Bekaretin El Değmemiş Tarihi
Abone olTarih boyunca süren bir tartışma masaya yatırılıyor.
Hanne Blank İletisim Yayınlarından yayımlanan başlıklı kitabında
tarih boyunca süren bir tartışmayı da masaya yatırıyor.
Bekâretin El Değmemiş Tarihi / Virgin: The Untouched History.
2007’de tarihçi yazar Hanne Blank tarafından yazılan kitap,
feminist çeviri ve kadın araştırmalarıyla ilgilenen Emek Ergün
sayesinde artık Türkçe’de. Bekâret, hemen hemen tüm toplumlarda
kadın bedeni üzerinden tartışılan bir kavram. Bakire olmadığı için
intihar eden kadınların olduğu bir toplumda Emek Ergün’ün kitaba
Türkiye’de yaşanan sayısız bekaret tartışmalarını eklemesi,
toplumumuzda yaşayanların da bekaret kavramının içerdiği
problematik ögeleri yeniden düşünmeleri için bir fırsat
aslında.
Bekâretin El Değmemiş Tarihi, Bekâretbilim ve Bakire kültürü adında
iki bölümden oluşuyor. Kitap, kapağından başlamak üzere birbiriyle
ilintili kavramsallaştırmaları tartışmaya açıyor. Kızlık zarı bu
tartışmaların merkezinde. Çünkü bekâret temsili yüzyıllardır kızlık
zarı üzerinden yapılıyor. Farklı toplumlarda farklı şekillerde
kutsanan kızlık zarının hikâyesi, bekâret biliminin hikâyesiymiş
gibi gösteriliyor çokça. Kutsanan kızlık zarı, heteroseksüel bir
evlilikle daha da kutsanıyor; erkeğin penisi vajinaya girer ve
kızlık zarı ‘bozulur’, kan akar. Bekârete atfedilen senaryo budur
ve kitabın kapağındaki kırmızıya boyanmış himen, bu senaryoyla
dalga geçen ironik bir temsiliyettir. Blank bunu en iyi şu cümleyle
anlatır:
“En azından geleneksel kurallaşmış şekliyle bekâret yalnızca
heteroseksüeldir.” (Blank, s.55) Yani lezbiyen bir kadın cinsel
ilişki yaşasa da ‘hetero’ olmadığından kadınlık mertebesine
erişememiştir.
Kitabın ilk bölümünde, himenin kavramsal olarak varlığından
bahsedilir. Blank, farklı hayvanlarda himenin işlevsel rolü
olduğunu anlatırken, insandaki himenin ‘biyolojik’ bir birim olarak
işlevsizliğinden söz ediyor ve “ancak insanlar ve himeni olan diğer
türlerin çoğu için (bunlarda) himen aslında işlevsiz bir artıktan,
vajinanın girişi oluşurken geride kalan ufacık gereksiz bir et
parçasından başka bir şey değildir” diyor. Ve böyle olmasına rağmen
himeni yalnızca insanların bilmesi ve himenle ilgilenmek için
kendilerine kültürel, toplumsal, geleneksel kılıflar altında
nedenler bulması da yine problematik öge olarak tartışılması
gereken noktalardan biri.
Himenin bilimsel-fizyolojik olarak incelenmesi, kızlık zarına
dair inanılmış değerlerin boş, saplantılı, kan sevici birer varlık
olarak yine insanın kadın bedeni üzerinden varabileceği noktaların
trajikomikliğini gösteriyor. Kana yüklenen misyonla (her kızlık
zarı ilk cinsel ilişkide kanar yanılgısıyla), ilk gece suçlanmamak
için vajinalarını kesen kadınlar, himen tamiri üzerinden ticaret
yapan doktorlar, himen estetiği, 1544’lerde ceset kaçırılarak
himenin nasıl keşfedildiği, Blank’ın bekâret tartışmasında ele
aldığı tartışmalardan yalnızca bir kaçı.
BEKÂRETİN KÜLTÜREL VARLIĞI
Bakire kültürü adını taşıyan ikinci bölümde Blank, bekareti
yüzyıllararası bir perspektifin ortasına koyuyor ve bugüne kadar
sancılı -kadınlar açısından- bir yolculukta ilerleyişini adım adım
takip etmemizi sağlıyor. Hristiyanlık öncesi bekâret algısı, M.Ö.
450 tarihlerinde kalma bir Girit Yasası’nın bakirelerin ve bakire
olmayanların tecavüzü için ayrı cezalar öngörmesine kadar giden bir
incelemenin yolculuğu bu. Ortaçağ düşüncesinde Mısırlılar,
Yunanlılar, Romalılar ekseninde bekâret tartışmalarını getiriyor
karşımıza bu yolculuk.
Hristiyanlıkta kadına bakışı ve bekâret düşüncesini de ekliyor
bu tartışmalara. Din gibi toplumların algısının her daim merkezinde
olan bir konuda neden sadece tek bir inanışı incelediği sorusunun
akıllara gelme ihtimali olsa da, burda yeniden Blank’ın okuyuculara
düştüğü nota bakmakta yarar var. Blank akıllara takılan bekâret
tartışmalarının kimi taraflarının neden kitapta olmadığını “bekâret
ve bakireler konusunda çok fazla bilgi olmasına ve bunların tek bir
kitaba sığmayışına” bağlıyor. Bu konularda yeni açılımlara ihtiyaç
olması da feminist araştırmalar tarafından daha bu konunun özne
olarak inceleneceğinin sinyali aslında.
Bekaret kavramsallaştırmasında problematik öğelerden biri de
kadın-erkeğin konumu. Kadınlık-erkeklik rollerinin ataerkil
söylemde nasıl olduğu bir kez daha karşımıza çıkıyor Blank’ın
açıklamalarıyla. “Cinsel ilişki erkekleri de kadınları da gerçek
yapar ama bunun altında yatan anlam değişmeden kalır: Gerçek erkek
hâkim olurken, gerçek kadına hâkim olunur.” (Blank, s.291)
Tüm dünyada bekâret tv dizileriyle, evlilik manifestosuyla,
gelinlik, kırmızı kuşak, evlilik öncesi seks, bekâreti bozan
fiziksel temaslar sorunsalı gibi yan ögelerle tartışılmaya devam
ediyor. 20. yüzyılda da olsak bekâretin anlamı ve rolü farklı
biçimlerde, farklı kimliklerde yaşamımızda hep var. Blank bu
sürekliliğe şöyle bir anlam yüklüyor: “Bekâret meselelerinin ve
tarihinin bütün yönleriyle ilgili bilgiler, hatta bu konuda
araştırma yapılabileceğinin, bekâretin bir tarihinin olduğunun
farkında olmak bile, çoğu zaman doğanın indirgenemez bir gerçeği
olarak gösterilen toplumsal bir ilkeyle uğraşırken
vazgeçemeyeceğimiz bir silahtır.” (Blank, s.372)
Ve- evet- yapılması gereken bekâretle ilgili kadına yönelik şiddet uygulamalarını, bakire olmadığı düşüncesiyle intihara zorlanan/intihar eden kadınları yaratan ataerkil toplumun değerlerine bu kültürel silahla karşı koymak ve soyut bir kavram olan bekâretin kültürlerimizde yeniden tanımlanma sürecini başlatmaktır.
Hanne Blank’ın yazdığı Bekâretin El Değmemiş Tarihi’ni feminist
bir bilinçle çeviren Emek Ergün bu süreci başlatmış; devamlılığını
sağlayıp, yanlış ölümlerin oluşmasına engel olmak da bekaret
söylemleriyle ataerkilliğin yeniden üretilme biçimlerine karşı
duranlara kalıyor. (Işıl Bayraktar)