(GÜNCEL1: Devlet Konservatuarları Sanatçı Öğretim
Elemanları, özlük hakları olan Haziran 2016 Teşvik ikramiyelerini
hala alamadılar.Listeler, yine YÖK Genel Kurulu’na takıldı.
Mağduriyet yaratan ilgili yönetmelik düzeltilsin diye yazılıyor,
çiziliyor, ama, kimsenin umurunda değil!.. () Bu gidişle yine
Aralık ayını bulacak gibi.. Çok basit olan çözüm önerileri neden
dikkate alınmıyor, sanatçı öğretim elemanları mağdur ediliyor,
anlayamıyoruz…7 imza ile, 6 ay geçiyor. Yazık..)
(GÜNCEL 2: Bütün gazeteler ve haber
siteleri aynı başlığı atmış: “Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan YÖK'e
kritik (kritik:endişe verici durum, tehlikeli durum, hassas,
duyarlı, zor bir durum.) atama.” Sanıyorsunuz ki; yeni bir isim,
önemli bir yeni kişi, çok konuşulan bir kişi v.b.
atanmış. Oysa aynı üye bir kez daha atanmış, demek ki çok
çalışmış ve üniversitelere yararı olmuş… “Cumhurbaşkanlığı Basın
Başdanışmanlığından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 12
Eylül'de görev süresi dolan Prof. Dr.Murat Tuncer'i YÖK üyeliğine
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 6'ncı maddesinin (b/1) bendi
uyarınca yeniden seçtiği bildirildi.” (A.A../29.10.2016) Bunun
neresi “kritik!”
SON
DAKİKA...
REKTÖRLÜK SEÇİMLERİ
KALDIRILDI…
“Üniversitelerle ilgilli keklenen
KHK yayınlandı ve daha önce belirttiğimiz gibi seçimler iptal
edildi. Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile devlet üniversitelerine
rektör atamalarına ilişkin yapılan yeni düzenlemeye göre rektör,
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından önerilecek, profesör olarak
en az 3 yıl görev yapmış 3 aday arasından Cumhurbaşkanınca
atanacak. Resmi Gazete'de yayımlanan 676 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname (KHK) ile 4 Kasım 1981 tarihli ve 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'nda yer alan ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu
üyelerine ilişkin, "Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Eğitim
Bakanlığınca seçilecek birer üyeden" ibaresi “Milli Savunma
Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığınca seçilecek birer üyeden"
şeklinde değiştirildi.Yükseköğretim Denetleme Kurulu üyelerine
ilişkin, "YÖK tarafından profesörler ve bakanlık merkez
teşkilatlarında en az 10 yıl müfettiş veya denetçi olarak
çalışanlar arasından önerilecek 15 üyeden seçilir." hükmü
getirildi. Üyelerin görev süresi üç yıl olacak. Görev süreleri
boyunca üyelerin kurumlarıyla ilişikleri kesilecek. KHK ile 2547
sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinin a fıkrasının birinci
paragrafında düzenlenen rektör atamasına ilişkin yeni düzenleme
yapıldı. Buna göre, devlet üniversitelerinde rektör, YÖK tarafından
önerilecek, profesör olarak en az 3 yıl görev yapmış 3 aday
arasından Cumhurbaşkanınca atanacak.
Bir aylık sürede önerilenlerden
birisinin atanmaması ve YÖK tarafından, iki hafta içinde yeni
adaylar gösterilmemesi halinde Cumhurbaşkanınca doğrudan atama
yapılacak.Rektörün görev süresi 4 yıl olacak. Süresi sona erenler
aynı yöntemle yeniden atanabilecekler. Ancak aynı devlet
üniversitesinde iki dönemden fazla rektörlük yapılamayacak. Rektör,
üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil
edecek.Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör, mütevelli
heyetinin YÖK'e teklifi ve YÖK'ün olumlu görüşü üzerine
Cumhurbaşkanı tarafından atanacak.Öte yandan, KHK ile 2547 sayılı
Kanun'a, "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, Yükseköğretim
Denetleme Kurulu üyesi olarak görev yapmakta olanlardan 3 yılını
tamamlayanların görevleri kendiliğinden sona erer." geçici maddesi
eklendi.”
“‘Allah De Ötesini
Bırak', “Bana Allah Yeter”, “Allah'a Koşun”, “Rabb'in İçin Sabret”
kitaplarıyla son yılların en popüler yazarlarından olan Uğur
Koşar'ın eşi Gülsen Koşar, yazarın kendisini aldattığı iddiasıyla
boşanma davası açtı.Hürriyet’ten Arda Akın’ın haberine
göre; Kocasını dedektif gibi takip edip aşk
yaşadığını ileri sürdüğü avukat ile plajda resimlerini çeken Gülsen
Koşar, dava dilekçesinde, “Kocam ilkokul mezunu bilgisayar
tamircisiydi. İşten atıldıktan sonra yıllarca çalışmadı. Evi ben
geçindirdim. İnternetten yaptığı araştırmalarla kitap yazdı. Kitap
tutunca kadınlarla defalarca aldatma süreci başladı” dedi.”Arda
Akın/İstanbul)
1 Mart 2015 tarihli yazımızda () adı geçen
yazara ve “Allah De Ötesini Bırak” denilen toplama/derleme kitaba
ilişkin araştırmama/görüşlerime yer vermiştim.
Bazı olaylar olmasa gerçekler açığa çıkmıyor,
ama, zaman her şeyin ilacı…
İşte, Coşar’ın eşi gerçekleri ortaya
koymuş.
Lütfen mahkemeye verdiği yazıyı
okuyun.
Üzüldüğüm;
Dini bütün, saf insanların hep kandırılarak,
böyle kitapları almaları ve yazanları meşhur edip, köşeyi
dönmelerini sağlamaları.
Bu böyle mi devan edecek?!..
Dinimizde en doğru/kutsal kitap Kur’an-ı Kerim
değil mi?
Okuma yazma biliyorsan, Türkçe
mealini/tercümesini al oku, başkalarını zengin etme..
O zaman, hocalara da gerek yok…
Cemaatlere de gerek yok…
Dini bütün insanları, daha kaç kişi/cemaat,
söğüşlemeye/kandırmaya devam edecek?
Neden bu toplum; zaman zaman hoca adı altında
kişilerin yetişmesine/palazlanmasına imkan tanıyor?
Dini bütün insanları uyandırmak kimin
görevi?
Diyanet, yeterli olmuyor mu?
Diyanet, cemaatlerden korkuyor mu?
Diyanet, cemaatlerle kötü olmak istemiyor
mu?
Cemaatler milyonlarla oynarken, Diyanet; Cuma
günleri verilen 3-5 Tl ile bağış topladığını mı
zannediyor?
İnsanlar neden Diyanet’e
güvenmiyor/inanmıyor?
Diyanet’in, sırtını devlete, cemaatlerin
topluma dayaması kimin suçu?
Diyanet, son yaptığı şurada alınan kararları
neden hayata geçiremiyor?
Diyanet, cemaat liderlerini toplamaya
karar vermişti, ne oldu?
Camilere bağlı Gençlik kolları kurmak
kimin aklı?
Niye sorduğumuzu anlamışsınızdır;
Bir Cuma hutbesinde duyamadık!...
Bu kararları biz mi hayata
geçireceğiz?
Oturup toplumu iyi irdelemek, onlardaki
değişimi tespit etmek gerekli…
Ama, sürekli halk arasında olan din adamları;
kör, sağır, dilsiz!...
Ve; darbe girişiminden bile
habersizlermiş!
Anlamak mümkün değil…
Son SÖZ: Bir kere yanlış trene bindiyseniz,
koridoru kullanarak ters tarafa doğru yürümeyin...Hiçbir faydası
yoktur... (Nietzche)
İLGİNÇ BİR
TEKLİF!..
“Sivil Dayanışma Platformu (SDP)
Kayseri Temsilciliği tarafından Erciyes Üniversitesinin (ERÜ) ev
sahipliğinde Sabancı Kültür Merkezi'nde düzenlenen "15 Temmuz Darbe
Girişimi ve Yeni Türkiye'nin İnşası" paneline katılan AK Parti MKYK
Üyesi ve Sivil Dayanışma Platformu Başkanı Ayhan Ogan da salondaki
öğrencilere 15 Temmuz gecesi kimlerin sokakta olduğunu sordu.
Öğrencilerin sokakta olduklarını belirtmeleri üzerine Ogan, şöyle
demiş; "Bana göre 15 Temmuz'da sokağa çıkanlar gazidir. Sayın
rektörümüzden 15 Temmuz'da sokağa inen öğrencilerimize fazladan 10
puan vermelerini talep ediyorum." (Basından/28.10.2016)
HAFTANIN YAZISI…
“….AK Parti ya da MHP, CHP, bugünkü
şartlarda, iç politik dengeler ve parlamento ya da belediye meclisi
aritmetiği açısından siyasi arenada kapsamlı bir temizlik
hareketine girişmesi mümkün değil. Kritik dengelerde duran
parlamento ya da belediye meclisi aritmetiği bir anda altüst
olabilir. Arınma ancak bir seçimle mümkün. Bu adamlara siz “git”
diyemezsiniz. Bunun makul, anlaşılır bir sebebi var.. Siz
göndermeden onlar da gidemez. Giderlerse hain durumuna düşerler.
Onun için şimdilik” kol kırılacak yen içinde kalacak”. Partilerin
yöneticileri ağızları kan çanağına dönse de “kızılcık şerbeti
içtim” diyecek ve bu işi geçiştirecek. Aynı durum HDP’li
milletvekilleri ile ilgili. Dokunulmazlıkları kalktı. Adamları
tutuklayın. Ama tutuklayamazsınız. Suçlu olmadıkları için değil,
tutuklarsanız ve toplamda 20 milletvekilinin milletvekilliği
düşerse Türkiye, aralarında İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük
şehitlerinde olduğu, çoğu Doğu ve Güneydoğuda olan, Türkiye’deki
seçmen sayısının yarısı kadar bir seçmen kitlesinin sandığa
gideceği bir ara seçim kaçınılmaz olur. Bu durum netleşince 3-4 ay
içinde Türkiye seçime gitmek zorunda kalır.. “Bizde paralel
kalmadı” ya da “hâlâ bir kısmı
yerinde duruyor, onlara niçin
dokunulmuyor” şeklindeki tartışmalar
maslahata hizmet etmeyecektir….” (Abdurahman Dilipak/Yeni
Akit)
“U MUTLU SON” ve
M.ERDOĞAN…
“....Filminizin deyişlerinden biri ‘U
Mutlu Son’. Bu deyişle ne anlatmak istediniz?
Çünkü mutlu son yapmak demek
insanlığa şunu söylemek demektir; “Dünya bir cennettir. Her şey
şahanedir.” Bunun tersini yaparsan da “Dünya bir cehennemdir, her
şey berbattır” dersin. Ben de bir ironi anlatıcısı olarak “Dünya ne
cennettir ne cehennemdir. İkisinin ortasıdır. Hayatın bir anı
cehennemdir ama hemen cennete dönüşür. Gider, gelir” diyorum.
Dolayısıyla Allah’tan umut kesilmez. Mutlu son yapamıyorum ama
umutlu son yapabiliyorum. İzleyiciye bir umut, müjde vermeyeceksek
niye hikâye anlatıyoruz ki? Bana bir şey anlatıyorsun, öykünün
tamamı berbat, rezil, acı ve hiçbir çıkışı yok. Niye anlattın ki
bunu bana? Şunu mu demek istiyorsun? “Hep beraber gidip intihar
edelim.” Ya da birisi geliyor sanki hayatta korkunç anlar yokmuş
gibi, her gün savaşmak için yeni bir hacet, ayrışmak için yeni bir
sebep bulunmuyormuş gibi “Sonunda kavuştular, mutlu oldular, aslan
gibi de yürüdüler” diyebilir miyim? Bu sahtekârlık olur. Bu
ikisinin tam ortası hayata denk geliyor. ‘U Mutlu Son’ da bunu
ifade ediyor.
10 yıl sonra neler olabileceğini
düşünüyorsunuz?
Ben ironik olduğum için bir yanım çok
iyimserdir diğeri de çok gerçekçidir. Varoluşta iki düzlem var.
Gerçek düzlemi, yani bu içinde olduğumuz. Diğeri ise hakikat
düzlemi. Gerçek düzlemde işler hiç yolunda gitmiyor. Ama hakikatte
her şey yolunda.
Gerçek düzlemde yaşamak zorunda kalıp
hakikat düzlemini mi hayal ediyoruz?
Bence hakikat makamına ne kadar
geçersen gerçeğin yükü de o kadar hafifliyor. Bu gördüğümüz ve
boğulmakta olduğumuz bu yaşamın ötesi var. Onun ötesi aralandıkça
gerçeği de daha az ciddiye almaya başlarız. Güncel bir şey ve
güncelin mahkûmu olmak bir esirliktir. Bizim bunun ötesine geçmemiz
insanı çok rahatlatan bir şey. ‘Gerçeği boş verelim’ demiyorum.
Gerçeği de hakikati de iyi yönetmek gerek. Olduğun gibi görünmek
yetmez. Göründüğün gibi de olmak meselesi bu ikisinin
karşılığıdır.
Hakikat makamına nasıl
geçeriz?
Soru soran bir zihniyetin olması
gerekir. ‘Bunun ötesinde ne var, ne oluyor?’ sorusunu sormak gerek.
Bu soruların da herkese göre bir cevabı var. Böyle soruları
sormamak kişiyi mutsuz yapar. Ne anlatmak istediğimi sanıyorum 20
Kasım’daki tek kişilik gösterim ‘Münakaşa’da anlatacağım.
Röportajda anlatmak gerçekten çok zor….” (Mehmet Çalışkan/Habertürk
Magazin)