Balkondaki başbakanı özlüyoruz!
Abone olBaşbakan Erdoğan o protestolar sonrası farklı bir yol izlese ne kazanır ne kaybederdi? Örneğin Erbakan veya Özal gibi davransa...
İNTERNETHABER ANALİZ- İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed
Mustafa (sav) “Öfkelendiğiniz zaman yüzükoyun yere
yatın” buyuruyordu, tepki
vermemek için…
Sertap
Erener de bir şarkısında,
“şşştt, şştt sakin ol, sinirlerine hâkim
ol” diyordu…
Ülkeleri yönetenler için
bilhassa, demokrasi “Öfkelenmeme” sanatı… ***
RefahYol
Hükümeti’nin Başbakanı
Prof. Necmettin Erbakan,
“öfkesine hâkim” olan devlet
adamlarından biriydi…
1997 yılı
Mart ayında İnönü
Stadı’nda yapılan
Beşiktaş – Trabzonpor Başbakanlık
Kupası maçında taraftarların
hakaretlerine uğradı…
“Hükümet
istifa” çığlıkları
Kadıköy’den duyuluyordu…
Buna rağmen Başbakan Erbakan
stadı terk etmedi…
Büyük bir olgunlukla maçın sonuna kadar oturdu karşılaşmayı izledi…
Maçın
sonunda Beşiktaş’ı
mağlup eden Trabzonspor’a
kupayı verirken devam eden protestoların hatta hakaretlerin
muhatabı değilmiş gibi vakar
içinde gülümsüyordu…
Adnan
Polatlaşmak; o dönemdeki
Beşiktaş Başkanı Süleyman
Seba’nın aklına bile
gelmemişti…
Çünkü
Seba kâmil insandı…
Çünkü Seba ilkokul
birinci sınıf mümessili değil, liderdi…
“Seçilmiş”
Başbakan’ın karşısında, “seçilmiş” Beşiktaş Başkanı
olarak diklenmeden dik durdu…
Başbakan’a
yaranmak için, “protesto eden
taraftarları kamerayla izledik, hepsini tek tek tespit edip sonraki
maçlarda stada sokmayacağız Sayın
Başbakanım” zayıflığını
göstermedi…
Tabii Başbakan Erbakan da İnönü Stadı’nın gerçek sahibinin “Devlet” olduğuna ilişkin tek söz etmedi…
Süleyman
Seba ise gazetelere ilân verip
kendi taraftarının özgürlüğünden ötürü Başbakan Erbakan’dan özür
dileyen olmadı…
Çünkü her şey demokrasinin gereğiydi…
Kâmil
insan, gerçek bir
lider; protestoyu da alkış kadar olgunlukla
karşılayabilendir…
Biz Başbakan
Erdoğan’dan o kemâlâtı
göstermesini beklerdik…
Gülüp geçmesini, işi şakaya vurmasını isterdik…
İşte o zaman 22 Temmuz
2007 gecesinin
“Balkondaki
Başbakan”ı geri gelmiş
olurdu…
İşte o zaman
(fanatikler dışında) %
42’nin de gönülleri fethedilmiş
olurdu…
İşte o zaman herkes, “Bizim
başbakanımız İleri demokrasinin mimarı” diye övünürdü kendisiyle…
Ama yapamadı…
Yaptırmadılar…
Çünkü…
Yanında
“akıllı biri”
yoktu…
Çünkü yanında “cesur” biri
yoktu…
Olsaydı şu son yazdıklarımızı Başbakan’a
söyler ve onun da ülkenin de kazanmasını sağlardı…
Tıpkı Turgut Özal'ın yaptığı gibi..
Merhum, Kartal Demirağ'ın kurşunlarına hedef olduğundan sonra ne
yapmıştı hatırlayalım..
Kendisine kurşun yağdıran psipokatın arkasındaki tüm güçleri tek
tek ortaya çıkarmasına, devletin tüm kuvvetleri, "Gerekeni
yapalım" demesine rağmen, "Türkiye çok kritik bir
dönemden geçiyor.. Bu bağlantıları ortaya çıkarmak ülkenin içinde
bulunduğu durumu sekteye uğratır. Bu işi burada bırakın. Ülkenin
menfaatleri her şeyden daha önemli.." diyebilecek
olgunluğu göstermişti..
Canı pahasına, kanı pahasına bunu yapmıştı..
Bir yandan kurşunlara hedef olan bir Başbakan, diğer yanda
demokrasinin olmazsa olmazları içinde yer alan sözlü bir
protestonun faillerini yakalatmak için devletin tüm imkanlarını
seferber eden bir başbakan..
Arada ne kadar fark var değil mi?