Efendimiz (a.s.) Tevhid öncesinde ıslahat yerine inkilab
tercih etmiştir.
Hz. Peygamber birincil olarak Tevhid inancını kabul ettirmek
yerine, tevhidin vücut bulabilmesi için gerekli zemini oluşturma
yolunu tercih etti.
Cehaleti ortadan kaldırmaya çalışarak, cahiliyye ile savaşıp,
neticesinde muvaffak olmuş Hz. Peygamber'in ümmetiyiz.
Ülkemizde belli bir kitlenin ekonomik düzeyinin artması ile
birlikte Müslümanlar arasında da Allah'ı ve ahireti unutturacak
derecede, dünya hayatını talep edip daha cazip bulanlar oldu.
Allah, mutlak manada bilinip iman edilmeyince, ahiret bilinci
hayatımızın hiçbir alanında yokmuşçasına hayat standartları
oluşturuldu.
Bunun getirisi olarak dini değerlerimiz ve
amellerimizde pazarlıklar yapılmaya başlandı.
Sadece inanç olarak algıladığımız değil, hayatı saran mutlak bir
akide anlayışı içerisinde olmalıyız.
İbadet ile itaatin, yani uluhiyet meselesinin idrak edilmesi ve
yaşantımızın bütününe nüfuz etmesi gerekir.
Allah'tan başka otorite düşünemez Müslüman.
Günümüz Müslümanlarında vuku bulan “kendi anlayışımız” mantığı,
belirlediğimiz sınırlara göre bir din algısı oluşturdu.
Sınırlarımıza göre din algısı ile dine karşı pazarlık
yapılmaz.
İslam coğrafyasının biiznillah etkin ülkesi olarak Türkiye,
seçimini vatandaş olarak bizim yaptığımız iktidar Müslümanları
vesilesiyle, geçmişinde görmediği kadar ekonomik ve dini refaha
ulaşmış durumdadır.
Lakin halkın ve iktidarın, oluşan bu refahın bir imtihan
olduğunun idrakine varamadan, uluhiyet mücadelesinin yok olması ile
karşı karşıyayız.
14 yıldır mevcut iktidar kanaatimce, tam olmasa da yaşanılası
bir zemini Müslümanca yaşamaya çalışanlara hazırlamıştır.
Dolayısı ile Müslümanlar artık bu zeminin gereksinimlerini
yerine getirmelidir.
Dünya'ya teslimiyet halinde olduğumuzun farkına vararak,
idrakimizi yenilememiz gerekiyor.
Refah dönemini, dünyaya teslim olmuş ya da teslim ettirilmiş
halden kurtularak yaşamalıdırlar.
Çözüm yolu artık çok nettir.
Başa dönüp Fatiha'yı okuyup sırrına vararak, Tevhid'e
yönelmeliyiz.
Pazarlıklı din algısını İslam'a feda ederek,
birbirimizle kardeş mü'minler olarak yürüme vaktidir.
14 yıl süresince bizlere oluşturulan refah zeminini doğru
değerlendirmemiz gerekiyor.
Kur'an'ın inşa ettiği değerleri, ahiret bilinci ve Allah inancı
ile taçlandırmamız gerekiyor.
Gerekiyor ki; “Bir kavim kendi özünü değiştirmedikçe
Allah'ta onların durumunu değiştirmez.”
-Rad/11- ayetinin muhatabı bizler olmayalım.
“Elhamdülillah Müslümanız” diyerek, İslam'ın emir ve
görevlerini yerine getirmekten bihaber olmayalım.
İslam'ı bilip ancak yaşamına uygulamayan, dinin farzlarını
yerine getirdiği halde haramlarından uzak durmayan bir toplum
halindeyiz!
Günümüzün en büyük hastalığı duyarsızlaşmadır.
Ve git gide toplumun bütününü sarmak üzeredir!
İslam'ın getirdiği emir ve yasaklarını uygulamaz,
manasını ihata edip idrak edemez, zamanın vahametini kavrayamazsak,
hamaset duygularının hapsinde kalacağımızı
unutmayalım.
Müslüman; yaşadığı dünyanın kendisine sunduğu koşullara
ve şartlarına değil, her koşulda dinin şartlarına uyan
kişidir.
Çocukluğumuzda öğretilen imanın şartlarının adedini biliyor
olmamız, imanı bütün şekilde İslam'ı yaşamımız için yeterli
değildir.
Efsaneler anlatıldığında, kahramanlarını ezberleyerek
dimağımızda yer tutması ve gerektiğinde ezberimizdeki isimleri,
toplum içerisinde zikretmemiz dirilişimizi
gerçekleştirmeyecektir!
Tarihimizi zaferlerle doldurmuş, binlerce yıllık geçmişe
sahip, Dünya'nın en büyük orduları ile İslam tarihinde efsaneler
yaşatan bir ecdadın torunlarıyız.
Hz. Peygamber'in çizgisinden çıkmayarak, şuurlu, dini değerleri
ön planda olan Müslümanlar olursak; İman ile “İslam”ımızı ayakta
tutar, tarihi şuur ve değerlerimizin farkına varırsak dirilişimiz
yakındır.
Zaman uyanma zamanı, iman ile İslamlaşma zamanı, yeniden
diriliş ile tek vücut olma zamanı…