Başbakan Erdoğan net konuştu
Abone olBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye, sesi çok çıkanların egemen olduğu bir ülke değildir. Sokaklara çıkıp şımarıkça camı çerçeveyi indir...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye, sesi çok çıkanların
egemen olduğu bir ülke değildir. Sokaklara çıkıp şımarıkça camı
çerçeveyi indirenlerin tahakküm kurabildiği bir ülke değildir.
Parası olanın düdüğü çalacağı, manşet atanın rota çizeceği bir ülke
değildir” dedi.
Partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, yarın TBMM’nin açılışının 94. Yıl dönümünü millet olarak
idrak edileceğini belirterek, Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere
Kurtuluş Savaşı’nın gazi ve şehitlerini minnetle yad ettiğini
söyledi. 23 Nisan Bayramı’nın Türkiye ve dünya çocukları için
hayırlara vesile olmasını temenni ettiğini dile getiren Başbakan
Erdoğan, “94 yıl önce ilk Meclis’te vazife üstlenen Kurtuluş
Savaşımızı sevk ve idare eden, Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden tüm
vekillere buradan birkez daha rahmet ve şükran duygularımı
iletiyorum” dedi.
“İLK MECLİS KUŞKUSUZ KURUCU MECLİS’TİR”
Erdoğan, İstanbul’un işgalini takip eden günlerde Ankara’da yeni
bir devletin şekillenmesi için yeni bir mücadele başladığını
anımsatarak, “Ankara’da bir Meclis’in kurulması için çalışmalar
yapılırken dikkat ediniz Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın da
milletvekilleri bu Meclis’e çağırılmış ayrıca Anadolu’nun çeşitli
vilayetlerinde de seçimler yapılmıştır. Tıpkı Selçukludan Osmanlıya
geçişte olduğu gibi Osmanlıdan cumhuriyete geçişte tarihi tamamen
reddetmek, eski ile bağları tamamen kopartmak suretiyle olmadı. İlk
Meclis’in vekilleri gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin bir çok kurumu da
Osmanlı’dan miras olarak alındı. Gazi Mustafa Kemal ‘Nutuk’ adlı
eserinde ilk Meclis’e nasıl bir isim verilmesi gerektiği hususunda
düşünlerini anlatıyor. İlk yazdığı müsvettelerde ilk Meclis için
burası çok anlamlı, ‘Meclis-i Müessisan’ yani kurucu Meclis
tabirini kullandığı ifade ediliyor. Ancak sonradan bunu gereğince
izah edemeyeceği izah etmek istemediği için ayrıca Erzurum ve
Sivas’tan ikaz edildiği için buda önemli, ‘Salahiyet-i Fevkaladeye
Malik’ bir meclis ifadesi kullandığı belirtiliyor. İlk Meclis hiç
kuşkusuz kurucu Meclis. Ancak Gazi Mustafa Kemal’in de ifade ettiği
gibi ilk Meclis aynı zamanda Osmanlı Devleti için kurulmuş
olağanüstü yetkileri olan bir Meclis’tir. Ortada bir devamlılık
var” diye konuştu.
“İLK MECLİS HOŞGÖRÜ ÜZERİNE İNŞA EDİLMESEYDİ ZAFER
KAZANILAMAZDI”
23 Nisan 1920’de yeni bir Türkiye’nin inşa edildiğine dikkat çeken
Başbakan Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Ama Türkiye yeni halkla, yeni bir milletle, köksüz, tarihsiz,
ecdatsız, bir devletle değil mevcut halk ile mevcut millet
tasavvuru ile ve medeniyetin üzerine inşa ediliyor. 23 Nisan 1920
sonrasında anasırı islamiye yani Müslüman unsurlar tek bir millet
olarak görülmüş azınlıklarda bu milletin birer ferdi olarak kabul
edilmiştir. Kürtlerin bu yeni Türkiye’de olup olmayacakları o
günlerde kendi aralarında uzun uzun müzakere ettikleri, Kürtlerin
yeni Türkiye’de olmaması için dışarıdan bir takım tahriklerde
yapıldı. Ama Kürtler Müslüman Türk kardeşleriyle birlikte olmayı, o
güne kadar aynı kaderi paylaştıkları gibi gelecekte de aynı kaderi
paylaşmayı arzuladıklarını beyan ettiler ve yeni Türkiye’nin asli
unsurlarından, kurucu unsurlarından oldular. Türklerle, Kürtler
gibi Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar, Romanlar, Gürcüler
gibi tüm etnik gruplar kurucu unsur olarak bu Meclis’te ve sonraki
süreçte var oldular. İlk Meclis hiç kimsenin kimseye üstünlük
taslamadığı bir Meclis’tir. Bir etnik kökenin, bir mezhebin, bir
sınıfın diğerini üsten bakmadığı, kibirle yaklaşmadığı bir
Meclis’ti. Eğer ilk Meclis böyle bir hoş görünün üzerine bina
edilmeseydi inanın Kurtuluş Savaşı yapılamaz, yapılsa bile zafer
kazabilmek mümkün olamazdı.”
“İLK MECLİS RASTGELE AÇILAN BİR MECLİS DEĞİLDİ”
“Misak-ı Milli içindeki Kürtleri, Arapları, Lazları, Gürcüleri,
Romanları diğer tüm etnik grupları dışlayan bir Meclisin Anadolu ve
Trakya’da kabul görebilir miydi?” diye soran Başbakan Erdoğan,
“Alevileri yada Sunnileri dışlayan bir Meclis Kuva-yi Milliye’yi
sevk ve idare edebilir miydi? Farklı inançları olanları dışarıda
bırakan bir Meclis acaba düşmanın önüne çıkarabilecek kahraman
neferleri bulabilir miydi? İşte biz 12 yıldır 23 Nisan 1920’deki bu
manzaranın, bu fotoğrafın, bu kardeşlik ikliminin üzerinde
hassasiyetle duruyor ve bunu sürekli hatırlatıyoruz. İlk Meclis
rastgele açılan bir Meclis değildi. Hatmi Şerif’lerle, Buhari-i
Şerif’in hatmedilmesiyle, binlerce, onbinlerce Salat-ı Tefriciyeler
getirilerek böyle, kurbanlar kesilerek bu şekilde Cumayı mutakiben
Hacı Bayram Veli Camii’nde yürüyerek Birinci Meclis’e geliniyor ve
Birinci Meclis böyle açılıyor. Bina edildiği o manevi yapı ortada
ama bunu göremeyen bir Halk Parti zihniyeti var. Fakat bunu bugün
göremeyenler var. Parlamentonun çatısı altında olup da bunu
göremeyenler var. Kendi geçmişini inkar edenler var. Yine bu
çatının altında. Niye? Görmek istemiyorlar onun için. Bizim
Suriye’ye uzanan elimizi inkar edenler var. Mısır’a, Libya’ya,
Tunus’a uzanan elimizi, Myanmar’a uzanan elimizi, Patani’ye uzanan
elimizi görmek istemenler var. Bu sabah Patani’de Budistlerin
baskısı altında olan son günlerde yüzlerce, binlerce oradaki
Müslüman’ın öldürüldüğü bir tabloyu bir kanalda izliyorum ve orada
bir yaşlı Müslüman’ın Türkiye’ye duasını izliyorum. Bizlere duasını
izledim. İsim vererek o duayı izledim ve düşüne biliyor musunuz o
oradan bize dua ediyor ve şu ifadeyi kullanıyor isim vererek,
‘Erdoğan sabret.’ Ve ağlıyor. Türkiye’ye dua ediyor. Türkiye bizim
yanımız da oldu diyor, bizi yalnız bırakmadı diyor. Ama bunu bu
çatının altında anlamayacak kadar zavallı olanlar var” şeklinde
konuştu.
“ORALARA GİTMEK BİZİM TARİHİ GÖREVİMİZ”
Erdoğan “Onların öyle bir sıkıntısı yok ama biz az önce söylediğim
gibi tevarüs ettiğimiz bir miras var. Biz Devlet-i Aliye-yi
Osmaniye’nin bıraktığı miras üzerine gelmiş bir nesiliz.
Dolayısıyla biçim ecdadımız ta Açe’ye nasıl gitmişse, ta Hint Yarım
Adası’na nasıl gittiyse bizde dünyanın herhangi bir yerinde bir
hüzün varsa, ağlayanlar varsa, zulüm varsa oralara gitmek bizim
tarihi bir görevimiz olduğu gibi inancımızdan ve insani
değerlerimizden kaynaklanan bir görevdir” dedi.
“BİZİM CİĞERİMİZ YANIYOR CİĞERİMİZ”
Şu anda Suriye’den Türkiey’ye gelenlerin 1 milyona yaklaştığına
dikkat çeken Başbakan Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Şimdi biz Suriye’den bize sığınan bu kardeşlerimize kapılarımızı
kapatıp ‘Suriye’de ölün’ mü diyeceğiz? Bunu diyebilir miyiz? Böyle
bir hakkımız var mı? Bırakın Suriye’deki Müslüman’ı bir başkası
‘imdat’ diye kapına sığınsa ona kapını açmak zorundasın. Bizim
insanlık anlayışımız bu. Hem kapımızı açarız, yediririz ve
barındırırız. Ama bu CHP’de bu anlayış yok. O zalim Esed’in yanına
adamlarını göndermekle adeta orada beraberlik mesajını bugüne kadar
hep verdi. Darbecilerin yanında oldu. Bunların geçmişi tarihi hep
darbeci zaten. Mısır’da Sisi’nin yanında oldu bunlar. Şimdi o
darbeci Mısırda cumhurbaşkanlığına hazırlanıyor. Biz bunlara sessiz
kalabilir miyiz? Orada binlerce insan yediden yetmşişe öldürülecek,
Esmalar öldürülecek, 529 idam ilan edilecek. Dünyanın sesi çıkıyor
mu? Dünyaya sesleniyorum. Tüm ülkeme sesleniyorum. 529 idam kararı.
Efendim daha onaylanmadı. Onaylanır veya onaylanmaz. İşte bir kısım
yargı belası demek ki her ülkede var. 20 dakikada 529 idam kararı.
Avrupa Birliği’nde idam yasak ama biz de AB’den ciddi bir ses
çıktığını görmüyoruz. Diğer dünyadaki ülkelere bakıyoruz. Amerika,
Rusya, hiçbirinde ses yok. Efendim onlardan ses çıkmıyor da sizden
niye çıkıyor? Bizim ciğerimiz yanıyor ciğerimiz. İmanımız bize bunu
gerektiriyor. İman sıradan bir olay değildir. Akif diyor ya;
‘İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek
sinede yüktür.’ Biz inancımızın gereğini yapmaya mecburuz, bunlara
sessiz kalamayız. Bu adımı atmak için bu ülkede biz her bir
sorumluluk makamında olan, ister iktidar ister muhalefet olsun
sesini yükseltmek durumundadır. Konuşmak durumundayız. STK’lar
sesini yükseltmek durumundadır.”
“HANİ İDAMLARA KARŞIYDINIZ”
“Türkiye’de bazı STK’ların dışında özellikle solla dans edenlerin
hiçbirinin sesini hiç duymuyoruz?” diye soran Başbakan Erdoğan,
“Hani idamlara karşıydınız, konuşsanıza, sesinizi yükseltsenize.
Bütün bunlara rağmen ne diyoruz, zalimler için yaşasın cehennem.
Olay budur. Bizim AK Parti olarak yeni Türkiye anlayışımız 23 Nisan
1920’deki yeni Türkiye anlayışı ile birebir örtüşen bir anlayıştır.
23 Nisan 1920 bu ülkedeki her bir unsurun, her bir ferdin bu
ülkenin kurucu olduğu anlayışının miladı olan bir tarihtir. 23
Nisan şudur; elinde silahı olanın elinde silahı olmayana üstünlüğü
yoktur. Elinde parası olanın, elinde parası olmayana üstünlüğü
yoktur. Gazetesi televizyonu olanın, olmayana üstünlüğü yoktur.
Okumuş olanın ümmiye, Türkün Kürde, Sünni’nin Alevi’ye, Batılının
Doğuluya, şehirlinin köylüye üstünlüğü yoktur. Hiçbir zümrenin
diğer zümre üzerinde üstünlüğü yoktur. 77 milyonun her bir ferdi bu
ülkenin kurucu unsurudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibidir,
Türkiye’nin istikbalinde söz sahibidir. Cumhuriyet tek bir kişinin
ve ailenin sultasını sona erdirirken, yeni diktatörler yönetici
elitler ya da milli şefler tesis etmek için kurulmamıştır. Oy
sandığı önünde ailesi, gelir durumu, etnik kökeni ayırt
edilmeksizin herkes eşittir. Aynı şekilde Türkiye’nin istikbalini,
kaderini tayin hususunda dağdaki çoban da üniversitedeki profesör
de aynı derecede söz sahibidir. Cumhuriyetin hemen ardından Tek
Parti dönemi milleti öyle sindirmiştir ki bu ülkenin asıl
sahipleri, kurucu unsurları yani çoğunluk maalesef kendilerini
dışlanmış hissetmişlerdir. Darbeler azınlığı iktidara taşırken
çoğunluğun hissiyatını, hukukunu adeta ayaklar altına almıştır.
İşte yeni Türkiye bu çarpık gidişin artık son bulduğu tarihe
karıştığı bir Türkiye’dir. Biz 12 yıldır Türkiye’yi hayalleri ile
buluşturmanın mücadelesini veriyoruz” ifadelerini kullandı.
Grup toplantısında hayalini açıklayan Başbakan Erdoğan, konuşmasını
şöyle sürdürdü:
“Ama şahsen benim öyle bir hayalim var ki geçekleşmesini çok ama
çok arzu ediyorum. 77 milyonun her bir ferdinin kendisini bu
ülkenin asıl sahibi olarak hissetmesini, özgüven içinde olmasını,
başını öne eğmeden dimdik ayakta durmasını gönülden arzu ediyor,
bunun samimi hayali ile yaşıyorum. 23 Nisan 1920’de biz milletçe
böyle bir hayalin peşine düştük. Ne yazık ki Tek Parti dönemlerinde
bizim bu hayallerimiz örselendi. Ama şimdi biz bu hayali gerçeğe
dönüştürmenin mücadelesini veriyoruz. Çetelerle mücadele ederken,
aslında yakın bir hayalin peşinde koşuyoruz. Cuntayla, mafyayla
mücadele ederken bu samimi hayalin peşinden koşuyoruz. Belirli
zümrelerin tahakkümüne son verirken bu hayalin özlemiyle gayret
gösteriyoruz. Biz azınlığın çoğunluğa baskı kurduğu bir ülkeden
çıkarıp herkesin birbirine aynı nazarla bakabildiği bir iklimi inşa
ettik inşa ediyoruz. Türkiye, sesi çok çıkanların egemen olduğu bir
ülke değildir. Sokaklara çıkıp şımarıkça camı çerçeveyi
indirenlerin tahakküm kurabildiği bir ülke değildir. Parası olanın
düdüğü çalacağı, manşet atanın rota çizeceği bir ülke değildir. 81
vilayetteki her bir il ilçe belde köydeki kardeşimin bu hissiyat
içinde olmasını başı dik onurlu özgüvenli biçimde kendisini bu
ülkenin sahibi olarak hissetmesini istiyorum. Yurt dışındaki tüm
vatandaşlarımızın dünyadaki tüm kardeşlerimizin güçlü bir devlet
olan Türkiye’nin yanlarında olduğunu hissetmesini arzu ediyoruz.
Milletimizin bu hissiyatı Türkiye’yi bugünlere taşıdı. 30 Mart
seçimleri öncesinde kendisini imtiyazlı zanneden kendisini asilzade
bu ülkenin yegane sahibi zanneden kibir abideleri kaybetmiş
milletten cevabını almıştır. Millet en ağır saldırılar karşısında
gücünü iradesini sabır ve dirayetini tüm dünyaya hissettirmiştir.
Azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği dönemler bir daha geri gelmemek
üzere mazide kalmıştır. Milli irade ve egemenlik, 94 yıl sonra bir
kez daha ülkemize tam anlamıyla hakim olmuştur.”
(İHA)