Annelik kariyerse 1500 lira versinler!
Abone olMuhafazakar İslamcı yazarı Hidayet Tuksal "Annelik en büyük kariyerdir" tartışmasını yorumlarken Paris saldırılarına sert tepki gösterdi.
İlahiyatçı yazar Hidayet Tuksal, Sağlık
Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun "Annelik en büyük kariyerdir"
açıklaması ile başlayan tartışmalara ilişkin olarak,"Bazı kadınlar
anneliği gerçekten bir kariyer gibi icra ediyor. Bazıları da çok
severek, çok isteyerek anne olsa da kendini daha iyi hissedebilmek
için hayatta başka şeylere de ihtiyaç duyuyor. Ben onlardan
biriyim" dedi. Tuksal, 'annelik' için hükümetten gelen teşvik
paketi hakkında da şunları kaydetti:
“Ben çocuk başına annelere, ayda 1500 lira gibi bir para verilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Annelik bir kariyer olacaksa, ücretli bir
kariyer olması ve bunu da kadını anne olmaya teşvik edenlerin
ödemesi gerekiyor.”
Tuksal, 12 kişinin yaşamını yitirdiği ve tüm dünyada infiale yol
açan Charlie Hebdo katliamı için ise, “Birçok Müslüman da şöyle
düşünüyor: Onlar Müslümansa, ben değilim! Ki ben de öyle
düşünüyorum. 'Müslümanlar' diye genellemek hata yani. Ben böyle bir
İslami anlayışı kabul etmiyorum” ifadelerini kullandı. “İslam ilk
doğduğunda, okla, kılıçla bir savaş ortamı vardı” diyen Tuksal,
“Müslümanlar bir saldırıya maruz kaldılar ve savaştılar. Kuran-ı
Kerim'de de hadislerde de bunu görüyoruz. Ama bu yüzden ,
Müslümanlar savaşçı bir kavim olmak mecburiyetinde değil” diye
konuştu.
Hürriyet yazarı Ayşe Arman’ın sorularını yanıtlayan (11 Ocak
2015) Tuksal’ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Sizce annelik kariyer midir?
-Bazı kadınlar anneliği gerçekten bir kariyer gibi icra ediyor.
Bazıları da çok severek, çok isteyerek anne olsa da kendini daha
iyi hissedebilmek için hayatta başka şeylere de ihtiyaç duyuyor.
Ben onlardan biriyim. Elbette ki anneliği fevkalade önemsiyorum ama
o tatmini başka şeylerde de yaşayabiliyorum.
Nelerde mesela?
-Emek verip, yetiştirdiğim öğrencilerde mesela. Hatta bana
takılırlar. "Anne gibi hocalık yapıyorsunuz!" diye. Doğrudur.
Bakan Müezzinoğlu dindar olup, yalnız anne ve ev kadını
olan kadınlarla, çalışan kadınları kıyaslıyor mu? Birbirine mi
düşürmeye çalışıyor?
-Hayır. Böyle bir ezber var muhafazakâr kesimde. Bakan da o ezberi
tekrar ediyor. Gerçi o ezber de İslami kültürden gelen bir şey
değil.
Nasıl yani?
-İslami kültür, çokeşli bir ortamda geldi ve çokeşli olarak devam
etti. Poligam ortamlarda anneliği yüceltemezsiniz! Çünkü boşanma
yaygındır. Ve kadın boşandığı zaman, çocuklarını kocasının evine
bırakıp, gider. Dolayısıyla, bugün bile poligam kültürün yaygın
olduğu ülkelerde, Suudi Arabistan'da, şurada, burada, bizim
Türkiye'deki gibi kocası için kendini parçalayan, saçını süpürge
eden, çocukları için olmadık fedakârlıklara katlanan anne modeli
yok! Evliliğin ve anne-babalığın dinamikleri çok farklı. Bu tür
evliliklerde, çocuklar, babanın üzerinde. İslam fıkıhı bunun
üzerine kurulmuş. Anneye emzirmek dışında başka bir şey düşmüyor.
Hatta, emzirmeyi bile yapmayabilir. Çocuklarla ilgili bütün
sorumluluklar babada. Annenin hiçbir sorumluluğu yok.
Sizin bu anlattığınıza göre kadın, İslam'da bayağı ikinci
planda...
- İslam fıkıhına göre, "Erkek, esas insandır." Ama 'İslam fıkıhına
göre' diyorum, 'fıkıh' kelimesinin altını çiziyorum. Tabii bu,
erkeğin ekonomik ve siyasi anlamda tek aktör olduğu ortamlarda
geçerli. Yüzyıllar boyunca, sadece İslam toplumlarında değil,
Hindu, Budist, Yahudi ve Hıristiyan toplumlarında da böyleydi. Yani
kadınların görece özgürleşmesi ve güçlenmesi, 20'nci yüzyıldan
sonra oldu. Ben üniversitede, 'Feminist Kuramlar Tarihi'
okutuyorum. En büyük düşünür olarak kabul edilen erkekler bile,
kadın-erkek eşitliğini tahayyül edemediler. Yani bu iş, İslam'dan
kaynaklanan bir şey değil. Türkiye'deki tartışmanın sıkıntılı
olduğu yer burası. Dünyada bile "kadının kurtuluşu" anlamında
"özgürlük" düşüncesi ancak 60'larda yaygınlaştırıldı. Onun için bu
işi, İslam meselesi olarak değil de erkek egemenliği üzerinden
okumak lazım.
Dinlerin hiç mi etkisi yok yani?
-Valla ben, erkek egemenliğinin dinleri etkilediğini düşünüyorum!
Kaynak dinler değil yani, erkek egemenliğinin varlığı.
Kötülüğün anası erkekler o zaman!
-Erkek egemenliği! Ama erkek egemenliği, sadece erkekler değil,
kadınlar tarafından da üretilen ve beslenen bir şey...
‘Önce AKP'li kadınların evlerine
gönderilmeleri lazım’
Çalışan dindar anne yok mu? Onların konumu
n'oluyor?
-O kadar çok var ki! Sizce evlenmek isteyen dindar erkekler,
çalışmayan kız mı arıyorlar? Yoksa çalışan kızlarla mı evlenmek
istiyorlar? Çalışmayan kızlarla evlenmek isteyen erkek sayısı çok
az. Sadece maddi açıdan sorunu olmayanlar ve aşırı derecede
muhafazakâr ve kıskanç olanlar. Genel eğilim çalışabilecek
özelliklere sahip bir eş arayışı şeklinde.
O zaman neden her geçen gün bu tür söylemler artıyor?
Israrla uygulanmak istenen bir politikanın parçası mı?
-Bence değil! Siz bunları yeni duyuyorsunuz. Muhafazakâr kesimde
ezelden beri söylenir.
Ama bu kadar sistemli değildi...
-Tamam geçmiş dönemde daha dikkatliydiler ama şunu söylemek
istiyorum: Gidin bir Cumhurbaşkanı'nın danışmanlarına bakın. Ya da
Müezzinoğlu'nun etrafında çalışan, parti teşkilatındaki kadınlara.
AK Parti'de o kadar çok kadın çalışıyor ki. Bunların bir kısmı da
boşanmış kadınlar. Bir kısmı da hiç evlenmemiş. Yani annelik
profilinin dışında da bir sürü kadın çalışıyor AK Parti'de.
O zaman nasıl böyle laflar edebiliyor?
-Diyorum ya, ezber! O sırada anneliği yücelttiğini düşünüyor ya da
birilerine cevap yetiştiriyor.
Belki de zannettiğiniz kadar masum değildir...
-Bakın, ben 30 senedir bu camiayı tanıyorum. Bu laflar 30 senedir
ediliyor. Bu süre içinde hepimiz meslek sahibi insanlar olarak
yetiştik. Nasıl oldu o zaman bu?
Bir işe yaramıyorsa niye tekrarlayıp duruyorlar peki?
Siyasi iradenin, kadınlarla alıp veremediği ne var? Neden kadınları
annelik kutusuna hapsetmeye çalışıyorlar?
-Ben öyle olduğunu da zannetmiyorum çünkü bir taraftan bu tür
laflar edilirken, bir taraftan da kadının çalışma hayatını
kolaylaştıracak düzenlemeler yapılıyor. Mesela KEİG'i takip
ediyordum, önerdiği şeyler vardı. Bunlardan hepsi değil ama bir
kısmı hayata geçirildi.
Sizce bir tutarsızlık yok mu söylemlerde?
-Olmaz mı? Var. Ama "Bütün kadınlar, anne olsun herkes piyasadan
elini eteğini çeksin" gibi algılamıyorum ben. O zaman önce AK
Parti'deki kadınların evlerine dönmesi lazım! AK Parti, o kadar
kadın emeğine dayanan bir parti, böyle bir şeyi asla göze
alamazlar. Dolayısıyla ben, düşünülmeden edilmiş laflar olarak
kabul ediyorum. Sizler gibi gelecekteki kötü günlerin habercisi
olarak görmüyorum.
İyi de bir yandan da kadına karşı şiddet artmıyor mu? Bu
laflar, şiddete meyilli erkeklerin ekmeğine yağ sürmüyor mu? Size
göre 'ezber' olduğu için söylenen bu lafların aslında ciddi bir
sonucu yok mu?
-Valla bunu söyleyebilmek için kanıtlanmış olması lazım. Fakat şu
doğru: Türkiye'de kadınlar güçlendikçe, haklarını aramaya
başladıkça, boşanmaya başladıkça daha çok şiddete maruz kalır
oldular. Ama bu AK Parti'nin politikalarıyla birebir
ilişkilendirilebilecek bir şey değil. Bunu kadın örgütleri benden
daha iyi biliyorlar. Çünkü Fatma Şahin döneminde, kadına karşı
şiddetin engellenmesi için üç gün kapandılar, kanun taslakları
çıkardılar. Bunların hepsi AK Parti döneminde oldu.
Ama uygulanmadı ki! Dahası, bu ülkenin Cumhurbaşkanı,
"Kadınla erkek eşit değildir!" gibi laflar etti...
-İyi de aydınlanmanın büyük düşünürleri 'Eşitlik-özgürlük-
kardeşlik' derken, neredeyse 150 yıl bu formülasyonu kadınlar için
uygun görmediler! Hâlâ görmeyenler var. Yani bu, insanların
dindarlığından filan kaynaklanan bir şey değil. Etkisi var ama tek
mesele bu değil. Erkek egemen zihniyet böyle bir şey.
İyi de "Tarihte şöyleydi, böyleydi" demenin bugün ezilen
kadına bir faydası yok ki...
-Bakın, ben eşitliğe karşı değilim. Dindar arkadaşlarımla da
konuşuyoruz. Hiçbirimiz Türkiye'de sahip olduğumuz haklardan, yani
miras, eşitlik, tekeşlilik vs. vazgeçme niyetinde değiliz. Fakat
eşitlik söyleminin, sanki dünyada gelinmiş son nokta olduğunu ileri
sürmek de yanlış. Bunun üzerine paradigmalar üretildi. Dünyada
artık bir sürü başka şey tartışılıyor kadın hareketiyle ilgili
olarak. Yani eşitlik meselesi, tek başına tartışılan bir şey değil.
Pozitif ayrımcılık, eşitlik yetmediği için gündeme geldi.
'Dindar erkek çalışan kadınla evlenmek
istiyor'
Kadınların nasıl yaşayıp, nasıl yaşamayacağı konuşuluyor.
Sizin içinizden, "Sana ne! İşini bak sen!" demek gelmiyor
mu?
-Sinirimi bozan çok laf var. Ama ben çoktandır medyaya gözümü,
kulağımı kapattığım için hiçbirini duymuyorum.
Ama o zaman da erkekler bu lafları etmeye, toplumu ve
kadını şekillendirmeye devam etmiyor mu?
-Lafla mı şekilleniyor Allah aşkına kadın? Bundan daha derin
dinamikler var. Tamam, "Doğru yapmışlar, iyi söylemişler!"
demiyorum ama bu kadar da abartmaya gerek yok.
Ama karısının çalışmasını istemeyen bir erkek bu lafları
duyunca, "Bakan bile demiş! Otur oturduğun yerde!" demez
mi?
-Ben de size diyorum ki, genel eğilime baktığınızda görüyorsunuz ki
erkekler çalışan kadınla evlenmek istiyorlar. Bakan ne kadar aksini
söylerse söylesin!
Ama tabii çalıştığı için karısını öldüren var. Cep
telefonuyla konuştuğu için, kendisinden ayrılmak istediği için,
itiraz ettiği için, barışmadığı için, eve dönmediği
için...
-Tamam ama bu, birebir bakanların söyledikleriyle alakalı değil!
Şunu diyebiliriz: Bu rol modeller, erkek egemenliğini devam ettiren
rol modeller. O anlamda, evet sorumlulukları var. Ben de hep
Cumhurbaşkanı'nın bir gün çıkıp, bu konularla ilgili daha açık,
daha net konuşmasını bütün kalbimle istedim. Fakat şiddet gibi
köklü, derin olguların sadece bu tür şeylerle harekete geçtiğini
düşünmek de yanlış. Böyle bir kolaycılık var. AK Parti hükümetine
karşı olan kadın hareketi, "Kadın cinayetleri arttı çünkü
Cumhurbaşkanı şöyle şöyle söyledi!" diyor. Bu da yanlış bir şey.
Dahası işin gerçeğini görmemizi engelleyen bir şey!
‘İslami kesimde kürtaj da var, doğum
kontrolü de sezaryen de...’
Doğum kontrolü ve sezaryen hakkında ne
düşünüyorsunuz?
-Doğum kontrolüne hükümetin karıştığını düşünmüyorum.
Nasıl yani! "Doğum kontrol cinayettir!" gibi bir inci de
döküldü ortalığa!
-Bunlar benim ciddiye almadığım laflar! Herkes doğum kontrolü
yapıyor ki çocuk sayısı duruyor. İslami camiada, kadınlar doğum
kontrolü uygulamasa, hepimizin şimdiye kadar en az 10 çocuğu
olurdu! Yani neyi konuşuyoruz! Kürtaj da var İslami kesimde,
sezaryen de, doğum kontrolü de! Her şey var...
O zaman siyasetçilerin ettiği lafları ciddiye almadan
yürüyüp gidecek miyiz?
-Bence ciddiye almamak lazım. Tamamen gündemi değiştirmek için
kullanılan şeyler. Seküler kesimin hassasiyetlerine bir tane kızgın
şiş sokuyorlar, o oooo herkes ayaklanıyor...
Geçen hafta konuştuğum avukat Hülya Gülbahar da "Tam
tersine. Gerçek gündemleri bu. Ciddiye almayalım demek kadınlara
yapılan büyük bir kötülüktür. Onlar, adım adım amaçlarına
ulaşıyor!" dedi...
-Katılmıyorum. Amaçlarına filan ulaştıkları yok. Hülya'nın dindar
camiayı çok doğru okuyabildiğini düşünmüyorum. Ben bu insanların
arasındayım. Tesettür otelinde birlikte tatil yapıyoruz. Ooooo
gördüğüm, duyduğum şeyler beni bile şaşırtıyor.
28 Şubat'ta tersine bir zorbalık söz konusuydu. Ama şimdi
de yaşanan bir tür dayatma ve aynı anlamda baskı değil
mi?
-Dayatma dayatmadır! Hangi dönemde yapılırsa yapılsın, kim yaparsa
yapsın, ne adına yapılırsa yapılsın... Evet, tabii ki aynı
şeydir!
'Onlar Müslümansa ben
değilim!'
Siz, İslam'ı şiddetle bağdaştırabilenlerden
misiniz?
-Bağdaştırmak istemeyenlerdenim. İslam ilk doğduğunda, okla,
kılıçla bir savaş ortamı vardı. Müslümanlar bir saldırıya maruz
kaldılar ve savaştılar. Kuran-ı Kerim'de de hadislerde de bunu
görüyoruz. Ama bu yüzden , Müslümanlar savaşçı bir kavim olmak
mecburiyetinde değil!
Charlie Hebdo baskınının her hangi bir açıklaması olabilir
mi?
-Ben hiçbir açıklamasını bulamıyorum. Neyi çözmüş oldu bu çocuklar?
Çocuk bile dememek gerekiyor, neyi çözmüş oldu bu katiller? Hiçbir
şeyi! Her şeyi daha kötü hale getirdiler!
"Onlar da Müslümanlığa hakaret
etmeselerdi" demek yeterli mi?
-Hayır değil. Bu hakaret meselesi çok bıçak sırtı bir şey. Birçok
Müslüman için eleştiri ve hakaret arasında bir ayrım yok. Eleştiri
tarzınız biraz onların alışık olmadığı bir tarz ise bunu rahatlıkla
hakaret olarak algılayabiliyorlar.
Neden böyle?
-Bilmiyorum.
İfade özgürlüğüne karşı, büyük eylemler hep siyasi
İslam'dan geliyor. Neden?
-Birçok Müslüman da şöyle düşünüyor: Onlar Müslümansa, ben değilim!
Ki ben de öyle düşünüyorum. 'Müslümanlar' diye genellemek hata
yani. Ben böyle bir İslami anlayışı kabul etmiyorum. Ama şu da var:
11 Eylül'ü kimin yaptığını hâlâ bilmiyoruz. Çok ikna edici
açıklamalar yapılmadı. Buna karşılık, bir sürü olayda Amerika'nın
yaptığı işkenceler, şunlar, bunlar söz konusu. Bir çifte standart
da var yani. Bunu da görmek lazım. Müslümanlar bir şey yaptığı
zaman, o böyle 100 kere katlanarak büyüyen bir sesle bütün dünyada
yankılanıyor!
Bazı Müslümanlar, bütün dünyanın kendilerine düşman
olduğunu mu zannediyor?
-Şöyle: Dünyada şiddete uğraması doğal ve normal kabul edilen
insanlar var. Bunların da Müslümanlar olduğuna dair, Müslümanların
kafasında bir algı var. Bu da kendi yapacakları şeyleri
haklılaştırıyor.
O dergi, her türlü dine karşı espri yapan bir dergi...
Müslümanlara olduğu kadar Hıristiyanlara da yapıyor. Onlar neden
daha komplekssiz...
-Bu biraz sekülerleşme dozuyla alakalı olabilir. Hıristiyan
toplumlarında eleştiri ve ifade özgürlüğü meselesi artık oturmuş
bir şey.
Siz kurallara uyan bir Müslümansınız... Bu baskına daha
fazla mı üzüldünüz? İnancınıza zarar verecek diye...
-Benim inancıma niye zarar versin, yapanların inancına zarar verir!
Bazıları, imaj meselesini düşünüyor. Ne imajı? Hiç umurumda değil.
Ben o kadar insan hayatını kaybetti diye üzülüyorum!
'Feminist hareketten yüzleşme ve özür
bekliyorum'
Bu ülkede yaşanan başörtüsü yasağı, neredeyse, üç nesli etkiledi.
Üç nesil kadının, iş hayatını, öğrenim hayatını, vatandaş olarak
haklarını kullanmasını engelledi. Feminist hareketin de buna hiçbir
şekilde etkili bir karşı çıkışı olmadı. Tek tüktür. Haklı olarak
şimdi de dindar kadınlar, "O günlerde bizim için hiçbir şey
yapmayan o kadınlara biz nasıl güveneceğiz?" diyorlar. O yüzden ben
feminist hareketten önce bir yüzleşme ve özür bekliyorum.
Başörtüsü takma yaşının gittikçe küçülmesine ne
diyorsunuz?
-Başörtüsü hâlâ kötü bir sembol olarak görüldüğü için çocuklarda
tahammül edilmiyor!
Evet, ben de edemiyorum! 9 yaşında bir kızım var.
Büyüdüğünde takıp takmaması onun tercihi ama 9 yaşındaki bir
çocuğun tercihi olamaz, olmamalı...
-Peki şu anda başının açık olması onun tercihi mi? Sizin başınız
açık diye, sizden öyle gördüğü için kızınızın da başı açık! Benim
de 9 yaşında bir kızım var, ben de başörtülü bir kadınım. O da bana
özeniyor.
Bu kadar erken yaşta kapanacak mı?
-Ben karışmıyorum. Birçok arkadaşım da kendisi kapalı olduğu halde
karışmadı. Hatta kızlarına "Kapanma!" diyenler oldu.
İyi de çok erken değil mi bu yaşlar? Anaokulundan,
ilkokuldan söz ediyoruz...
-Tamam, ben de erken olduğunu kabul ediyorum ama hiç
tartışmadığımız şöyle bir mesele de var: "Başörtüsü, sabıkalı bir
şey. Olumsuz bir şey. Küçük yaşta insanların kafasında olması da
olumsuz. Feci dert edilecek bir şey. Ama başı açık olmak, nötr,
mesajsız ve hiçbir sembol değeri olmayan bir şey..." Öyle mi
gerçekten?
Evet, çünkü doğalı o. Başörtüsüz olmak. Öyle doğuyoruz.
Diğerinde bir inanç var, öğreti var, bazen dayatma var. Yaşı
ilerlediği zaman kişi dileğini yapabilir ama bu kadar küçük yaştaki
çocukta tehlikeli görüyorum.
-Ben tehlikeli değil, lüzumsuz görüyorum! Bunu tecrübe ettim, 'İmam
Hatipler'de çalıştım. Oraya gelen 11 yaşındaki kız çocukları
başlarını örttüğünde, adeta kadınmış gibi muamele görüyorlardı. Ve
bu, onların çocukluklarını örseleyen bir şeye dönüşüyordu, bu
yüzden karşıyım. Ama bunun böyle tartışılmasına da karşıyım: "Başı
açık olmak doğal çünkü öyle doğuyorlar." Peki biz çocuklarımızı
doğdukları gibi mi bırakıyoruz? Onlara o kadar çok başka şey de
öğretiyor, yüklüyor ve şekillendiriyoruz ki...
Evet ama zaman içinde oluyor bu...
-Başörtüsüne gelince çok tehlikeliymiş gibi görünmesi, bizim
modernist Kemalist damarımızın ölmeyen kısmı! Ben de küçük bir
çocuğu başörtülü görmek lüzumsuz bir şey diye düşünüyorum ama benim
kızım bana benzemek için örtmek isteyebilir. N'apiyim? "Sakın ha,
olmaz mı!" diyeyim. "Örtmek mi istiyorsun, tamam bir dene, bak
bakalım nasıl olacakmış!" derim.
Peki karma eğitim meselesi...
-Karma eğitim taraftarıyım. Kızlarla erkeklerin ayrı yetişmesini
sakıncalı buluyorum. Bu şekilde yalıtılan insanlar, birbirlerine
nasıl davranacaklarını öğrenemiyorlar. Kızlarla erkekler bir arada
olduklarında, eşitlik fikrine daha alışkın yetişiyorlar. 'İmam
Hatip'te öğretmenlik yaparken de karma eğitim olsun diye müdürümüzü
sıkıştıran bir insandım. Dindar kesimin bu konuda hassasiyeti var
ama şunu hiç düşünmüyorlar: Acaba tek cinse dayalı eğitimin başka
mahzurları yok mu?Onların hiç düşünmedikleri, hiç konuşulmayan
başka mahzurları var çünkü. İleriki yaşlarda tek cinsli
sosyalleşmeler devam ediyor. Bunu teşvik etmemek lazım.
'Kadını anne olmaya teşvik edenler
ödesin'
Başbakan'ın birinci çocuk için 300, ikinci çocuk için 400,
üçüncü çocuk için 600 lira teşvikine ne diyorsunuz?
-Yetersiz buluyorum! 300 yeter mi? Üstelik sadece doğum esnasında
verilecek. Sürekli bir ödeme de değil. Ben çocuk başına annelere,
ayda 1500 lira gibi bir para verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Annelik bir kariyer olacaksa, ücretli bir kariyer olması ve bunu da
kadını anne olmaya teşvik edenlerin ödemesi gerekiyor.