Başbuğ'dan Erdoğan'a iki destek bir tepki
Abone olGenelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ CHP'nin eski milletvekili Şükrü Elekdağ'a konuştu
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, Başbakan
Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur" ve "Terörü minimize etmek için
farklı stratejiler uygulayacağız" çıkışına tam destek verdi,
terörle mücadele polisin daha etkin kullanılmasıyla ilgili karara
ise tepki gösterdi.
PKK terör örgütü ile diğer terör örgütlerinin bir olmadığını
savunan Başbuğ, "PKK kırsal alanda, yani dağda eylemler
yapmak için organize olmuş ve eğitilmiş bir terör örgütüdür. Kırsal
alanda ve dağlık arazide terörle mücadeleyi silahlı kuvvetler
dışında hiçbir kuvvet yapamaz" dedi.
Türkiye'deki sorun ile Güney Afrika'yı benzeştiren Başbuğ'a göre
devletin Kürtçe öğretme yükümlülüğü de yok.
Başbuğ CHP eski milletvekili diplomat Şükrü Elekdağ'a
röportaj verdi. Milliyet'te yayınlanan röportajda emekli olmasından
bu yana konuşmayan Başbuğ hem yeni yayınlanan "Terör Örgütlerinin
Sonu" adlı kitabı hem de gündemdeki konular üzerine
konuştu. İşte Başbuğ'un açıklamalarından satır
başları:
BAŞBAKANLA HEMFİKİRİZ
"Kürt sorunu yoktur" ifadesi, hatırlıyorsanız seçim döneminde de
Sayın Başbakan tarafından kullanıldı. Kitabımın bir bölümünde ben
de bu konuya değiniyorum. Burada hemfikiriz. Türkiye'de şu anda,
altını çiziyorum, bir Kürt sorunu olduğu kanaatinde değilim. Niye
böyle bir sonuca ulaşıyorum? Bir ülkede etnik farklılıklar
olabilir. Bugün dünyadaki ülkelerin büyük bölümünde çok homojen,
tek etnisiteye dayanan bir millet yok zaten. Bu ülkelerde etnik
farklılıklar olduğunu görüyoruz. Etnik farklılıkların olması demek
orada ille bir etnik sorun olduğu anlamına gelmez.
Etnisiteye dayalı bir sorun var dediğiniz zaman, o ülkede o etnik
gruba karşı ayrımcılığın yapılmış olması gereklidir. Kürt kökenli
vatandaşlarımız Türkiye'de her yere dağılmış durumda. Yerleşim
alanlarında en ufak bir kısıtlama yok. Peki, eğitimde bir sınırlama
var mı? Belirli bir etnik gruptan olanın şuraya giremeyeceği
hususunda bir ayrımcılık var mı? Eğitimdeki fırsat eşitliği ayrı
konu, bütün vatandaşlarımız için ayrı bir olay. İş alanlarında
ayrımcılık var mı? Bugün biz devlet ihalelerinden tutun bütün diğer
iş alanlarında bir ayrımcılık yapıyor muyuz? Bunların olduğunu
söylemek gerçekten mümkün değil Türkiye'de. Bazı ülkelerde ise bu
farklılıkları görüyoruz. Madem ki konuyu Kürt kökenli
vatandaşlarımızın sorunları açısından ele alıyoruz. Ben bu alanda
hiçbir ayrımcılığın olduğu kanaatinde değilim bugün.
AYRIMCILIK İDDİALARI
Ciddi bir konu bu. Bunun üzerinde, yetkililerin herkesin dikkatli
olması lazım. Şimdi Türkiye'de bu konuda münferit olaylar olmuş
olabilir. Kürt etnik kökenli vatandaşlarımız sadece Güneydoğu veya
Doğu Anadolu'da mı yaşıyor? Hayır her yerde yaşıyor. İzmir'de de
yaşıyor İstanbul'da da yaşıyor Bursa'da da yaşıyor. Önemli olan
buralarda yaşayan vatandaşlarımız diğerleri tarafından bir farklı
muameleye ayrımcılığa tutuluyor mu, tutulmuyor mu? Ben bunu
soruyorum. Ben tutulduğu kanaatinde değilim. Ama bu konuda da
hassas olunması dikkatli olunması düşüncesini taşıyorum. Münferit
olayları bir kenarda tutuyoruz. Tamam ama, bu terör olayları bu
şekilde devam ederse, yarın bu ayrımcı düşünceler genele giderse
Türkiye için esasa ciddi tehlikeler ve risk budur. Dolayısıyla ben
de Sayın Başbakan'la aynı kanaatteyim. Kürt sorunu yoktur. Var
dediğiniz zaman İstanbul'da yaşayan Kürt vatandaşımızın da sorunu
olması lazım. Oradaki sosyal hayatı, yaşantısı içinde bir sorunu
olması lazım.
ERDOĞAN'IN TERÖRLE MÜCADELE FARKLI STRATEJİLER
ÇIKIŞI
Ben o konunun yorumunu yapmak istemiyorum. Çünkü cümle çok genel
bir cümle. Bu bakımdan yapacağımız yorum yanıltıcı olabilir. Ama
Sayın Başbakan'ın son cümlesi, yani amacın terörü minimize etmek
olduğu hususuna gelince, bunda aynı noktadayız tabii ki. Hatta biz
şu terimi kullanmayı daha tercih ediyoruz: Terör örgütlerini
marjinalize etmek. Yani bir terör örgütü ile karşı karşıyaysanız,
terör örgütünü tamamen ortadan kaldırmak biraz ütopik -gerçekçi
olmayan - bir yaklaşım oluyor. Bugün stratejilerin, terör
örgütlerinin marjinalize edilmesine dayanması lazım... Mesela bir
DHKPC'yi buna örnek olarak gösterebilirsiniz. Terör örgütlüğünü
devam ettiriyor mu ettiriyor ama marjinalize olmuş bir terör
örgütüdür. Dolayısıyla elbette hepimiz arzu eder ki terör örgütünü
tamamen ortadan kaldıralım... Ama gerçekçi olmak istiyorsak
marjinalize etmek gibi bir hedef koymamız lazım. Burada örgütü
marjinalize ederken terör eylemlerini de minimize edeceksiniz. Bu
amaç doğrudur, bu amaca aynen katılıyorum...
TERÖRLE MÜCADELE POLİS GÜCÜ
Bu önemli bir konu. PKK terör örgütü ile diğer terör örgütlerini
veya terörle mücadeleyi aynı noktada görürseniz yanılırız. Örneğin
bugün İsrail'de ve diğer ülkeler de terör olayları var. Mücadelenin
nasıl yapılacağını saptamak için terör örgütünün yapısına, nasıl
örgütlendiğine ve terör eylemlerini hangi alanlarda icra ettiğine
bakmamız lazım.
PKK terör örgütüne baktığımız zaman, kırsal alanda, yani dağda
bayırda eylemler yapmak için organize olmuş ve eğitilmiş bir terör
örgütü olduğunu görüyoruz. Şehirlerde ve meskun yerlerde bazen
taşeron kullanıyor, çünkü kendisi örgüt olarak yerleşim yerlerinde
eylem yapmak üzere örgütlenmiş ve eğitilmiş örgüt değil. Bu durumda
terörle mücadele edenlerin de kuvvet yapılarını örgütün
niteliklerine göre düzenlemeleri zorunlu. Şehirlerde mücadelede
asli unsur elbette polis, polisin yetmediği yerde de jandarma
olacaktır. Kırsaldaki terörle mücadele ise farklı. Kırsal alanda ve
dağlık arazideki terörle mücadeleyi silahlı kuvvetler dışında
hiçbir kuvvet yapamaz. Bu biraz komik olur.
ASKERLE POLİS ARASINDAKİ FARK
Birincisi, kırsal alanda ve dağda yapacağınız mücadele için ona
uygun organizasyonunuz olması lazım, artı eğitim konusu var.
Ayrıca, "emir-komuta-kontrol" en önemli konulardan birisi.
Kilometrelerce alana dağılıyorsunuz. Böylesine bir alanda
"emir-komuta-muhabe-re" konusu çok önemli. Silahlı kuvvetlerin
muhaberesi ile mukayese edemezsiniz.
İkincisi, kırsal alanda gerektiği zaman ağır silahlar
kullanıyorsunuz. Türk kamuoyunda yanlış bir inanç var onu da
düzelteyim. Bizim terörle mücadele, tankları kullandığımızı
sanıyorlar, bu çok komik. Oralara tank çıkaramazsınız. Orada en
fazla insan veya hayvanlarla taşıdığınız malzemelerle harekat
kabiliyetin sahip oluyorsunuz.
Dolayısıyla, kırsal alanda mücadele ancak orduyla
yürütülebilir.
POLİS DAĞDA YAPAMAZ
Nispeten yumuşak arazilerde, örneğin Diyarbakır, Mardin bölgesi
gibi yerlerde, gerektiği zaman polis özel harekat timlerinden
yararlanılabilir. Bu tür yumuşak arazilerde, silahlı kuvvetlerle
birlikte polis özel harekat timleri de kullanılabilir. Ancak,
"kırsal alandan silahlı kuvvetleri çekelim onun yerine polis özel
harekatını götürelim" yaklaşımı, çok gerçekçi bir düşünce değil.
Şimdi Güneydoğu Anadolu'yu biliyorsunuz. Terör örgütleri için ideal
bir coğrafya. Böyle bir coğrafyada terör örgütlerini kontrol
altında tutabilmeniz için alanı kontrol etmeniz lazım. Yüzde yüz
bir kontrol mümkün değil ama belli yerleri elde bulundurmanız
zorunlu. 1993 yılından beri strateji olarak alan kontrolüne önem
verdik. Karakollar var, jandarma karakolları var, bunlar alan
kontrolüne yardım ediyor. Ama bazı uzak yerlere birlikler
yerleştirerek o alanı kontrol etmeye, dolayısıyla teröristlerin
hareketlerini kısıtlamaya çalışıyoruz. Alanı tamamen boş
bırakırsanız teröristlere büyük hareket olanağı sağlarsınız. Alan
kontrolünü de ancak silahlı kuvvetler yapabilir.
Şırnak'ın biraz batısına giderseniz Küpeli dağı bloğu vardır. Bu
çok geniş bir alan. Orada kritik üç dört yeri tutmanız lazım. Bu
görevi oraya birlik konuşlandırarak yapacaksınız. Bunu ordunun
dışında kimse yapamaz.
TERÖRLE MÜCADELE ÖNEMLİ İKİ NOKTA
Bir ülkenin yapısında farklı gruplar olabilir, önemli olan bu
gruplara karşı ayrımcı muamele olup olamadığıdır. Bu konuya
değindik. Ben Türkiye’de ayrımcılık noktasında tehlikeli noktada
olduğumuz kanaatinde değilim. O halde terörle mücadele ederken de
en çok dikkat edilmesi gereken husus ayrımcılığın
derinleşmemesidir.
Ülkelerde etnik ayrımcılığın derecesine göre çözümlerin farklı
olduğunu görüyoruz. Literatüre baktığımızda dört çeşit çözüm
görünüyor. Birincisi, etnik farklılıkların veya etnik ayrımcılığın
çok derinleşmiş olduğu ve artık geriye dönüş olmayan bir noktada
olan bir ülkenin durumu. Bu durumda çözüm bölünme oluyor. Türkiye
bölünür mü ben o kanaatte değilim.
İkinci model, etnik demokrasi. Bu, biraz garip bir terim. Hem
demokrasi, hem etnik... Ama bu model İsrail’de var. Etnik
demokrasi, çoğunlukta olan etnik grubun ülkeye tam hakim olması.
Üçüncü model, biraz tuhaf bir isim “güç paylaşımı/partner
demokrasi” uygulaması.
VATANDAŞLIK TARTIŞMASI
Ben bu devletin bu Cumhuriyetin bir vatandaşıyım. İstemiyorsanız bu
bağı kesersiniz, burada sizi zorlayan bir nokta yok. İkinci
prensip, bireyin özgürlükleri. Devlet, bireyin özgürlüklerinin
önünü açacak. Özellikle bireyin kültürel özelliklerinin önünden
engel olmaması lazım. Diğer bir prensip ise kolektif hakların
olmaması. Kollektif hak dediğiniz siyasal hak kavramına gidiyor.
Siyasal hak dediğiniz zaman liberal demokrasinin dışına çıkarsınız,
üçüncü modele gücün paylaşımına gidersiniz. Devletin etnik farklı
gruplara karşı tama anlamıyla tarafsız olması lazım. Türkiye’de bu
çok ters bir noktada yorumlanıyor; etnik gruba bazı farklılıklar
tanıyoruz deniyor ki bu çok yanlış. Bir gruba pozitif ayrımcılık
yaparsanız, obür gruba haksızlık edersiniz. Dolayısıyla dil, din ve
kültürel farklıların devlet tarafından resmen tanınması, bu
konuların siyası konu haline dönüşmesine ve etnik sorunlar
doğurmasına yol açar. Ayrı bir kültüre sahip olmanın hak olarak
tanınması doğru değil.
DEVLETİN KÜRTÇE ÖĞRETME YÜKÜMLÜLÜĞÜ YOK
Şunu da iyi anlamak lazım. Bir şeyin tanınmaması o olayın
reddedilmesi anlamına gelmez. Tanımada resmiyet vardır. Ama
tanınmama demek, reddetme anlamına da gelmiyor. Resmen tanımamakla
birlikte kabul diyorsunuz. Farklı gruplara karşı tarafsız
kalacaksınız. Devletin farklı etnik gruplara karşı hiç yükümlülüğü
yoktur. Devlet, devlet olarak etnik farklı gruplara karşı
farklılıklarından dolayı onlara bir yükümlülüğü yoktur. Devletin
Kürtçe dersini devlet okullarında öğretme yükümlülüğü yoktur.
TÜRKİYE'YE GÜNEY AFRİKA ÖRNEĞİ
Güney Afrika’nın bölünmesini engelleyen iki önemli neden vardır.
Birincisi, ülkenin hiçbir bölgesinde bir grup tam çoğunluğa sahip
değildir ve etnik grup mensupları ülkenin dört bir yönüne
dağılmışlardır. İkincisi, ekonomi çok entegre olmuştur. Mandela
diyor ki ülkeyi bölersek Güney Afrika’nın ekonomisini çökertiriz.
Aynı şartlar Türkiye’de de mevcuttur ve Türkiye’nin bölünmezliğinin
nedenlerin oluşturur.
KANDİL BİTMEDEN TERÖR BİTMEZ
PKK 4 aktörden oluşuyor. Birincisi, Kandil’deki silahlı
kanat... Bu kanatta üçlü bir grup var, bunlar, Karayılan, Cemil
Bayık ve Duran Kalkan. İkinci aktör siyasi kanattır. Bu bağlamda
Belçika’daki ana grup öne çıkıyor. Siyasi kanadın en büyük gücü
ekonomiktir. Para kesilirse silahlı kanat zora girer. Üçüncü aktör,
Türkiye’deki siyasi oluşum ve bazı sivil toplum örgütleridir.
Dördüncü aktör ise, İmralı’dır. Bunların içinde en önemlisi, bana
göre, silahlı kanattır. Silahlı kanadın oluru olmadan örgütün silah
bırakması mümkün değildir. Silahlı kanat gerekirse Öcalan’ı
dinlemeyebilir. Örgütü silah bırakmaya zorlayacaksanız PKK’nın
Kuzey Irak’taki varlığını riske sokmanız zorunlu. Bu şartlarda
örgüt silah bırakmaya gidebilir. Ancak, silahlı kanadı silah
bırakmaya zorlarken, bu kanattaki yöneticilerin güvenliliğini
düşünmeniz lazım. Terör örgütünün çökmesi için lider kadronun
çökmesi lazım. Yoksa, örgüt şu anda koşulsuz silah bırakmaya pek
yaklaşmaz.