Artık moda “İstihbarat Gazeteciliği”

Birkaç gündür Ahmet Hakan ve Cem Küçük arasındaki karşılıklı yazıları okuyorum. Medyanın, özellikle de gazeteciliğin ne hale geldiğinin en güzel örneğini yansıtıyorlar.

Selçuk Baymaz selcukbaymaz@internethaber.com

Birkaç gündür Ahmet Hakan ve Cem Küçük arasındaki karşılıklı yazıları okuyorum.

Medyanın, özellikle de gazeteciliğin ne hale geldiğinin en güzel örneğini yansıtıyorlar.

Ne yazık ki ülkemizde gazetecilik mesleğinin ilkeleri alt üst olmuş durumda.

Artık nerede ve ne yazdığından çok kimin adına yazdığın önemli...

İktidarı eleştirirsen “paralelci - bölücü”, lehte yazarsan da “yandaş ve rant yalakası” oluyorsun.

Savunduğu fikirlerin tam aksini, bir ay sonrasında değişen politik konjonktüre göre güncelleyebilen yazarlar artık mevcut.

Daha önce ne yazdığının hiçbir önemi yok. Değişen o değil çünkü, değişen dünya…

Methiyeler dizdiği bir şahsa, iki gün sonra hakaret dolu cümleler yazabiliyor. Olayın mevcut gerçekliğinden çok çıkarını koruduğu tarafın menfaatleri üzerinden hareket ediyor.

Ki bu durumun en açık örneklerini Ergenekon-Balyoz gibi davalardaki yayınlarda gördük. Onca insan sanki hiç linç edilmemiş  gibi  övgüyle gazete manşetlerine çıkarıldılar.

Ki  olayın mağdurları da bu duruma gerektiği gibi itiraz etmediler. En fazla hakaret yedikleri gazetelere ilk röportajlarını verdiler.  “Size ne oldu da birden değiştiniz, hayırdır” deme refleksi bile göstermediler.

Keza yine 17-25 Aralık operasyonları sonrası haftalar önce cemaate methiyeler dizen yazarlar bir anda onu hedef haline getirirken,

cemaat cenahında yazanlar da sanki yıllardır hükümeti destekleyen-öven makaleler kaleme almıyorlarmış gibi iktidarı topa tutan yazılar yazmaya başladılar.

“Pardon, kandırılmışız”, “Pardon, yanlış anlamışız” gibi inanılmaz ikna edici cümleleri de, bu dönemin yaygın savunma biçimi haline geldi.

Yani Mazhar Alanson’un da şarkısında dile getirdiği gibi; “5 dk.’da değişir bütün işler”... Ki değişti de.

Evet düşünceniz-intibaınız değişebilir, ama bu geçişler öyle  bir günde yaşanmaz. Çünkü bir günde ve aniden değişen fikirde samimiyet sıkıntısı yaşanır.

***

Tüm bunlardan daha kötüsü ise; bu tabloyu hiç irdelemeyen-eleştirmeyen bir okur kitlesi oluştu.

“Bizimkileri savunsun da, onların kafasına kafasına vursun da ne yazarsa yazsın” diyen bir bilinç yaratıldı.

Ki nefret kültürünün ve yaftalamanın her dönem trend olduğu bir ülkede, bundan daha acımasız bir düzen olamaz.

Doğru, Türkiye’de basın hiçbir dönem tamamen özgür değildi. Her zaman belirli bir aklın hegemonyasını yansıtıyordu.

Ama hiçbir zaman da şimdiki gibi kutuplaşıp, bir cephe savaşı halini almamıştı.

Senin entelektüelin, benim aydınım, onun gazetecisi gibi sıfatlar bu denli oluşmamıştı.

***

Araştırmacı gazetecilik neredeyse bitti. Çok az ve nesli tükenmekte olan bir gazeteci grubu, bunu büyük bir özveriyle ve mesleklerini kaybetme riskine rağmen yaşatmaya çalışıyorlar.

Artık moda olan ise istihbarat gazeteciliği

Belirli kaynaklardan elinize bilgi ulaştırılıyor ve siz de yazıyorsunuz.

Bu nedenle TV’lere, konferanslara çıkıyorsunuz. Bolca para kazanıyorsunuz. Kamuoyu oluşturuyorsunuz. Şöhretinize şöhret katıyorsunuz. Ve utanmadan herhangi bir meslek bilgi formunun ünvan bölümüne “araştırmacı - gazeteci” yazıyorsunuz.

Ne harika…

Hâlbuki gazetecinin her zaman muhalif bir duruşu vardır.

İrdeler, iktidar gücünü elinde bulunduran kişileri toplum adına sorgular ve denetler. Olumlu bir şey varsa da çekinmez yazar.

Ne linç kampanyası yapar, ne de kendini birilerini pohpohlamak ya da övmek zorunda hisseder.

Bugün hemen hemen kimse, çalıştığı gazetenin yayın politikasına biat etmeden yazılarını kaleme alamıyor. Buna cesaret ettiğinde ise efendi bir şekilde pasife çekiliyor. Yazıları yayınlanmamaya başlıyor. Ve nihayetinde işinden, ekmeğinden oluyor.

***

Kitap okuma oranı düşük, eğitim seviyesi yerlerde gezen bir ülkenin en büyük öğretmeni aşikâr ki medya… Ki bu kadar güven yitirmiş, bilgiyi manipüle eden, misenformasyon yaratan bir öğretmenin elinde bir nesil nasıl yetişir siz düşünün.

Benim aklım almıyor.

Tüm bu yaşananların neticesinde ise olan bilgi kirliliği arasında adı kirlenen mağdurlara, haksız yere baskı gören zümrelere ve ekmeğini kazanmak için bir taraf tutmaya zorlanan ya da tarafını seçmediği için bertaraf olan gazetecilere oluyor.

Ha bunlar olurken demokrasimize bir şey olmuyor mu diye soruyorsanız;

O doksan yıldır olduğu gibi, Kaf dağına doğru giden muasırlık yolunda hızlı bir şekilde ve emin adımlarla ilerlemekte...