi
çalkantılarından geçip de gelmedikleri için, ‘yaşam maşam’
ayağından serseriliği de pek seviyorlar. Ne de olsa cinsel
ilişkileri de bizim gençliğimizde olamadığı kadar rahat ve
özgür.
Başkalarına bakıp anlamayı ve anlatmayı değil, kendilerini yazmayı
da pek seviyorlar. Eh, bu da günümüzün bireyciliğiyle, entellerin
moda deyimiyle ‘örtüşüyor’ galiba...
Ancak kimilerinin ‘hayatı palavra’ olduğu için ortaya çıkıyor işte
o üzerine işenmeyecek eserler...
Cinsel tacizde bulunmaya hevesli delişmen kızlar eskiden bana da
gelirlerdi: ‘Romanımı ya da öykümü okuyup fikrinizi söyler
misiniz?’... Hem meşhur olacak, hem de televizyon yıldızına
verecek, bir taşla iki kuş.
İş edinip okurdum, kendini anlatıyor. Sonunda, şöyle standart bir
eleştiri cümlesi geliştirdim: ‘Bunu çöpe at, git, oturduğun
apartmanın kapıcısının karısını incele, sonra kaleminle bir kapıcı
karısı yarat, getir okuyayım.’
Ama bunun için yazar olmak gerekiyordu ve bir daha hiçbirinden ses
çıkmadı tabii.
Arkadaş Cihangir’de oturuyormuş, çünkü Firuzağa kahvesinde çay
içmesi, akşam da Kaktüs’e ya da Leyla’ya gitmesi gerekiyormuş.
Artık orta yaşlı bir ‘dirty old man’ olmaya başladığım için,
‘Leyla’ya gitme’ fikrini sevdim. Fakat bunun için kalem gerekli
değil ki, makul boyutlarda bir penis yeterli.
Kemal Tahir de günlerce evinden çıkmazdı ha... Çünkü yazıyordu.
Jean-Paul Sartre, hem yaşamanın hem yazmanın mümkün olmadığını
söylerdi. Önce yaşayacaksın, sonra yazacaksın. Takıldığı Flore ve
Deux Magots kahvelerini ‘yazarın canlısını görmek isteyen
gezginler’ basınca, önce iki sokak aşağıda Port Royal otelinin
barına kaçmış, sonra da hepten evine kapanmıştı...
Şu Cihangir işinin de adını koyalım: O semtte ‘eve karı getirmek’
kolay da onun için oturuyorsun, bize lolo yapma!
İyi ama bunu kedi de yapıyor tavşan da yahu, yazmakla çizmekle ne
ilgisi var.
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: .