Ali Müfit Gürtuna Erdoğan'a fena saydırdı!
Abone olİstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Ali Müfit Gürtuna Yurt Gazetesi'nden Derya Demir'e çok çarpıcı açıklamalar yaptı.
“İstanbul bir faciaya sürükleniyor. Buna rağmen İstanbul'un
kuzeyine iki şehir yapacağız diyorlar. Bu cinayettir. Olacak şey
değil. İş imkanları kaybolacak. İstanbul Sosyal dokusu çökmüş, 30
milyon insanın yaşadığı bir yere dönüşecek.”
“Ekonomi katma değer üretmiyor, verimlilik üretmiyor. Hala 300 yıl
önceki ekonomik mantalite uygulanıyor. Eğitim hala şekiller
üzerinde. Eğitim sistemi yönetici insan tipi yönetmiyor. Bu sürecin
içinde dünyayla nasıl yarışırız. Biz üçüncü dünya ülkesiyiz. Kendi
kendimize kahramanlık icat etmekle kahraman olunmaz.”
Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı yaptığı dönemde en yakınındaki adamdı. Hatta sağ
koluydu.
Hem Erdoğan'ın yardımcısı, hem de aile dostuydu. Ne olduysa Erdoğan
hapse girdikten sonra oldu. O dönemde Erdoğan'ın yerine koltuğa
oturan Ali Müfit Gürtuna, önce Büyükşehir Belediye Başkanlığı
koltuğundan, ardından Erdoğan'ın hayatından çekildi. Bir süre sonra
Turkuaz Hareketi'ni kurduğunu ilan etti ancak o hareket de kısa
sürede bozguna uğradı.
Yıllardır adeta kayıplara karışan Ali Müfit Gürtuna ilk kez bir
gazeteye konuştu. Yurt Gazetesi'nden Derya Demir'e
konuşan Gürtuna, Başbakan Erdoğan ve AK Parti'yi adeta yerden yere
vurdu. Bakın Derya Demir'in sorularına Ali Müfit Gürtuna
nasıl cevaplar vermiş:
Siyasi kimliğinizden önce gazetecilik geçmişinizi öğrenmek
istiyorum. Gazetecilik yaptınız. Zor mu geldi neden
bıraktınız?
Ankara'da çalışmıştım. Anadolu Ajansı kaşeli muhabirler vardır ya onların yanında Ankara'da gazetede çalıştım. Birkaç gazetede çalıştıktan sonra TRT'ye geçtim. Yayın kadrosu olarak ilk memuriyetim kameremanlık oldu. Kameremanlık yapmadım ama yayın faaliyetleri içinde oldum. Mahalli gazeteler çıkarma faaliyetim de oldu. Gazetecilik tadı damağımda olan bir işti. Belediye Başkanlığı'ndan sonra da basın ve yayınla ilgili bir konuda uğraşmak istedim ama istediğimiz ortam olmadı. Ruhen hiç kopmuş değilim. Hala kendimi bir gazeteci, televizyoncu gibi hissediyorum.
Şu dönemde gazetecilik yapar mıydınız?
Gazetecilerin işleri çok zor. Her şey zorlaştı. Söz söylemek,
yazmak zorlaştı. Uluslararası sisyasetin Türkiye üzerinde etkili
olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu da iç dinamiklere yansıyor.
Dolayısıyla çok rahatlıkla konuşma imkanı ortadan kalktı. Ortam çok
gergin. Türkiye'deki karşılıklı iletişimin üslubu çok bozuldu.
İçeriksizleşti herşey. Her alanda toplum daha ciddi daha önemli
konuları talep etmelidir.
Hükümeti eleştiriyor musunuz?
Barışçı bir politika izlemediğini düşünüyorum. Daha kapsayıcı
bir iç politika izlerse Türkiye bu gerilimli ortamdan çıkar.
Ekonomik anlamda Türkiye'nin zenginleşmesi için politikalar
üretmeli. Daha devrimci bir yaklaşımla Türkiye'nin çağla
yarışabilmesi için bilgi ile yönetilen bir ülke haline getirilmesi
gerekiyordu ama bunun sağlanamadığını görüyoruz.
İSTANBUL BİR FELAKETE
SÜRÜKLENİYOR
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptınız. Öncesinde de yine
Belediye meclis üyeliği de yaptınız. İstanbul'un yönetiminde uzun
bir süre yer aldınız. İstanbul'un bugününü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Zıt yöne doğru gidiyor. Bizim bıraktığımız İstanbul'un üç temel
siyaseti vardı. Birincisi İstanbul'da nüfus artışı olmayacak. On
milyon sınırını geçmeyecek ve zamanla 8 milyona düşürülecekti.
Nitelik olarak artış olmalıydı. İstanbul nitelikli insanlar
topluluğu olmalıydı. Şehirler insan deposu değildir. Bir sürü
insanın itiş kakış yaşadığı alanlara şehir denmez. İnsan deposu
diyorum. Şehirler uygarlık, bilim, kültür, sanat, güven,
arkadaşlık, hemşehri olma bilinci üreten alanlardır. İkincisi
İstanbul'da barışın ve İstanbul bütünlüğünün tesisini önemsedik.
Gettoların ortadan kalkması, farklı din, farklı meşreplerin asla
ayrıma tabi olmaması, bir şehir bütünlüğü içinde bunların ele
alınmasını önemsiyorduk. Üçüncüsü şehirde kültürel değerlerin
üretildiği bir mekanizmanın oluşmasını çok önemsiyorduk.
İstanbul'un sanayi kenti olmaktan çıkarılıp, hizmet, eğitim,
bilim-sanat, AR-GE sektörünün öne çıktığı bir şehir olması temel
yaklaşımlarımız arasındaydı. Ama bugüne bakarsak her yerde
yapılaşma dikkatimizi çekiyor. Biz buna izin vermedik. İstanbul'un
nüfusu 30 milyon olacak. Baraj alanları, orman alanları her taraf
yağmalanıyor. Rant yüzünden oluyor bunlar. Nüfus aritmetik artar,
problemlerde geometrik artar. Örneğin İstanbul'un nüfusu 10'dan 20
milyona çıktığında nüfus iki katı artmış oluyor ama problemler yüz
kat artar. Bunu çözmek için harcayacağımız para bin katına çıkar.
Bizim söylediğimiz program uygulansaydı, yani İstanbul'un nüfusu 8
ila 10 milyon arasında tutulabilseydi elde edilen bütçe, eldde
edilen kaynaklar gereksiz yere harcanmayacaktı. Nüfus artışının
getirdiği bir bedel var.
Eskilerin anlattığı İstanbul artık çok uzaklarda değil mi?
İstanbul dendiği zaman nitelikli insanlar topluluğu olmalı.
Eskiden İstanbullu denilince üç vasıf akla gelirdi. Birincisi aklı
selim sahibi olmak. İyi düşünen, iyilik yaymaya çalışan bir insan
tipi. İkincisi hissi selim sahibi. Güzel duyguları olan,
misafirini, insanının seven bir insan tipi. Üçüncüsü zevk-i selim
sahibi olmak. Sanata düşkün olmak demekti. Bu iklimden İstanbul
beyefendisi ve İstanbul hanımefendisi çıkıyor. Popüler kültür
herşeyi yakıp yıkıyor. En üzüldüğüm şeylerden biri bu. Kalabalığın,
hak yemenin, zulmün reva görüldüğü bir yapı oluşuyor. Dürüst
olmanın bazı yerlerde aptallık olarak nitelendirildiğini görüyoruz.
İstanbul esnafı tartıyı tartarken ne olur ne olmaz hak geçmesin
diye bir fazla koyardı. Eskiden mahalle kavramı vardı. Mahallede
zengini ve fakiri yanyanaydı. İnsanlar aynı sokakta komşuydu.
Herkes birbirine saygı duyardı. Bir evde et pişirilirken kokusu
komşulara gitmesin herkes et yiyemiyor diye özenle pişirilirdi.
Şimdi gösterişten geçilmiyor.
Boğaziçi ve tarihi yarımada İstanbul'u eşsiz yapan en önemli unsurlar. Ama yapılaşma o kadar çok arttı ki bu silüet bozulacak korkusu yaşıyor İstanbullular. Sizin öngörünüz nedir?
Tarihi Yarımada, Boğaz çevresinin bütün fotoğraflarını çektik.
Sabitledik. İstanbul'un silüeti denizden ve boğazdan bakıldığında
değişmemeliydi. Bu temel kuraldı. Üçüncü köprü deniliyor. Biz
kızdığımızda hizmete karşımısınız diye tepki gösteriyorlar.
İstanbul'un üçüncü köprüye ihtiyacı olmamalı. Problemleri çözüyoruz
diye ortada geziyorlar. Kınıyorum bunu. Yangın çıkmadan önce
önlemler alınmalı. Bina yanıp bitiyor kül oluyor sonra da söndürdük
yangını diye övünüyorlar.
Gecekondulardan şikayet ediliyordu bir zamanlar. Şimdi de dev gibi konutlar, gökdelenler revaçta. İstanbul için tehlike çanlarının çaldığını herkes biliyor artık ama dur durak bilen yok. Neden. Yöneticilerin bildiği başka bir şey mi var?
Silivri'den Tuzla'ya kadar adım atacak yer kalmadı. Bunun sonu yok. Boğaz Köprüsü girişi zaten tıkanıyor. Yağmur da yağsa bir uçtan bir uca 6 saatte geçiliyor. Şimdi böyle kritik bir yere, karayolları arazisine bir milyon mertekareye yakın inşaat yapılıyor. Tam da köprünün tepesine. Onun karşısında da bitmemiş yapılar var. Mecdiyeköy'de Ali Samiyen Stadyumu yıkıldı yerine dev bir yapı dikilecek. Likör fabrikası oradan kaldırıldı, ağaçlar, yeşillik alanlar vardı. Anlamıyorum niye rahatsız ediyor yeşil alanlar bunları. Her tarafa bina yapıyorlar. Kuştepe'de çocukların oynadığı bir yer vardı. Büyük bir tower yerine dikildi. Bunlar İstanbul'un kalbine saplanmış hançerlerdir. Hem bunları alkışlayacaksınız hem de ulaşım problemi çıktı diye milyonlaca doları harcayacaksınız. Bu paralar İstanbul halkından çıkacak O rantı yiyenler vermeyecek. Kimse unutmasın bunu.
Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra Belediye Başkanı oldunuz. O dönem Erdoğan'la aranızda bir mesafe var mıydı. Hep öyle söylenir.
Bireysel bir sorun yoktu.
Sizi neden Belediye Başkanı adayı olarak göstermedi?
Temel yaklaşımlarımızda bir farklılık vardı. Çünkü ben
İstanbul'u gözüm gibi korudum. Her tarafını hançerleyip, seviyoruz
diyemezsiniz. Türkiye'nin üçte ikisi depreme koşuyor. Elli milyon
insan deprem tehdidi altında. Ne yapılıyor deprem için. O gün
gelecek takdir-i ilahi diyecekler. Tabiki takdir-i ilahi ama
Allah'ta diyor ki, “Ey akıl sahibi aklınızı kullanmaz mısınız?”
Aklını kullanan insandır.
ABDULLAH GÜL'LE ARAM ÇOK İYİ
AMA...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile dostluğunuz devam ediyor mu?
Abdullah Bey'le de eskiye dayalı yakın bir dostluğumuz var. Bazı
toplantılarda biraraya geliyoruz. Özel bir görüşmemiz olmadı. Ben
muhalefet olsun diye ya da bir parti adına konuşmuyorum. Ama bir
şey değişmiyor. Negatiflik yerleşiyor buna üzülüyorum. Halbuki
dediğimizi yapsalar bu kendilerinin de lehinedir. O zaman
destekleriz.
Siz de milli görüş gömleğini giydiniz. Nerede ayrıştınız?
Ben daha önce Anavatan Partisi'nde siyaset yaptım uzun yıllar. Turgut Özal'ın ardından farklı bir yapılanmaya girilmesi sonucu oradan koptum. Milli siyaset anlamında belki o günün şartlarında olabilecek yerel yönetimler açısından tecrübemiz dolayısıyla yardımcı olmamız istendiği için Refah Partisi'ne girdim. Refah kapandı ardından Fazilet derken böyle bir süreç oluştu. Refah Partisi birçok açığı, gediği vardır ama milli siyaset iddiasında olan bir partiydi. Kapatıldı. Fazilet Partisi de kapatıldı. O camianın içindeki insnlar siyasetin dışına atıldı. O insanlar belli bir alana yönlendirildi. Ondan sonraki yapıların ne kadar milli olduğu tartışılır. Zaten eski gömleği çıkarıp, yeni gömleği giydiklerini söylüyorlar. Dolayısıyla milli görüş geleneği devam etmiyor. Bir takım endişelerim vardı. Görmek istedim nasıl gelişecek doğrusu. Bağımsız, barışçı ve bilgiye dayalı bir siyaset benim için ana eksendir. Bu temel eksen üzerinde olmadığı zaman ayrım siyaseti izlenir. Ayrım siyaseti yapıldığında insanlar ekonomiye, gelişime bakmıyor. Benden mi değil mi algısı yaratılıyor. Particilik açısından bir başarı getirir ama ülke açısından kalıcı hasarlar yaratır.
Siz solcu mu oldunuz?
Ben özgürlükçü, barışçı, yenilikçi hatta devrimci denilebilecek
bir yaklaşımı benimsiyorum. Türkiye'de kavramlar karmakarışık.
Sol-sağ ayrımı 60'lı yıllarda ortaya çıktı. Rahmetli İnönü ortanın
solundayız dedi. CHP sola, Adalet Partisi sağa düştü. Merhum İnönü
ortanın sağındayız deseydi tam tersi olacaktı. Türkiye'de sol-sağ
ayrımının bir geçmişi yok. Batı'da bunun tarihsel bir süreci,
geçmişi var. İşçi sınıfı var. Sanayi Devrimi'nin getirdiği
oluşumlar var. Aristokratik yapının oluştuğu alanlar var. Bizim
tarihimizde böyle ayrımlar yok. Devrimcilik ifadem ideolojik
olmaktan çok bilimsel bir yaklaşımdır.
Uluslararası alanda etkin bir dış politikamız olduğu havası hakim. Bir imaj çalışması uygulanıyor. Gerçeği yansıtan mı yoksa içi boş bir imaj mı bu?
Dediğiniz gibi bu bir imaj çalışmasıdır. Türkiye'nin gücü yok ki. Ekonomisi bitik. Ekonomi iyi demekle olmuyor. Vergiler düşerse ekonomi iyiye gidiyordur. Bütçede açık yoksa iyidir. Dış ticaretimiz fazla veriyorsa biz dünyayla yarışıyoruz demektir. Bunların hiçbiri yok. Bir devrime ihtiyaç var yoksa Türkiye yok olup gidecek.Türkiye üzerinden yapılan işlem daha vahim. Ekonomi dışa bağımlı hale getiriliyor. Bu sayede bağımsızlık ortadan kalksın istiyorlar. Dışarıdan gelen paraya muhtacız. Otomotiv sektörüne girmeyi tartışıyoruz. Yerli otomobil üretelim diyorlar. Bu ne gerilik. Yerli otomobil üretseniz satış fiyatı kilogram başına beş dolardır. Beş dolara bile satamazsınız dışarıya. Gerilik diyorum buna. Türkiye hala bunlarla oyalanıyor.
Batı'yı örnek alıyoruz. Batı hep ileride. Peki İslam ülkelerinin geri olmasını neye bağlıyorsunuz?
Devrim derken ideolojik anlamıyla kastetmiyorum. Bilgi devrimini, bilimi kasetediyorum. Bizim dinimiz de bunu emrediyor. Sanki din ile bilim karşıymış gibi yansıtılıyor. İslam'da ilk vahiy “oku” diye başlıyor. “Oku” diye başlayan bir dinin mensupları nasıl geri olabilir. 57 İslam ülkesi var. Bir buçuk, iki milyara yakın nüfus var. Ne üretiyorlar, bir Almanya kadar üretemiyorlar. İyi yönetilmiyorlar. Dinamik, kendi içlerinde yönetilebilecek yapıları yok. Hep bugünü kurtarmak üzere yaşıyorlar. Japonya'nın Türkiye'nin yarısı kadar toprakları yok ama yılda Türkiye'nin on katı üretiyor. Bir de Japonya krizde diyoruz. Biz Almanların otomillerini alıyoruz. Almanlar krizde ama biz krizde değiliz. (Gülüyor) Böyle bir şey yok.
Biz krizde miyiz şu anda?
Türkiye çifte kriz yaşıyor. Ama sıcak para ve borçlanmayla
Türkiye bunu örtüyor. Yara içeride büyüyor. Japonya'da on yıllık
faiz yüzde sıfır noktadır. Yani sıfır gibi. Türkiye'de yıllık fazi
yüzde on. Buna kim dayanır. Birileri Türkiye'nin bütün kanını
emiyor.
Turkuaz Hareketi partileşecek mi?
Hayır. Bir parti çalışması içinde değiliz. Fikir çalışmamız var.
Güncel konuları takip ediyoruz. Türkiye üzerine fikirler, sistemler
üretiyoruz ve bunları güncelliyoruz.
“AKP, AÇIĞIM OLSAYDI BENİ İDAM EDERDİ
”Sizin de Belediye Başkanlığı dönemine ilişkin yolsuzluk iddialarına adınız karıştı. Yargılandınız. Sizin adınız neden geçti?
Benim başkanlığım döneminde birçok teftişler geçirdim. Teröre benzetmiştim bu sıkı denetimleri. O kadar yoğun bir teftiş hali vardı ki bundan önceki hükümet döneminde. Bu Erdoğan'a yönelikti. Parti kurma aşamasında olduğu için. Bizim üstümüzde bir baskı vardı. Varsa birşey bulun ama işbirliği beklemeyin demiştim. Sayın Erdoğan'ın kurban verilmesini bizden istemişlerdi. Sonra teftişlerin yönünü değiştirdiler. Bize okları yönelttiler. Bir sürü aslı astarı olmadık konuları intikal ettirdiler adliyeye. Beraat ettim. Şu anki hükümette aleyhimizde birçok şeyi araştırdı. Sadece önceki hükümet değil şimdi ki hükümette beni araştırdı. Bakanlık ve Belediye müfettişlerini seferber ettiler. Önceki hükümetten daha az değildi bunların bana karşı yaptıkları araştırmalar.
Sizle alıp veremedikleri ne?
Muhalif açıklamalar yapınca, tenkit edince açığımı yakalamaya çalıştılar. Toplu iğne ucu kadar bir açığım olsaydı idam cezasını geri getirir beni idam ederlerdi.