Avrupa ırkçı ve cimri
Abone olTürkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalıların neden bizi istemedikleri ortaya çıktı. İşte nedenler?
Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalı sağcıların
kültürel, solcularınsa ekonomik gerekçelerle hareket ettiği
bildirildi. AB çalışmalarıyla tanınan düşünce kuruluşu Avrupa
Reform Merkezi (CER) tarafından hazırlanan Mark Leonard imzalı
''Avrupa'da Demokrasi: Referandumlar Döneminde AB Nasıl Ayakta
Kalabilir'' başlıklı raporda, kuruluşundan bu yana AB'ye hiçbir
zaman ''aşk hissedilmediği'', fakat çoğu zaman ''kabul gördüğü''
kaydedildi. AB vatandaşlarının, oylarına başvurulduğunda
''anlaşmaların ayrıntılarıyla ilgilenmedikleri'' ve sadece daha
zengin ve daha güvende olup olmadıklarına baktıkları anlatılan
raporda, şöyle denildi:
''Bu günler artık geride kaldı. Bunun nedenini de Fransızlar ve
Hollandalılar ortaya koydu. Toplumlar artık, hükümetlerin
önderliğine rıza göstermiyor. Birçok kişi, Avrupa'yı problemlerin
çözümü olarak değil, problemin kendisi olarak görüyor.''
AB POLİTİKACILAR İÇİN KUM TURBASI
''Yaşlı
Avrupa'nın kalbinde'' bile artan sayıda politikacının AB'yi siyasi
kariyerleri için ''kum torbası'' olarak kullanma eğiliminde olduğu
vurgulanan raporda, son yıllardaki referandum tecrübeleriyle
gelinen ortamda vatandaşlarının onayını almadan AB'nin herhangi bir
adım atmasının zorluğuna dikkat çekildi.
Fransa ve Hollanda'daki referandumların ardından belirsizliğe giren
yeni AB anayasasını yeniden diriltmenin zorluğu anlatılan CER
raporunda, AB'nin ''aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık''
konumunda yakalandığı ifade edildi.
Buna göre, mevcut durumda her ülke için bir komiser uygulaması
''hantallık'' yaratırken, küçük ülkelerin, nüfuslarına oranla daha
güçlü temsil edilmeleri ''mantıksız'' bulunuyor. Ayrıca, altı ayda
bir değişen dönem başkanlığı sistemi, ''uygun ve etkin'' bir dış
politikayı felce uğratırken, AB Komisyonu'nun Dış İlişkilerden ve
Komşuluk Politikasından Sorumlu Üyesi (Benita Ferrero-Waldner) ile
AB'nin Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi (Javier
Solana) arasındaki belirsiz iş bölümü ''gereksiz sınır kavgaları''
çıkartıyor.
''Diğer taraftan Avrupalı liderler, halklarını bir anayasayı
onaylamaya ikna edebilmek için, AB'nin gözle görülebilir faydalar
sağladığını göstermek zorunda olduklarını biliyorlar. Fakat mevcut
yasal çerçeve içinde bunu başarmak çok zor'' denilen raporda, çözüm
için Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker'in önderliğinde,
Avusturya, Belçika ve İspanya'nın desteklediği ''daha fazla
Avrupacıların'' Fransa ve Hollanda referandumlarını göz ardı etme
eğiliminde oldukları, karşı kampı oluşturan Fransa önderliğinde ve
üyelerin çoğunun desteğini alan ''adım adım ilerlemecilerin'' ise
anayasa olarak nitelendirilmeyecek ve referandumlara sunulmayacak
mini bir antlaşmadan yana tavır koydukları kaydedildi.
HIRVATİSTAN'IN ÜYELİĞİ KOLAYLAŞTIRILACAK
Merkezi İngiltere'de bulunan düşünce kuruluşu CER'in raporunda,
Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'nin zaman zaman görüşlerini
seslendirdiği ikinci grubun, Hırvatistan'ın üyeliğini göz önüne
alarak strateji belirlediği vurgulandı.
Buna göre bu mini anlaşmanın, 2007 yılının ikinci yarısında
imzalanarak Hırvatistan'ın üyelik müzakerelerinin sona ereceği
hesaplanan 2008 ya da 2009 yılından önce uygulamaya sokulması
planlanıyor. Anlaşmada yer alacak atıfla Hırvatistan'ın katılımı,
önceki üyelerden farklı olarak protokol yoluyla öngörülecek ve bu
sayede referandumlara gitmeye gerek kalmadan ulusal parlamentolarda
onaylanması yeterli olacak.
AB içinde teorik olarak ''üçüncü bir kamp'' olduğu da belirtilen
raporda, Polonyalı bazı siyasilerin dile getirdiği bu kampın
görüşlerinin, ''AB'nin bütün antlaşmalarının değiştirilmemesinden
yana oldukları'', ''özellikle Polonya ve İspanya'ya, nüfuslarına
oranla büyük avantajlar sunan Nice Antlaşması'nın korunmasını
istedikleri'', ''bu konuda İngiltere Başbakanı Tony Blair'den de
destek aldıkları'' aktarılarak, ''Fakat üye ülkelerin çoğu, mini
bir anlaşma yönünde görüş birliği sağlarsa Polonya ve diğer şüpheci
ülkeler, adım adım ilerlemecilerin tarafında oyuna dahil olur''
değerlendirmesi yapıldı.
TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİ
Raporda Almanya,
Avusturya, Fransa ve Hollanda'da ''genişleme korkusunun yayılarak
sürdüğü'' kaydedilirken, şöyle denildi:
''Federalistler daha geniş Avrupa'nın derinleşmeyi imkansız
kılacağından endişeleniyor. Türkiye'nin üyeliğine Avrupa'nın
sağcılarının çoğu Müslüman bir ülkeyi dışarıda tutmak için kültürel
nedenlerle solcularının çoğuysa ucuz işçi akınının mavi yakalıları
dilenci durumuna düşüreceği korkusuyla ekonomik nedenlerle karşı
çıkıyorlar. Çünkü genişleme, ekonomilerde kazananlar ve kaybedenler
yaratıyor. Bu da yeni siyasi oluşumları şekillendiriyor.'' AB
politikalarında en büyük farklılaşmanın referandumlarla ortaya
çıktığı anlatılan raporda, şunlar kaydedildi:
''Gelecekte AB'nin derinleşmesi ya da genişlemesi yönündeki her
adımda referandumlara ihtiyaç duyulacak. Yeni bir anayasa müzakere
edilir ve uzlaşma sağlanırsa ulusal liderler bunu halkın önüne
koymadan onaylamakta zorlanır. Anayasasını değiştiren Fransa;
Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan'ın ardından bütün yeni
genişlemeleri referanduma sunacak. Avusturya da Türkiye'nin
katılımı için referandum düzenleme taahhüdünde bulundu.'' Raporda,
''her bedene uyan tek bir AB'' fikrinin geride kaldığı da
vurgulanarak, şöyle denildi:
''Bazı ülkeler, Schengen ve ortak para sistemine dahil olmamayı
seçti. Yeni üyelerin Ortak Tarım Politikası ödemelerinden tam
olarak faydalanması engellendi ve işçilerinin serbest dolaşımı
kısıtlandı. Gelecekte AB'nin entegrasyonu, anlaşmalardan ziyade
öncü gruplarca sağlanabilir. Bazı ülkeler, daha da güçlendirilmiş
bir birlik fikri yerine, somut gerekçelerle bir araya gelerek
farklı alanlarda entegrasyonu sürükleyebilir. Örneğin Schengen
ülkeleri, daha entegre bir güvenlik topluluğuna dönüşebilir. Bazı
ülke grupları pazarlarını hizmetler için serbestleştirebilir. Ya da
Avrupa Savunma Topluluğu oluşturulabilir.
AB genişledikçe, yeni üyeler için farklı listelerden öneriler
yapılabilir. Örneğin Türkiye, işçilerin serbest dolaşımında daimi
kısıtlamalarla tehdit edildi. Belki de üye devletler arasında,
olması gerekenden daha az bir oy gücüne razı olmaya zorlanacak.
Bazı ülkeler de, girmek isteseler de uzun bir süre ortak para
bölgesinden dışlanabilecek.''