Avusturya'dan 'referandum' mesajı
Abone olAvusturya televizyonu ORF 2'de yayınlanan "Açık konuşalım" isimli programda Türkiye tartışıldı. Tartışma programından çıkan sonuç ise; 'Referandum'işte ayrıntılar;
Waltraud Langer tarafından sunulan programa ÖVP'den Parlamento
Başkanı Andreas Khol, SPÖ Parlamento Grubu Başkanı Josef Cap,
Modacı Atıl Kutoğlu, Arabistan ve Orta Doğu uzmanı Karin Kneissl,
AB Parlamenteri Andreas Mölzer ve Avrupa İstikrar Politikası
Girişimi'nden (ESI) Gerald Knaus katıldı "Türk korkusu" başlıklı
programda katılımcılara çeşitli sorular soruldu. Programda, Türkiye
Avrupa Birliği'ne tam üye olduğunda milyonlarca Türk Avrupa'ya
gelip işimizi elimizden alacak mı? AB siyasi ve ekonomik açıdan
Türkiye'nin üyeliğini kaldırabilecek mi? Avrupa'nın sınırları
nerede? Gibi sorular katılımcılar tarafından cevaplandı. AB ile
Müzakerelerin başlaması İstanbul'da nasıl algılandı? Kutoğlu:
Avusturya'nın karşı çıkması Türk medyasında öncelikle düş kırıklığı
yarattı ve bana bunun Avusturya'da yaygın bir görüş mü olduğu
sorusu yöneltildi. Ben Avusturya'da yüksek öğrenimimi yaptım ve
meslek hayatıma burada başladım. Avusturyalılar, Avusturyalı
politikacılar tarafından çok desteklendim. O yüzden Avusturya
konusunda söyleyeceklerim ancak olumlu olabilir. Siz 18 yıl önce
Türkiye'den ayrıldınız. Bu arada Türkiye'de ne gibi değişiklikler
oldu? Kutoğlu: Türkiye'de son zamanlarda büyük değişiklikler oldu.
Çok daha modernleşti, ekonomide büyük gelişmeler kaydedildi, büyüme
oranı yüzde 10. Ben Anadolu'nun Gaziantep gibi kentlerinde de
bulundum. Buralarda da modernleşmeyi gözlemledim. Türkiye'nin
birçok büyük kentinde bulunmam açısından, Türkiye'nin bir Avrupa
ülkesi olduğunu söyleyebilirim, Türkiye hukuk ve eğitim sistemi
açısından Avusturya'ya çok benziyor. Ben Türkiye'de
Avusturyalıların birçok şeye dikkatli ve eleştirel gözle
baktıklarını izah etmeye çalıştım. Sayın Knaus siz de İstanbul'dan
geliyorsunuz. Orada bir yıldan beri yaşamaktasınız. Siz Avrupa
İstikrar Politikası Girişimi (ESI) adındaki bir düşünce kuruluşunun
başındasınız. Avusturya'nın tutumu bir yana üyelik bağlamında
Türkiye'de durum nasıl? Knaus: Paniğin ardından büyük bir rahatlama
hissediliyor. Reformlara güvenenler kendilerinin iyi anlaşılmadığı
hissine kapıldılar. Yunanistan ya da Kıbrıs'ın değil de,
Avusturya'nın böyle sert bir pozisyon alması şaşkınlık uyandırdı.
Peki şimdi üyelik ihtimali konusunda Türkiye'de hakim olan genel
hava nedir? Knaus: Türkiye'de gerçekleştirilen reformlar gerçekten
muazzam boyuttaydı. Avusturya'da bunun pek farkına varılmadı.
Reformlar Türkiye'de büyük çaplı destek buldu. Ekonomi büyüyor.
Enflasyon 30 yıldan beri en düşük seviyeye indi, geçen yıl son 20
yılda yapılmadığı kadar özelleştirme gerçekleştirildi. Batılı
ekonomiler arasında en çok büyüme hızı gösteren Türkiye oldu.
Turizmde ve endüstride patlama gerçekleşti. İnsanlar bunu kaybetmek
istemiyorlar. Bütün bunlar haklı olarak AB perspektifinin getirdiği
istikrara bağlanıyor. İnsan hakları ve demokrasi için de aynı şey
geçerli. 25 yıldan beri doğu bölgelerinde yürürlükte olan
olağanüstü hal son yıllarda Irak Savaşı ve Kürtlerin ateşkesi sona
erdirmelerine rağmen kaldırıldı. İnsanlar artık sokağa çıkabiliyor.
Türk Ceza Yasası, Medeni Yasa değiştirildi, kadının toplumdaki
konumu değişti. Hala birçok sorun bulunmasına rağmen ki Türkler de
bunu biliyor, bu reformların hızla gerçekleştirilmesi Türkiye'ye AB
perspektifinin, adaylık statüsünün verilmesinden sonra ancak mümkün
oldu. Bu hedefin hala mevcut olması büyük bir rahatlama yarattı. Bu
konuşmanızdan sizin Türkiye'nin tam üyeliğinden yana olduğunuz
sonucu çıkıyor. Knaus: Türkiye'de ne NATO, ne Amerikalılar, ne de
Dünya Bankası'nın kabul ettiremediği büyük çaplı değişiklikler
Avrupa perspektifi sayesinde gerçekleştirildi. Avrupa ülkelerinde
Avrupa bezginliğinin böylesine hissedildiği şu sıralarda, eyvah
Türkler geliyor demektense, Avrupa'nın Türkiye'de sağladığı bu
başarıya sevinmek gerekir. Bayan Kneissl siz bir Orta Doğu uzmanı
olarak Türkiye'nin AB'ne tam üyeliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kneissl: Türkiye'nin Müslüman-Arap dünyası ile bir köprübaşı işlevi
göreceği argümanına tam katılmıyorum. Türkiye Arap dünyasında her
zaman bir işgal gücüydü, ama bir Arap ülkesi değildi. Atatürk
tarafından 1922'de halifeliğin kaldırılması ile birlikte İslam
dünyası tarafından iyice kenara itilmiş oldu. Türkiye Orta Doğu'da
bölgesel güç olarak İsrail'in önemli bir müttefiki durumunda. Ülke,
İsrail'in savunma alanındaki en büyük müşterisi. İsrail hava
kuvvetleri eğitimini Türk hava sahasında gerçekleştiriyor.
Türkiye'nin bölgede bir köprü başı olduğu kuşkusuz, birçok görevi
var, ama Türkiye'nin AB üyesi olarak Orta Doğu barışına katkıda
bulunabileceğine katılmıyorum. Yani sizce, ''Biz, Müslümanlara
karşı değiliz'' diyen ve böylece terörün azalacağını uman
insanların düşüncesi bir hayal mi? Bunu Türkiye'nin AB'den beklemek
yanlış mı olur? Kneissl: Terörün azalacağını düşünmek hayalden
öteye geçmez. Türkiye'nin katılımından bunu beklemek yanlış olur.
Ben buna ağırlık vermiyorum. Ben daha çok Kneissl'ın argümanını
destekliyorum. Türkiye'nin toplumsal değişimi ve bir hukuk
devletine dönüşümü daha önemli bir argüman. Gerçi Türkiye'nin AB
üyesi olarak Batı ile Doğu arasındaki sürtüşmeyi engelleyecek bir
tampon olabileceği düşüncesi mantıklı, ancak ben Türkiye'nin
eskiden beri daha çok Orta Asya'da bir bölgesel güç olduğu
görüşündeyim. Türkiye bugün de Orta Asya'da bölgesel bir güç ve
yatırımcı. Örneğin Özbekistan'daki birçok genç Türkiye'yi örnek ve
model alıyor. Eğer ben Türkiye'nin dış politikasını yazacak
olsaydım, Türkiye'yi eskiden olduğu gibi hala Orta Asya ve
Kafkaslarda bölgesel bir aktör olarak görürdüm. Türkiye burada
kuşkusuz önemli rol oynayabilir. Sayın Khol siz de kısa süre önce
Türkiye'deydiniz. Türkiye'de kafaların karışmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Khol: Kafa karışıklığı diye bir şey söz
konusu değil. Ben aslanın inindeydim. Pazartesi günü müzakerelere
ara verildiğinde Türkiye'deydim. Türkiye Parlamento Başkanı ve
Cumhurbaşkanı ile görüştüm. ''Bizim dostumuzdunuz, neden birdenbire
düşmanımız oldunuz?'' şeklinde başlayan görüşmeler yaptık.
Gerçekleri açık seçik dile getirdik. Gerçek neydi? Khol: Ben 3 gün
orada kaldım. Avusturya'nın veto etme ihtimali ortaya çıkınca
gerginlik ve düş kırıklığı hissedildi. Anlaşma sağlanınca rahatlama
oldu. Bu 3 günün sonunda Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül
ile yaptığım görüşmelerde uzun bir sürecin başında bulunduğumuz
konusunda bir anlayışın varolduğunu hissettim. İyimserler 10 yıldan
bahsediyor, gerçekçiler 30 yıldan yola çıkıyor. Müzakereler 35
bölüm üzerinden görüşmeye açılacak. Her bölümün sonunda oy
birliğiyle karar alınması gerekiyor. Ancak bir bölüm bittikten
sonra ötekine geçmek mümkün. Zorluklar belli oluyor. On yıllarca
devam edecek, sonucu belli olmayan bir görüşme sürecinin başladığı
biliniyor. Sonunda ne olacağını kimse bilmiyor. Türkiye'nin AB'ne
katılımı konusundaki sizin şahsi görüşünüz nedir? Khol: Türkiye ile
geleneksel dostluğumuz var. Avusturya'da yaşayan ve Avusturya
vatandaşı olan birçok Türk var. Avusturya'dan Türkiye'ye her yıl
500 bin turist gidiyor. Süreç başlamıştır ve bu sürecin bizi nereye
götüreceği bilinmemektedir. Tüm ele alınacak konuların görüşülmesi
sonucunda, 20-25 yıl sürebilir, ne olacağını şimdiden söylemek
mümkün değil. AB'nin yeni üye alacak kapasitede olması gerekir.
Avusturya bu konuda ısrarlı oldu. Bugün AB bu olgunlukta değil.
Avusturyalıların yüzde 80'i, Fransızların yüzde 70'i, Almanların
yüzde 70'i Çeklerin yaklaşık yüzde 60'ı, İtalyanların yüzde
60'ından fazlası Türkiye'nin tam üyeliğine karşı. Ayrıca bütün
kurumları ile AB Anayasası'nı da kabul etmiş değiliz. Sözü insan
haklarına da getireceğiz. Türkiye Kürt sorunu ile kadın hakları ile
sendikalara karşı tutumu ile, değişmesi gerekiyor. Geçtiğimiz 3 yıl
içinde 9 bin kişi siyasi sığınma başvurusunda bulundu. Bu da
Türkiye'de siyasi takibat olduğu anlamına gelir. Ben sonu açık,
uzun bir müzakere süreci olacağı görüşündeyim. Türkiye'nin AB'ye
tam üye olacak olgunluğa erişmediği görüşündeyim. 2002 yılında
katılım olgunluğunun müzakerelere başlama şartı olduğunu
söylemiştik. Ama Komisyon sonradan verdiği tavsiyesinde şartların
yerine getirildiği değil, yeteri kadar yerine getirildiği şeklinde
yeni bir lisan kullandı. Yani şartların biraz yerine getirildiği
belirtildi ki, bu da beni düş kırıklığına uğrattı. Türkiye'de
sendikaya üye olmak için bir kişinin noterden tasdikli yedi belge
getirmesi gerekiyor. İstanbul'da Fener Patriği ile görüştüm.
Türkiye'de din özgürlüğü yok. Ama buna daha sonra geleceğiz. Sayın
Mölzer siz FPÖ'lü bir parlamentersiniz. Sizin Türkiye'nin AB'ye
katılımına kesinlikle karşı olduğunuz biliniyor. Mölzer: Hep
Türkiye'nin ruh halinden değil, biraz da Avusturyalıların ve
Avrupalıların ruh halinden bahsedelim. Türk elit tabakasına mensup
Atıl Kutoğlu ile Sayın Knaus'a bakılacak olursa Türkiye bir cennet.
Ama Parlamento Başkanı Khol'ün de değindiği gibi, Avusturyalıların
ve AB halkının büyük bir çoğunluğu bu üyeliğe kuşkulu bakıyor.
Bunun neden böyle olduğunu kendi kendimize sormalıyız. Bunun cevabı
çok basit. Avrupalıların ve Avusturyalıların çoğu Türkiye'yi bir
Avrupa ülkesi olarak görmüyor. Burada söz konusu olan müzakerelerin
ne kadar süreceği ya da Türkiye'nin ne olgunlukta olup olmadığı
değil. İnsanlar ''Neden öyleyse Kazakistan, Meksika, ya da Kanada
üye olmasın?'' diye kendi kendine soruyor. Avrupa'nın ne olacağına
Avrupa entegrasyonun nerede sona ereceğine açıklık getirme cesareti
gösteremiyoruz. Önemli olan sorun, insan haklarının durumu ne
olursa olsun, küçük bir Müslüman Asya ülkesi olan Türkiye'nin
Avrupa'ya, Avrupa entegrasyonuna ne derece dahil olabileceği.
Politikacılar bu konudaki belirsiz çizgilerini sürdürüyor. SPÖ
içerisinde bu konuda kesin bir tavır var mı? Cap: Evet, AB içindeki
tartışma hiç dürüst değil. Türkiye ile stratejik, ya da imtiyazlı
bir ortaklık kurulmasından söz edildiğini duymaktayız, ama sonuçta
giriş müzakerelerine başlamaya karar veriliyor. SPÖ Aralık 2004'te
bir girişimde bulundu, müzakerelerin imtiyazlı ortaklık ile
sonuçlanmasını istedi. O zaman hükümet bu fırsatı kaçırdı. Şimdi de
Avrupa Birliği'nin yeni üye kabul etme kapasitesi vurgulanıyor.
AB'nin üye alma kapasitesinin ne olduğu tartışılıyor. Ben Avusturya
dahil, bütün AB hükümet başkanlarını eleştiriyorum. AB'de 20 milyon
işsiz var. AB'nin 15 üyeden 25 üyeye genişlemesini kolaylaştıracak
Anayasa dahi kabul edilemedi. AB bundan başka bir genişleme
kaldıracak durumda değil. 65 milyon nüfuslu ve en az 20 milyon
işsizi bulunan Türkiye'de, istihdam oranı yüzde 50, toplu
sözleşmeli oranı yüzde beş. Bünyesinde 20 milyon işsizi bulunan AB,
şimdi oturmuş Türkiye'nin AB'ne üyeliğini tartışıyor. Ama sayın
Cap, SPÖ iktidarda bulunduğu sürede Türkiye'nin AB'ne katılımdan
yanaydı. Cap:1999'daki Helsinki zirvesinde Başbakan Klima ve
Dışişleri Bakanı Schüssel zamanında ilk hata yapıldı. Daha o zaman
imtiyazlı ortaklık seçeneği hedef alınmalıydı. İkinci hata Aralık
2004 yılında yapıldı. O zaman da bu konuda biraz daha ısrar
edilebilirdi. Çünkü şimdi bunun neden o zaman yapılmadığı
sorgulanıyor. Almanya'nın yeni Başbakanı olacak olan Angela Merkel
o zaman bu nedenle Türkiye'ye gitmişti. Khol: Türkiye 1963 yılından
beri o zamanki AET'ye ortak üyeydi. 1963'de ki o zaman biz
toplulukta değildik. Daha o zaman üyelik vaadi verilmişti. Biz
AB'ye girdiğimizde zaten dananın kuyruğu kopmuştu. 2002'de katılım
şartları yerine getirilmesi halinde müzakerelerin başlamasını kabul
ettirdik. 2004'te de biraz önce değindiğim gibi şartların yeterli
olarak yerine getirildiği kaydedildi. Ama o zaman biz katılım
garantisi olmayacağını, müzakerelerin sonunun açık bırakılacağını
ve her bölümün ayrı ayrı tartışılması ve onaylanması gereğini kabul
ettirdik. Yani her bölümden sonra bir durdurma düğmesi olacak. Bu
başka hiç bir aday ülke için uygulanmamıştı. AB'nin 25 üyesi var.
Ama biz hem 2002 hem de 2004 yılında tek başına çaba harcadık.
Aralık 2004'te de Schüssel ek şartları kabul ettirmek için sıkı
pazarlık yapmıştı. Kamuoyu bunu çok çabuk unuttu. O zaman da bize
hiç bir başka ülke yardım etmemişti. Bunlar göz önünde
bulundurulduğunda oldukça başarılı olduk ve isteklerimizi kabul
ettirebildik. Kneissl: Avusturya diplomasisinin son günlerdeki
beceriksizliğini biraz üzüntüyle izledim. Diplomasi kulisler
ardında müttefik bulma sanatıdır. Khol aslan gibi mücadele
edildiğini söylüyor. Peki neden bu konuda daha önceden müttefik
aranmadı? Örneğin Çek Cumhuriyeti ve Slovenya'ya giriş müzakereleri
sırasında onların yoluna taş koymak yerine biraz yakınlık
gösterilseydi, bugün daha fazla müttefikimiz olabilirdi. Genelde
müttefik aramaktan çok, Hırvatistan konusunda çaba harcandı. Knaus:
İstanbul'dan geldiğimde Standard gazetesine bir göz attım. Bütün
medya katılım karşıtı yorumlarla doluydu. Sanki tüm Avrupa Türk
dostu kesilmiş, bu konuda gerçekleri gören yalnız Avusturya imiş,
diğer ülkeler onu izlemek istemiyorlarmış, diğer bütün ülkelerin
hükümetleri halkları tarafından yeniden seçilmek istemiyorlarmış
gibi. Bu tabiki doğru değil. Doğru olan bütün tehlikelerin ve
sorunların tüm Avrupa'ca bilindiği, ama Avusturya'da katılımın
getirdiği şansların dikkate alınmadığıdır. Diğer Avrupa ülkeleri
ile Avusturya arasındaki fark da bu. Sayın Cap siz bu fırsatları
görmüyor musunuz? Cap: Bir evi genişletmek istediğinizde bunu
finanse edip edemeyeceğiniz, olanağınızın olup olmadığı gözden
geçirilir. Brüksel'de yapılanlar ise sorumsuzca. Önemli olan AB'nin
katılımı kaldırıp kaldıramayacağı. Ülkelerin vatandaşlarının ruh
hali hiç dikkate alınmıyor. Mölzer: Türkiye'nin katılımının
getireceği fırsatlara gelince, AB'nin Türkiye'yi üye alarak süper
güç olacağı lanse ediliyor, ama bakalım AB gerçekten İran'a, Irak'a
sınırı olan bir süper güç olmak istiyor mu? En alevli kriz
ocaklarının içine çekilmek istiyor muyuz bakalım? Kutoğlu: Ben
politikacı değilim modacıyım. O yüzden konuya yaklaşımım çok
farklı. Türkiye'nin ekonomik açıdan büyük fırsatlar getirebilecek
bir konumda olduğunu düşünüyorum. Ayrıca 30 yaş altındaki nüfusun
oranı yüzde 60. Yatırımlar ve Avrupa ürünleri açısından büyük bir
pazar oluşturuyor, Türkiye'de geniş bir tüketim toplumu mevcut.
Tarihi ve coğrafi açıdan da Türkiye hep Avrupa'nın bir parçası
olmuştur. Avusturya ile yakın ilişkileri olmuştur. Türkiye birçok
Avrupa kuruluşunda da zaten üye durumunda. Türkiye 10 yıl sonra
nüfus açısından Almanya'yı geçerek, Avrupa'nın en büyük ülkesi
konumuna gelecek. AB içinde bazılarının bu yüzden kendilerini iyi
hissetmemelerini anlayabiliyor musunuz? Kutoğlu: Anlayabiliyorum.
Ama iyi niyet sahibi olmak lazım. Hep iyimser düşünmek gerekir.
Türkiye'nin Avrupa'ya bağlanması, İslam'ın düşman olarak görüldüğü
günümüzde dünya barışı açısından değerlendirilmesi gereken bir
fırsattır. Khol: Ben Sayın Kneissl'a cevap vermek istiyorum. AB'de
NATO üyesi olmayan 3 ülke var. Diğer bütün ülkeler Amerikalıların
baskısına maruz kaldı. Aksi takdirde kendimize müttefik
bulabilirdik. Amerika 30 yıldan bu yana Türkiye'nin AB'ne üye
olması için büy ük baskı uyguladı. Avrupa üzerine uygulanan bu
baskıyı hissettik. Sayın Kutoğlu siz dünyanın en güzel ve en
bağımsız kadınlarıyla çalışıyorsunuz. Öte yandan Avusturya'da sizin
geldiğiniz ülke olan Türkiye'de kadınların baskı altında tutulduğu
izlenimi hakim. Kadınlar zorla evlendiriliyor, namus cinayetleri
hala gündemde. Kutoğlu: Arkaik toplum biçimi Avrupa'da da bundan
30-40 yıl önce vardı. Kırsal kesim ile şehir arasında farklılıklar
var. Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı Avrupalı kadınlardan
önce verildi. Türk toplumunda kadının yeri 30'lu yıllardan beri
sağlam temele dayanıyor. Türkiye 20'li yıllardan bu yana laik bir
ülke. Resmi kuruluşlarda başörtüsü takmak yasak. Türkiye öyle laik
bir ülke ki, bu yasalarda bile yer alıyor. Son günlerde bunun din
özgürlüğüne aykırı olup olmadığı tartışılıyor. Sayın Knaus
Türkiye'deki kadınların yakında eşit haklara sahip olacağına
inanıyor musunuz? Knaus: Burada asıl sorun Avrupalıların çok kötü
bir hafızası olması. İtalya'nın ya da İspanya'nın bundan birkaç yıl
önce ne durumda olduğunu unuttular. Türkiye'nin birçok sorunu
olduğu doğru. Avrupalıların yüzde 42'si Türkiye'nin katılımı
konusunda kararsız. Türkiye nasıl bir gelişme gösteriyor, önemli
olan bu. Yalnız elit tabakadan bahsetmiyorum, Türkiye genelinden
bahsediyorum. Biz Türkiye'de İstanbul'da kahvede vakit
geçirmiyoruz. Anadolu'nun çeşitli şehirlerine gidip, oradaki
gelişmeyi izliyoruz. Bu şehirlerdeki dinamizm, ekonomik gelişme göz
ardı edilecek gibi değil. Diyarbakır'daki sivil toplum örgütleri,
Avrupa perspektifi oluştuğundan beri namus cinayetlerine cinayet
gözüyle bakılıyor, camilerde bunun aleyhinde vaazlar veriliyor.
Yargıda tabii bazı direnişlere rastlanıyor. Bazı savcılar davalar
açıyor, son günlerde Pamuk olayında olduğu gibi. Ama medya buna
derhal karşı çıkıyor, hükümetten destek alıyor. Yani İspanya'dakine
benzer bir gelişme var. İspanya buna çok iyi bir örnek. Eğer yalnız
Avusturya basınını okuyacak olsaydım, ben de Türkiye'nin
katılımından korkardım. 15 yıla kadar İspanya'nın şimdiki haline
varacak bir Türkiye tahayyül edin. Gelişmiş bir turizmi, birçok iş
imkanı olan ve kadınların tüm haklara sahip olduğu, çok daha iyi
eğitim yapabildiği bir Türkiye, bu Avrupa için yalnızca bir başarı
değil, aynı zamanda bir kazanç da olacaktır. Cap: Günter
Verheugen'in basında da yer alan bir demecine değinmek istiyorum.
Türkiye'deki yasal çerçevenin demokratik bir hukuk devletine uygun
olduğu, ancak uygulamanın böyle olmadığını söylemişti. Yani AB bu
konuda iki gözünü de yumuyor, çünkü müzakerelere başlama şartları
aslında yerine getirilmiş değil. Örneğin böyle kritik bir dönemde
neden Dünya Kadınlar Günü'nde gösteri yapan kadınlar polis
tarafından televizyon kameraları önünde coplanıyor? Neden işkence
hala devam ediyor? Artık tutuklananlara polis karakollarında değil,
araba ile başka bir yere götürülerek işkence yapılıyor.
Uluslararası Af Örgütü'nün raporlarını bir okuyun. ABD ve ABD'nin
AB içindeki müttefikleri Türkiye'nin katılımını istiyor, çünkü
Türkiye çok güçlü bir NATO ülkesi. Ama Türkiye Kafkaslar, İran,
Irak arasında son derece savaş tehlikesi arz eden bir bölgede
bulunuyor. Mölzer: Sayın Knaus'un Türkiye'deki olumlu siyasi
gelişmelere ilişkin argümanını, aynı şekilde bir Tunus, ya da Fas
için de kullanabiliriz. İspanya ile karşılaştırma da bana göre
uygun bir örnek değil, çünkü İspanya bir Avrupa ülkesi. Türkiye ise
değil. Arada fark var. Almanya'daki gibi bizde de bir paralel
toplum oluşma tehlikesi var. Türkiye'nin AB'ne katılımı ile bu
tehlike daha da yoğunlaşacaktır. Sayın Khol'un beyanlarına
dayanarak konuşuyorum. Anlaşılan Avusturya'daki bütün partiler
arasında bir görüş birliği var. Dışa karşı katılıma karşı
çıkmıyorlar, ülke içindeki seçmenlere de ama biz aslında katılıma
karşıyız diyorlar. Bu partilerin hepsi katılıma karşı çıkmadıkları
için, aslında katılımı desteklemiş oluyorlar. Knaus: Burada birçok
kez dile getirilen, medyada da çok kullanılan bir argüman, ABD'nin
rolü. Bu konuya biraz ışık tutalım. Türkiye 2001 yılında
Parlamento'da ABD birliklerinin toprakları üzerinden Irak'a
geçmesini engelledi. Türkiye demokratikleştikçe, Amerika'ya karşı
daha eleştirici bir gözle bakmaya başladı. Türkiye bugün Fransızlar
ile birlikte Amerika'ya en eleştirici gözle bakan ülkeler arasında
yer alıyor. Ordu tarihinde ilk kez bir sivil tarafından kontrol
ediliyor. MGK'nın başkanı bir sivil. Askeri bütçe ilk kez eğitim
bütçesinden daha küçük. Yani toplum sivilleşiyor ki bu çok önemli.
Ayrıca ABD'nin her iyi bulduğu şeye, ille de kötü demek şart değil.
Evet, ABD'nin bir NATO müttefikinin AB'ne girmesinde çıkarı var.
Ama bu demek değil ki, Türkiye'nin komşuları ile bir sorunu
olduğunda AB ya da Avusturya müdahale etmek zorunda kalacak. Eğer
Türkiye saldırıya uğrarsa NATO ülkeleri onun yardımına koşacaktır,
Türkiye kendisi başka bir ülkeye saldırmak isterse, zaten ortakları
onu engelleyecektir. Kimse Avusturya'yı askeri müdahale ile yükümlü
tutamaz. Bu Irak Savaşı'nda da böyle olmadı mı? İngilizler asker
gönderdi, Avusturyalılar göndermedi. Burada gerçeklere dayanmayan
bir korku yaratılıyor. Türkiye'den başka Bulgaristan, Romanya,
Balkan ülkeleri ve yakında belki Ukrayna da AB'ne üye olmak
istiyor. Sayın Khol AB bu kadar yükü kaldırabilecek mi? Khol:
Bulgaristan ve Romanya'nın durumu farklı. Türkiye, sonunun nereye
varacağı belli olmayan uzun bir sürecin başında bulunuyor. Asıl
önemli olan gidilen yol. Umarım bu yolun ortasında Türkiye'de
herkes bir sendika kurabilir, toplu sözleşmeler yapılabilir,
kadınlar dinlerinin gereğini yerine getirebilir, 3 yılda 9 bin
sığınma talebi gelmez, Avusturya mahkemelerinin üye olmak isteyen
bir ülkenin vatandaşlarına siyasi sığınma hakkı vermek zorunda
kalmaz, Türk mahkemeleri evlilik dışı hamile kalan kız kardeşini
öldüren kişinin cezasını hafifletmez, artık ''Dağ Türkleri'' diye
tanımlanmayan Kürtlere hakları verilir. Türkiye'deyken Milletvekili
Lunacek'in ''Kürtler artık ana dillerinde ders görecekler mi?''
şeklindeki sorusuna Komisyon Başkanı açıkça ''Hayır, yoksa her
önüne gelen aynı şeyi ister'' dedi. Müzakere sürecinin amacı işte
bu. Ama Bulgaristan ve Romanya 2007-2008 yılına kadar tam üye
olacaklar. AB buna hazırlıklı. Bizim için öncelikli olan tabii ki
bize yakın olan Makedonya, Hırvatistan gibi Batı Balkan ülkelerinin
üyeliği. AB o zaman 32 kadar üyesi olduğunda, işlevini
yürütebilecek mi? 27 ülke için hazırız. AB'nin üye alma
kapasitesine gelince, önce bunun masrafının kimin tarafından
karşılanacağını tespit etmemiz gerekir. İngilizlere yaptıkları
ödeme konusunda artık ayrıcalık tanınmamasını sağladık. Sonra
Anayasa'nın değiştirilmesi gerekir. İşte AB'nin yeni üye alma
kapasitesinden anladığımız bu. Bu aynı zamanda da katılım
şartlarından biri. Bu konuya özen gösterilmesine dikkat edeceğiz.
Yani bugüne kadar olunduğu kadar kolay üye olunamayacak. Avusturya
ve Fransa'da halk oylamaları yapılacak, değil mi? Evet, ayrıca Çek
Cumhuriyeti, İrlanda, Danimarka gibi 10-11 ülkede referandumlar
yapılacak. Bir çözüm bulmak için insanların kalbini kazanmamız
gerekir. Akıntıya karşı kürek çekilmez, bunu Türkiye'de
söylediğimde, Cumhurbaşkanı da Başbakan da anladılar'' dedi. BBC
TÜRKÇE