Yapmacıklığın tavan yaptığı yapımlarla
dolu ekranlar. Sadece ekranlar değil elbette...
İnsanların, ilişkilerin, şehirlerin yapmacıklığı
yanında ekranlara taşınan aslında "olanın"
gerçekliğini temsilden öte gitmiyor.
Onun için belki de insanın "sahici"
gördüğü ne varsa tutkuyla sahiplenmesi.
Ve onun içindi Behzat Ç.
amirimin bu kadar sevilmesi.
Kaypaklıklar içinde bir "duruşu" olan
her şeye özlem duyuşlardı, yasaklamalara inat Behzat Ç.'ye sahip
çıkmak.
Sevmek ya da sevmemek değildi
mesele.
Ankara'nın kıyısından köşesinden
geçmiş, suyundan içmiş,
belki bir gece vakti Ankara'nın ayazını
yemiş, dostluklar edinmiş, kavgalara
karışmış,
saat 10 deyince bir şehrin nasıl uykuya
yattığına tanıklık etmiş,
soğuk ve ağır bürokratik havasının içinde
ille de sıcacık bir duygu yakalamış,
arkadaşlarına "lan oğlum, la bebe..."
diyerek cümlesine başlamış,
biraz uzunca kaldıysa bir arabanın içinden
son ses fırlayan " Angara'nın bağları" na ya da muadili bir oyun
havasına maruz kalmış,
gece hayatına rast geldiyse "pavyon
alemine" az çok bulaşmış,
Tunalı'da Sakarya'da bir iki tur atmış herkes için ayrı bir anlamı
vardı Behzat Ç.'nin.
Elbette daha ötesi de vardı...
Ülke gündemine paralel geçen konuları,
herkesin kenarda köşede tartıştığı olayları, polisiye kovalamacanın
yanında günlük hayatın akışını hiç teğet geçmedi Behzat
Ç.
Bu sahici duruş onu diziler arasında
fenomen yaptı ama seyir halinde olduğumuz bu otobüs "öz hakiki
muhalefeti" bir dizi üzerinden bile
kaldıramadı.
Durakta bekleyenleri oldukça Behzat Ç. yoluna
bir şekilde devam edecek belli. Kasım ayında gösterime girecek
"Ankara Yanıyor" sinema filmi bunun bir
göstergesi.
Peki adam akıllı "hooppp kaptan
nereye?" diyen herkesi otobüsten atarlarsa bu yol nereye varacak la
bebe?