Olaylara bakışımız, başımıza gelenlere tepkilerimiz, doğal
olarak da tiplerimiz değişik. Hatta bencililiğimiz bile birbirinden
farklıdır.
Tıpkı sevmelerimizin farklı olduğu gibi…
Hiçbirimiz bir başkasına benzemiyoruz. Benzemeyiz de zaten.
Değişmeyen hepimizin yaşamdan beklediğimiz, istediğimiz tek bir
şey var.
O da mutlu olmak.
Ne ile ne kadar mutlu olduğumuz farklı olsa da sonuç aynı.
Mutlu olmak.
Aslına bakarsanız bunca farklılıklardan dolayı da mutlu olmak
hiç kolay olmuyor. Mutlu olduğumuzu sanmalarımız o yüzden
çokça…
O yüzden kıymet bilmezlik hat safhada.
O yüzden aşk üzerine aşklar yaşanıyor.
O yüzden vazgeçmeler; hayatın her evresinde kendini
gösteriyor.
Aslına bakarsanız bunların nedeni sahip çıkamamaktır.
Hissettiklerimize, yaşadıklarımıza sahip çıkamamaktır.
Korkaklığımızdan değil.
Kendimizi değil de başka yaşamları, başka yaşamların neler
düşüneceğini düşünmekten dolayı sahip çıkamıyoruz.
Onca mutsuzluğun içinde sahip çıkamadığımızın gerçek
mutluluğumuz olduğunu bilmeden.
Yani sahip çıkamadığımız; aslında kaybettiklerimiz.
Bazen bilmeden, bazen bile bile…
En kötüsü, en acımasızı ise; işte o bile bile
kaybettiklerimiz.
Onlar çok koyuyor.
İçimize, dışımıza, ruhumuza koyuyor.
Hem öyle bir koyuyor ki sonrası laf olsun türünden bir yaşam,
laf olsun türevinden beklentilerle geçip gidiyor.
O yüzden de biriktirdiğimiz keşkeler; yaşam yolculuğumuzun
sonlarında tek tek ortaya çıkmaya başlıyorlar.
Ve çıktıkları yeri hatırlatarak acıttıkça acıtıyorlar.
Hatırladıklarımızı aslında hiç unutmadığımızı göstererek…