Başbakanla içki içen gazeteciler
Abone ol21 gazeteci Erdoğan'la yemekteydi. Yemekte içki servisi de vardı. Gazetecilerin çoğunluğu cola ya da nar suyu içerken, ikisi şarapta karar kılmıştı. Kimdi onlar?
yazarı Nazlı Ilıcak gazecilerle Başbakan'ın yemeğinde
yaşananları yazdı. Ilıcak yemekte dedi.
Ortaköy'de Kabataş Vakfı'na ait Feriye lokantasında, Fehmi Koru'nun
davetlisi olarak mükellef bir yemek yedik. Servis o kadar
düzenliydi ki, herkese bir garson isabet ediyordu. Garsonlar, önce
arkamızda yer alıyor, sonra birlikte yemekleri önümüze
koyuyorlardı. Yemeğe 21 gazetecinin yanı sıra, Başbakan'ın
grubundan Egemen Bağış, Yalçın Akdoğan, Ahmet Tezcan ve Akif Beki
de katıldı.
Mönüyü de verelim: Önce meze tabağı (Enginar dolması, kabak çiçeği
dolması, közlenmiş patlıcan, ahtapot ve karides salatası), arkadan
otlu kaygana sarması, karışık sebze, Ayvalık kelle peyniri,
közlenmiş domates sos ile; ana yemek olarak safranlı kalkan ızgara,
mini sebzeler, taze patates; ve nihayet tatlı... kireç kaymağında
bekletilmiş kabak tatlısı ve fıstıklı gözleme kaymaklı dondurma
ile.
Tabiî şimdi hemen merak edeceksiniz, içki servisi var mıydı diye.
Evet vardı. Ama çoğumuz koka kola, nar suyu veya portakal suyu ile
yetindik. Benim gördüğüm kadarıyla İsmet Berkan ve Okay Gönensin
şarap içti.
Fehmi Koru, toplantıya katılan iki hanımdan biri olduğum için beni
sağına oturttu. Mehmet Barlas'a ise Tayyip Erdoğan'ın yanındaki
koltuğu ayırmıştı. Diğer arkadaşlarımız arzu ettikleri gibi masada
yerlerini aldılar. Tayyip Erdoğan, Mehmet Barlas'a, "Artık Nazlı
Ilıcak'ın evindeki toplantılar yapılmadığı için esprilerinize
hasret kaldık" dedi. Kendisi Ankara'ya yerleşmişti, biz İstanbul'da
kalmıştık. Bu yüzden araya mesafe girmişti. Ben hemen atıldım ve
"Merak etmeyin, 2007 seçimlerinde bu mesafe kapanacak;
milletvekilliğine adaylığımı AK Parti'den koymayı düşünüyorum.
Kazanırsam Ankara'ya taşınırım" dedim.
Birileri "Yasağınız ne zaman bitiyor" diye sordu.
-2007 başında.
Ve Tayyip Erdoğan'a dönüp, "2007'den önce seçimi yaparsanız ben
gene giremeyeceğim" diye durumu izah ettim. Erdoğan, 2007
garantisini verdi ama, benim adaylığımı isteyip istemediği hususu
yapılan espriler arasında açıkta kaldı.
Kimler katıldı
Fehmi Koru (Yeni Şafak), Nazlı Ilıcak (Bugün), Taha Akyol
(Milliyet), Enis Berberoğlu (Hürriyet), Ahmet Hakan (Hürriyet),
Mehmet Barlas (Sabah), İsmet Berkan (Radikal), Ekrem Dumanlı
(Zaman), Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak), Hasan Cemal (Milliyet),
Serdar Turgut (Akşam), Mehmet Emin Kazcı (Vakit), Selâhattin
Sadıkoğlu (Bugün), Okay Gönensin (Vatan), Salih Memecan (Sabah),
Oral Çalışlar (Cumhuriyet), Fuat Bol (Türkiye), Mustafa Karaalioğlu
(Yeni Şafak), Gülay Göktürk (Bugün), Mustafa Çelik (Kanal 7),
Mehmet Altan (Sabah)
Basın mensupları neler konuştu?
Bu bir basın toplantısı değildi. Gazeteciler, düşüncelerini ve
eleştirilerini dile getirdiler. Hem soru sordular, hem görüş
belirttiler. Gazetecilerin fikirlerini zaten muhtelif yayın
organlarından biliyoruz. Kimi, 3 Ekim 2005'e kadar Türkiye'nin
hızlı bir değişim içinde olduğunu, ama sonra, müzakerelerin
gerektirdiği dinamizmi gösteremediğimizi söyledi. 301. madde
üzerinde çokça duruldu. Gerçi hükûmet, yargılamalar tamamlansın ve
bir içtihat oluşsun istiyordu ama, buna ne gerek vardı. 159. madde,
AK Parti Hükûmeti'nin yaptığı son değişikliklerle, demokrasiye
uygun hale getirilmişti. Bir çok gazeteci de, bu değişikliklerden
sonra beraat etmişti. 159'un yerine geçen 301. maddede "tahkir ve
tezyif" yerine "aşağılama" kelimesinin konulması işi bozmuştu. "Biz
bekleyelim, bir içtihat oluşsun" dersek, zaman kaybederdik. Dış
basında aleyhimizde yazılar çıkardı. Bu yüzden, meseleyi
sürüncemede bırakmamalıydık.
Ben, "çifte standarttan" da söz ettim. Evet, 301. madde denilince,
hepimiz, fikir birliğine varıyorduk ama, bazı meslektaşlarımız,
muhafazakâr gazetecilerin mahkûmiyeti söz konusu olduğunda aynı
tepkiyi göstermiyordu. Sözgelimi Mehmet Şevket Eygi ve Mehmet
Kutlular... Ayrıca, İmam Hatipli talebelerin üniversiteye devam
etmesi yolunda adımlar atıldığında, her nedense "laik cumhuriyet
elden gidiyordu!"
Çifte standardı, sadece Avrupa değil, Türk basını da
uyguluyordu.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın konusu da gündeme
geldi. Bazı arkadaşlarımız, Mustafa Koç hakkında başbakanın yaptığı
suç duyurusunu yersiz bulduklarını söyledi. Bu suç duyurusu
yüzünden, AK Parti'nin liberal tavrına gölge düşebileceği
belirtildi.
Biz gazeteciler de, zaman zaman aramızda tartıştık. Meselâ ben,
"Yücel Aşkın'ın tutuklanması eleştiriliyor. Bu eleştirilere
katılıyoruz fakat, hakkında önemli suç isnadları olan bir kişinin
yeniden görevinin başına gelmesi yargının işlemesini etkilemez mi?"
diye sordum. Üstelik, Aşkın, aynı üniversitede görev yapan 400'den
fazla kişiyi fişlemişti. Bundan dolayı da yargılanıyordu. Bir
arkadaşımız, bana cevap verdi: "Rektör haksız yere tutuklanınca
mağdur oldu, kamplar oluştu, dolayısıyla biz de, görevine iade
edilmesin diye yazamıyoruz."
Hiç soru sormayan ve söz almayan bir gazeteci vardı aramızda: Hasan
Cemal. Tabiî ona da takıldık. "Söz almıyorsun ama, herhalde 5 yıl
sonra bu geceyle ilgili anılarını yayınlamak üzere dikkatli bir
biçimde not alıyorsun" dedik.
Fehmi Koru, Ertuğrul Özkök'ü de çağırmıştı. Ama o, yurt dışında
olduğu için gelememişti. Serdar Turgut, Fuat Bol, Mustafa
Karaalioğlu ve Mustafa Çelik de sohbete katılmayıp, dinlemeyi
tercih ettiler..
Galataport meselesi
Galataport projesi AK Parti Hükûmeti'nin başını bir hayli ağrıttı.
Sami Ofer ile başbakanın özel görüşmeleri basının gündemine
taşındı. Ayrıca, kurvaziyer limanlarındaki yapılanma şartlarının
genel kısıtlamaya tâbi olmayacağı hükmünün İmar Kanunu'nda yer
alması, "Ofer'e özel yasa" diye eleştirildi.
Anayasa Mahkemesi son noktayı koydu. Özelleştirme kapsamındaki
kuruluşlara ait arsa ve arazilerin imar planlarını yapma yetkisini
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na veren yasa maddesini iptâl
ederken, limanlardaki plan değişikliklerinin genel kısıtlamaya tâbi
olmayacağı hükmüne dokunmadı. Böylece, Galataport, kurtuldu.
Danıştay 6. Dairesi ise, Kıyı Kanunu'nun, imar planında değişiklik
yapma yetkisini Özelleştirme İdaresi'ne verdiğini söyleyerek,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu konuda işlem yapmasının yasaya
aykırı olduğunu belirtti; dolayısıyla Galataport aleyhinde bir
karar vermiş oldu.
Ortada bir lehte, bir aleyhte karar olduğu için, ne yapılacak?
Anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi'nin kararı esas alınacak ve
Galataport için Yüksek Planlama Kurulu'ndan imza çıkacak.
Bir tren dört kompartıman
Fehmi Koru güzel bir açılış konuşması yaptı. "Hepimiz, aynı trenin
ayrı kompartımanlarındayız. Siz (yürütme ve yasama olarak) birinci
ve ikinci kompartımandasınız, biz dördüncüde bulunuyoruz" dedi.
Akşam yemeğinde 3. kompartımanda olanlar (yargı temsilcileri)
yoktu. Bu yüzden, onları rahatça çekiştirebildik.
Öyle ya, meselâ Orhan Pamuk hakkında Bağcılar ve Zeytinburnu
ilçelerindeki mahkemelerin takipsizlik kararı vermesine rağmen, hiç
alâkası olmayan Şişli Adliyesi aynı konudan dava açabilmişti.
Türkiye'de hâkimler acaba vicdanlarının sesini mi dinliyorlardı,
yoksa ideolojik referanslarla mı hareket ediyorlardı?
İZLENİMLER...İZLENİMLER...
Toplantıda çeşitli sorunlara temas edildi. Biz de bir gazeteci
olarak genel izlenimler aldık. Bunları size sunmak isterim.
- Şemdinli ikinci bir Susurluk vakası mı?
Gördüm ki, bu konuda kafalar hayli karışık. Daha önce de gazetelere
yansıyan şekliyle bazı telefon kayıtları mevcut. Terör örgütü
yörede etkili. Orada demokratikleşme ve siyasallaşma gayretinde tam
bir samimiyet yok. Bu da hükûmetin işini zorlaştırıyor.
Eğer uzlaşma için af kararı gerekecekse, bunun bedeline katlanmak
mümkün görünmüyor. Çünkü şehit aileleri gözardı edilemez.
- Hükûmetin gizli bir gündemi var mı? Hükûmet kadrolaşıyor mu?
Bence bu konuda Tayyip Erdoğan kendini anlatamamaktan dolayı
dertli. Kamu Personeli Seçme Sınavı uygulaması varken ve sadece
puanlama sırasına göre işe alınıyorken, kadrolaşma mümkün mü?
Ayrıca, meslek liselerine yapılan bir haksızlığın giderilmesi
hususunda da, herkesten biraz anlayış beklediği izlenimini
edindim.
Bir gazeteci arkadaşımız meseleyi "lânetli taban" diye dile
getirdi. "AK Parti'ye oy veren kimselerin hiçbir talebi yerine
gelmeyecek mi? Adeta onlar lânetli!"
Başbakanın onaylayan gülümsemesinden anladığım kadarıyla, o da, bu
arkadaşımız gibi düşünüyordu. Çünkü, meslek liselerinin sadece bir
bölümünü oluşturan İmam Hatiplileri cezalandırabilmek için, ülkenin
ihtiyacı olan diğer meslek okullarına da zarar veriliyor. Bir çok
defalar bu konuyu ben de işlemiştim. Üniversiteye gidişin önü
kapanınca, kaliteli çocuklar meslek lisesine gitmemeyi tercih
ediyor.
"Ayağına taş bağla, yarışa sok" Bizzat Tayyip Erdoğan bunu kendi
çocuklarıyla yaşamadı mı? Oğlunun puanı Boğaziçi Üniversitesi'ni
tutuyordu ama, İmam Hatip mezunu olduğu için katsayı kurbanı oldu;
kızı da öyle. Her ikisi yurt dışında okudular.
- Hükûmet kıskaç altında mı?
Evvel Allah, Erdoğan, bu gibi tertiplere pabuç bırakır mı! Elbette
partiden bazı çatlak sesler çıkıyor. Tahrikler olabiliyor. Ama, o,
alınsa ve öfkelense dahi, grubu muhafaza etmek adına sabretmenin
gerektiğine inanıyor. 2006 zor bir yıl olacak. Bir yandan kongreler
var; öte yandan muhalefet aşırı saldırgan bir üslûp
benimseyebilir.
Ama gördüğümüz kadarıyla Tayyip Erdoğan bütün bunlara hazırlıklı.
Yurt dışındaki liderlerle de ilişkilerini sıcak tutarak,
yakınlığını korumayı önemsiyor.
- Dokunulmazlık
Bir savcı, başbakan hakkında kolayca dava açarsa, Türkiye'ye
başbakan dayandıramayız endişesi mevcut. Ama, sivil - asker
bürokrasisinin de dokunulmazlığı kaldırılırsa, belki bir uzlaşma
yolu bulunabilir.
- Türkiye Kıbrıs'ı satıyor mu?
Elimizi vicdanımıza koyup düşünelim. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin aldığı son karar, KKTC'nin mahkemelerini tanıma
anlamına gelmiyor mu?
Loizidu kararı dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin milyarlarca
dolar ödemek zorunda kalacağı belirtiliyordu. Oysa, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, Maraş bölgesindeki taşınmazları için Arestis'in
Türkiye aleyhine açtığı davada KKTC'nin iç hukuk yollarının
işletilmesini şart koştu. Türkiye, Loizidu davasının aksine
tazminat ödemeye mahkûm olmadı.
Loizidu ile Arestis davası arasındaki farkın sebebi, Kıbrıs
Türklerinin Annan Planı lehine oy kullanması.
Türkiye artık Annan Planı'ndan geri bir adım atamaz. Ancak farklı
bir plan üzerinde yeniden müzakereler başlayabilir. Ve kesin bir
şey daha söyleyelim: KKTC'ye ambargo kalkmadan Türkiye'nin hava ve
deniz limanları Rumlara açılamaz.
- AB'ye destek var mı?
Yemeğe katılanlardan duyduğumuz kadarıyla, AK Parti her ay düzenli
kamuoyu araştırmaları yapıyor. Bu araştırmalarda % 65 oranında
AB'ye destek sürüyor. Anadolu'da destek özgürlük arayışından ziyade
geçim sıkıntısı son bulacak inancına dayanıyor. Şehirlerde ise
özgürlük üzerinde duruluyor.