Babasının öldürüldüğü yerde belediye başkanı oldu
Abone olSeçimlerde Cizre Belediye Başkanlığı'na seçilen Leyla İmret, yaşadıklarını ve hayatını Ayşe Arman'a anlattı.
30 Mart yerel seçimlerinde BDP 'nin Cizre Belediye
Başkan adayı olan ve seçilen Leyla İmret'in hikayesi neredeyse
bütün haber kanallarına konu oldu. Yedi yaşında babası öldürülen,
sonrasında ailesiyle Almanya'ya giden ve orada büyüyen İmret
Cizre'nin Belediye Başkanı oldu.
Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman Leyla İmret ile görüştü ve
hikayesini onun ağzından dinledi.
İşte o röportaj;
Leyla İmret… Seni tanıyabilir
miyiz?
-Hangi dilde konuşayım…
Hangi dilde rahat
ediyorsan…
-O zaman Almanca başlayayım. Ara ara Türkçe’ye dönerim. Kendimi
ifade edemediğim bir şeyse Kürtçe’ye geçerim…
Tamamdır…
-1987’de Cizre’de doğdum. Yedi yaşına kadar da Cizre’deydim...
Çocukluğuna dair hatırladıkların
neler?
-Daracık sokaklar, bitmez tükenmez silah sesleri, her gece evin
bodrumuna indirilişimiz. Yakılan evler, kaçışan insanlar, neden
çığlık attığını bilmediğim, kahreden, dövünen anneler. Buralar,
acının hakim olduğu topraklar… Bize hep evden çıkmamamız
tembihlenirdi, bir keresinde söz dinlemeyip çıktığımda, hayatım
boyunca hiç unutmayacağın bir görüntüyle karşılaştım. Yüzlerce
insan yerlerde yatıyordu. O çocuk aklımla, “Bunların evi
yok mu, neden sokakta uyuyorlar?” diye düşünmüştüm.
Onların ölmüş insanlar olduklarını çok sonradan öğrendim. Bir de
rüyalarıma giren panzer hikâyesi var…
O nedir?
-Evin önündeki dar sokakta oynarken, birden bire arbede çıktı,
silah sesleri duyuldu, ardından bizim o dar sokağa bir panzer
daldı. Herkes kaçışmaya başladı. Koşarken arkama dönüp bakıyorum,
panzer peşimden geliyor. Kaçamayacağım, kurtulamayacağım duygusuna
kapıldım, panikledim, korktum, ürktüm, tam o sırada gözüm bir evin
aralık kapısına ilişti, oradan giriverdim, panzer geçti, gitti. Ne
kadar korkmuşsam, bunca yıl oldu, hâlâ rüyalarıma girer.
Kaç kardeşsiniz?
-Üç.
Anne-baba ne iş yapıyordu?
-Annem hiç çalışmadı. Babamsa, nerede iş bulabilirse orada
çalışıyordu. O bir ‘özgürlük savaşçısı’ydı. 90’larda Cizre’de
yaşananlar korkunçtu. Ölümler, faili meçhullar, kayıplar… İmha
politikaları uygulanıyordu. Binlerce insan gibi biz de
yaşananlardan fazlasıyla nasibimizi aldık…
Babanın, gözünün önünde vurulduğu doğru
mu?
-Hayır, ben orada değildim. Annem, kardeşime hamileydi. Biz de
güvenlik sebebiyle başka bir yerdeydik. Bana sonradan anlattılar,
babam eve geliyor, tam o sırada da baskın düzenleniyor. Kimdir,
nedir, suçlu mudur, değil midir diye bakılmadan, evler delik deşik
edilirdi. Babam, evdeki herkesi kurtarıyor ama kendisi o
kurşunlardan kurtulamıyor, ölüyor…
Baban ölümü seni nasıl
etkiledi?
-Ailem, elimin altından kaçtı gitti… Savrulduk, dağıldık. Çocuk
yaşta yaşadığım o travma yüzünden, yıllar sonra pedagoji eğitimi
aldım. Çocukları daha iyi anlayabilmek için. Belki de tüm bu
yaşadıklarıma bir anlam katabilmek için. Benim çocukluğum zor
geçti. Yaşadığım tek acı da babamın kaybı değil…
Babana dair hatırladığın herhangi bir şey
var mı?
-Babamı çok fazla göremezdim, eve sık gelemezdi. Ama geldiğinde
mutlaka çikolata getirirdi. O yüzden çikolata benim için bambaşka
şeyler ifade eder. Ondan ayrılırken hep ağlardım, sonunda da
ebediyen ayrılmak zorunda kaldım…
ANNEME 13 SENE SONRA SARILABİLDİM
Babanın ölümünden sonra hayatın nasıl
şekillendi?
-Önce Mersin’e dayımın yanına gittik, oradan da ver elini Almanya.
Amacımız, ailecek Almanya’ya göç edip, orada her şeye sıfırdan
başlamaktı…
Ee ne oldu, gerçekleşemedi
mi?
-Hayır. Ben, önden dayım, yengem ve üç çocuğuyla gittim. Annem ve
kardeşlerim arkadan gelecekti, gelemediler…
Neden?
-Benimkiler tamamdı ama annemlerin kağıtları hazır değildi o
yüzden. Ben uçtum, arkamdan gelecekler sandım ama olmadı...
Hiçbir zaman mı?
-Hiçbir zaman! Çünkü zaten şartlar da değişmişti. Annem, annesini
ve babasını kaybetmişti, küçük dayım, mayına basıp bir ayağını
kaybetmişti. Mahkemede yaşını büyütüp 36 sene hapis verdiler, 22
senedir yatıyor. Annem de kardeşini bırakamadı. Böyle bir durum.
Ben de geri gelemedim. Mecburen Almanya’da kendime yeni bir hayat
kurdum…
E o zaman, yedi yaşından beri baba yok, anne yok, kardeşler
yok…
-Evet. Sonradan dayım da vefat etti, yengem, çocuklarıyla birlikte
beni de büyüttü.
Almanya’da yetişmiş olman şans mı,
şanssızlık mı?
-Şanssızlık. Bir çocuğun, annesiz-babasız büyümesi tabii ki büyük
bir travma. Evet, iyi bir eğitim aldım. Evet, bu gördüğün kadın
oldum. Başarılı bir öğrenciydim, sosyaldim. Ama hep bir tarafım
eksikti, hep buruktum, hep tarif edemediğim bir hüzün vardı içimde.
Annemi sadece fotoğraflardan tanıyordum, arada sırada telefonla
konuşuyorduk o kadar. Acı tuhaf bir şey. Bir sürü insan, bir sürü
acıyla yaşıyor. Ya alışıyorsun ya da bir şekilde taşımayı
öğreniyorsun. Ben de öğrendim.
Peki orada hiç zorlanmadın mı, Türkiye ’ye
dönmek istemedin mi?
-Hayır hiç. Uyum sağladım. Çok iyi Almanca konuşuyorum. Girdiğim
her ortamda kendimi sevdiriyordum. Dönmeye hiç niyetim yoktu. Bizi
birbirimizden ayıran her şey hâlâ oradaydı, baskılar, ölüm
tehlikeleri… Niye dönmek isteyecektim ki?
Sonra?
-Sonra 2008’de müthiş bir şey oldu. 13 seneden sonra ilk defa
Türkiye’ye geldim. Annem ve kardeşlerimle karşılaştığımız anda
yaşadıklarımızdan film olur. Sarıldık, ağladık, şoka girdik,
şaşırdık, onca yıllık özlem…
Annen seni karşısında görünce ne
yaptı?
-Şaşırdı, bu kadar büyümüş olabileceğimi tahmin etmiyordu herhalde.
Beş sene Türkiye’ye gittim geldim. Sürekli, “Ben burada
yaşayabilir miyim?” diye tartıyordum. Çok zor bir karardı.
Almanya’da da alıştığım bir hayat ve çevre vardı. Arkadaşlarım
vardı. Hep içimden ne gelirse onu yapıyordum, özgürdüm, bir sürü
farklı işte çalıştım. Ama sonunda, ait olduğum yerin burası,
ailemin yanı olduğuna karar verdim ve ay ay önce kesin dönüş
yaptım…
ALMANYA'DA YASAK OLMADIĞI İÇİN KÜLTÜRÜMÜ KORUYABİLDİM
Hem Kürt hem Alman kültürüyle mi
büyüdün?
-Alman okullarında okudum, Alman kültürü aldım. Ama orada yasaklar
olmadığı için kendi kültürümden de kopmadım, hatta daha sıkı
bağlandım. Hem Almanca hem Kürtçe ders aldım. Kürt sanat
kurumlarına devam ettim…
Senin Kürtçen, Türkiye’de yaşayan pek çok
Kürt kızından daha iyiymiş… O nasıl oluyor?
Değil Kürtçe eğitim almak, bir dönem burada Kürtçe konuşmak bile
yasaktı. Oysa, benim haftada iki kere Kürtçe dersim vardı.
Almanca’yı da çok çabuk öğrendim…
Almanya’da seni hiç dışlamadılar
mı?
-Almanlar için dillerini iyi konuşursan, kültürlerine uyum
sağlarsan, başarılı olursan sorun yok. Bir de görünüşe önem
veriyorlar. Ben de bu şartlara uyuyordum, üstelik modern
görünüyordum.
Herhangi bir baskı?
-Ailemden ya da çevremden mi? Hiç. Sıfır baskı, sıfır uyumsuzluk.
Almanlar benim yabancı olduğuma bile inanmıyorlardı. Avrupa’da
büyüyen yabancıların bir kısmı iki kültür arasında kalıyorlar.
Sokakta Alman kültürüyle karşı karşıyalar, evde kendi
kültürleriyle. Kendi kültüründen uzaklaşırsan çabuk
Almanlaşıyorsun. Bana öyle olmadı, kendimi kültürümü hep
korudum.
ALTI ADAY VARDI EN YÜKSEK OYU BEN ALDIM
Peki siyasete girmeye nasıl karar
verdin?
-Siyasetle ilgiliydim zaten. Çok okurum, hayatı takip ederim, olan
biteni bilirim, Kürt tarihini araştırırım. Tabii ki yaşadıklarım,
duyduklarım, okuduklarım, kendi topraklarımda çekilen acılar bana
aktif siyasete girme istediği getirdi.
Almanya’dan kesin dönüşte direkt Cizre’ye
mi geldin?
-Hayır, önce Mersin. İki-üç hafta orada kaldım. Cizre’ye tekrar
gidebilme kararını vermek benim için kolay olmadı. Babam orada
öldürülmüştü çünkü. Ama sonra cesaretimi topladım, gittim. Eski
evimizi buldum, çocukluğumda oynadığım o dar sokaklarda dolaştım.
24 sene sonra babamın mezarına gittim. Ve orada içime şöyle bir his
geldi: “Aradığın yer burası, istediğin şey burada!” Öyle hissettim.
Kendi topraklarımın kadınları için, kendi halkım için bir şeyler
yapmak istedim, adaylığımı koydum. Beş aday daha vardı, 209 oy
farkıyla ben kazandım…
Kimse sizi yadırgamadı mı? “Bunca yıl
Bremen’de yaşamış biri Cizre’de nasıl yapacak?” demedi
mi?
-Aksine çok sıcak karşıladılar. Herkes ailemi, yaşadıklarımızı
biliyor zaten. Bana destek oldular.
Senin kendine güvenin tam mı?
Düşündüklerini yapabilecek misin?
-Tabii ki, bunun için buradayım.
KADINLARA FAYDAM OLABİLİRSE NE MUTLU BANA
Yapmayı planladığın şeyler
neler?
-Kadınların kendi ayaklarının üzerinde durabilmeleri için imkanlar
hazırlamak istiyorum. Kooperatifler açmak, iş imkanları
yaratabilmek ve sosyal hayata katılmasını sağlamak. Daha bir sürü
şey var, yavaş yavaş hepsini hayata geçireceğiz.
“Eş başkanlık”ta sorun yaşanmaz mı? Bir
konuda iki kişinin karar vermesi zorluk yaratmaz
mı?
- Yok tam tersine, işleri kolaylaştırır. ‘Eş başkanlık’, iktidarcı
yaklaşımı kabul etmeyen, cinsler arası eşitliği teoride bırakmayan,
pratikte de uygulayan bir sistem. Keşke, sosyologlar, psikologlar,
yazarlar, gazeteciler gelip adamakıllı tahlil edip, işin seyrini
izleseler. Bu sistem kadınlara müthiş bir özgürlük getiriyor.
Peki bu sistem nasıl
işleyecek?
-Cizre’nin nüfusu 110 bin. Misafir göçüyle birlikte 140 bini
buluyor. Cizre’de alınacak kararları, aslında biz, iki eş başkan
almayacağız. Bütün Cizre halkı alacak. Halkın kendi kararlarını,
kendisinin verme gücüne erişmesine, biz ‘demokratik özerklik’
diyoruz. Cizre’nin yönetimde ikimiz dışında, meclisimiz,
kurumlarımız ve halk olacak.
BDP’den başka hiçbir partide böyle bir
sistem yok değil mi?
-Hayır yok, dünyada yok. BDP, kadınlar konusunda en demokratik
parti. Ben belediye başkanlığı görevimi heyecanla yerine getirmeye
çalışacağım. Bir faydam olabilirse ne mutlu bana. Bir şey için
mücadele etmek dünyanın en güzel şeyi, hele ki özgürlük için…
Cizre Belediye Eş Başkanı Leyla İmret tercüman eşliğinde Cüneyt Özdemir’in sorularını yanıtladı... (TIKLA OKU) |