Akif Beki'nin 'cemaat' yazısı dillerde
Abone olMedyada, Akif Beki'nin 'her taşın altında cemaat aramıyorum ama cemaatte her taşın altına girmesin' dediği yazı konuşuluyor.
GAZETECİLER.COM - Akif
Beki, "her taşın altında cemaat aramıyorum ama cemaatte her taşın
altına girmesin" şeklinde özetlenecek yazısıyla medyada günün
konusu oldu.
Akif Beki'nin satırları "cemaatçilere" yönelik değil, "kendini
cemaatçi olarak gösteren" kişilere yönelik. Bu ayrımın altını
çizdikten sonra demiş ki;
" Cemaatin esas
duruşunun devletin birliği için ikilik çıkarmamaktan yana
olduğu görüşündeyim hâlâ. Fakat bazı mensuplarında zahiri
tezatlar gözlüyorum. Savcıyla bu gereksiz
dayanışma, polise bu lüzumsuz sahiplenme,
bu hassasiyet, bu duyarlılık, bu aşırı alınganlık hali
cemaatin temel tezleriyle çelişip çatışıyor.
Şahsen her taşın altında cemaat aramıyorum. "Ama sureta
ilişkili mecralar da her taşın altına girmesin"
diyorum.
HAYIR CEMAATİ SUÇLAMIYORUM
Yazısına bu başlığı atan Akif Beki, "cemaat-MİT"
olayına ilişkin görüşlerini bir kez daha "net"leştirmiş. Altını
çizdiği satırları "cemaatteki bazı mühim kalemlerle aynı
şeyi söylüyorum" diyerek özetlemiş.
Yazısından önemli bölümler şöyle;
Yanılıyorsunuz, cemaate falan kabahat bulmuyorum. Görünüşte
cemaatçi bazı gayretkeşleri eleştiriyorum sadece. (...)
"Hayır, sokağa kadar inen yaygın inanışın zıddına, cemaat
rivayetleri doğru değildir. Polis kadar, yargı kadar
cemaate de bühtandır bu" diyorum. "Hayır, polis
devletin polisi, sava devletin savcısıdır. Cemaatin polisi,
savcısı olmaz" diyorum. "Sakın töhmet
altında bırakmayalım, suizandan sakınalım" diyorum.
"Aman, süper yargı tartışmasını cemaat üzerinden
yürütmeyelim" diyorum.
Spekülatif yorumlardan değil eldeki somut verilerden, nesnel
olgulardan hareket etmeye çağırıyorum. Orada kalmayıp, olan biteni
içimizi karıştırmak isteyen gizli ellere, dış
mihraklara, yabancı istihbarat servislerine yıkıyorum.
Cemaati suçlamıyorum. Cemaat ithamlarına karşı
polisi korumaya ihtimam gösteriyorum, yargıya itina ile yaklaşıp
titizleniyorum.
MOSSAD'DIR... MOSSAD...
"Zaman yazarı gibi, "MOSSAD'dır MOSSAD" diyorum. Çünkü sonuç bir
tek İsrail'e yarıyor. Hüseyin Gülerce'ye katılıyorum;
"Yabancı istihbarat teşkilatlarının nam-ı hesabına
çalışan ajanlar içimize sızmış, kurumlara nüfuz
etmiştir" diyorum. Gülerce'ye katılıyorum;
"Süper savcıyı bu ajanlar yanıltmıştır, dosyayı
manipüle etmişlerdir" diyorum.
Cemaate yakın bazı mühim kalemlerle aşağı yukarı
aynı şeyleri söylüyorum.
Bütün bu söylediklerime de inanmak istiyorum. Ama yine de sanki
bunları söyleyen ben değilmişim gibi aymıyor bazı
gayretkeşler. Polis-yargı-cemaat kumpası iddialarını
yalanlamak yerine beni yalancı çıkarmaya
uğraşıyorlar.
BENİ ÇÜRÜTMEK İÇİN YARIŞIYORLAR
"Cemaatle ilgili bazı çarpık kanaatler kanıksanmış, bazı sakıncalı
algılar yerleşip oturmuş" diyorum. "Cemaatin siyaset yaptığı;
polise, yargıya hâkim olduğu fikrini bari siz benimsemeyin"
diyorum. Ben bunları söyledikçe, irtibatlı mecralar beni
çürütmek için birbiriyle yarışıyor. Beni ikna etmesi
gerekenler herkesten evvel itiraz ediyor. Haklı çıkarmak yerine
haksız çıkarma mücadelesine giriyorlar.
(...) POLİSİ-YARGIYI SAVUNMAK İÇİN
ÇIRPINIYOR
Bu elim hadiseyi ben ne kadar cemaate mal etmekten
kaçınırsam kaçınayım, onlar savcının, polisin
tartışmalı icraatını savunmak için çırpınıyorlar. Hiç
olmazsa büyük üstat Said Nursi'nin kainatta dirlik, düzenlik varsa
neden ikilik olamayacağına dair metaforunu akla getirsinler.
Nasıl ki bir köyde iki muhtar olmaz; olursa kaos olur, kargaşa
olur, anarşi olur. Aynen öyle, bir ülkede de iki devlet
olmaz.
CEMAATTE HER TAŞIN ALTINA GİRMESİN!
Cemaatin esas duruşunun devletin birliği için
ikilik çıkarmamaktan yana olduğu görüşündeyim hâlâ. Fakat bazı
mensuplarında zahiri tezatlar gözlüyorum.
Savcıyla bu gereksiz dayanışma, polise bu
lüzumsuz sahiplenme, bu hassasiyet, bu duyarlılık,
bu aşırı alınganlık hali cemaatin temel tezleriyle
çelişip çatışıyor. Şahsen her taşın altında cemaat
aramıyorum. "Ama sureta ilişkili mecralar da her taşın altına
girmesin" diyorum.
Yanlış mı söylüyorum?
Yazının tamamı için
CEMAAT BİZE "CEMAAT" DEMEYİN "CAMİA" DEYİN
DEDİ...
İLK "CAMİA" SÖZÜNÜ BENİMSEYEN İLGİNÇTİR BAKIN KİM
OLDU?
DİĞER SAYFADA...
[PAGE]AK PARTİ'YE AKP, CEMAATE "CAMİA"
Başbakan Erdoğan partisine AKP denilmesinden rahatsızdı.
Bu rahatsızlığını da açık bir şekilde dillendirmiş ve şöyle demişti;
-"Bizim partimizin kısaltılmış adı AK Parti’dir, AKP değil. AKP diyenler, ne yazık ki demokratik noktadaki etik kurallara uymadan, siyasi etiği hiçe sayarak, bunu edep dışı söylemektedirler, bu kadar açık ve ağır söylüyorum".
O konuşmadan sonra bir çok köşe yazarı AKP yerine AK Parti diye yazmaya başladı. Ancak Ahmet Altan yolundan dönmedi ve AKP demeyi sürdürdü. Hala da öyle...
CEMAAT DEĞİL CAMİA
Başbakan Erdoğan gibi "Cemaat"te isminden rahatsız. Dün bunu Zaman'ın tepe ismi Ekrem Dumanlı dillendirdi. Dumanlı, "bize Cemaat değil, CAMİA deyin" şeklinde özetlenecek bir çıkış yaptı. Habertürk ekranlarına çıkan ve Fethullah Gülen'e yakınlığı ile tanınan Cemal Uşşak da "CAMİA" için başlatılan kampanyaya dahil oldu. Uşşak da "Gülen hareketinin Cemaat denilemeyecek kadar büyüdüğünü ve camia sözünün uygun düştüğünü" söyledi.
İLK KİŞİ AHMET ALTAN OLDU
Arka arkaya gelen bu açıklamaların ardından ilginçtir ki Cemaate "Cemaat" demekten vazgeçen ve "camia" sözünü kullanan kişi Ahmet Altan oldu.
Bugünkü yazısında "Şimdi ortada Cemaat, ya da Ekrem Dumanlı’nın tedavüle soktuğu yeni tanımlamasıyla, Camia ile hükümet arasında sıkı bir kavga olduğu görülüyor" diyerek "Cemaatin" yeni tanımlamasını benimsediğini gösterdi.
Şimdi medya camiasında Ahmet Altan'ın "AKP inadına" karşılık, "camia" sözüne hızlı geçişi dillerde. Belki Altan, AK Parti'ye neden AKP demeye devam ettiğini, Cemaate ise neden CAMİA demeye karar verdiğini bir yazıyla açıklar...
FETİH 1453 FİLMİ KOPYA MI? HANGİ ÜNLÜ FİLMLERDEN
AŞIRMA
SAHNELER VAR... YILMAZ ÖZDİL FİLMİ YERİN DİBİNE
SOKTU
DİĞER SAYFADA
[PAGE]1453 FİLMİNDEKİ SAHNELER AŞIRMA
MI?
GAZETECİLER.COM
- Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, Fetih
1453'ün 'esinlendiği' filmleri sıraladığı
yazısında çok ama çok sert bir eleştiri kaleme aldı.
"Bence, dünya sinema tarihinin en pahalı filmi Fetih
1453" diyen Özdil yazısında da "Holivut'un fethi"
başlığını koydu.
Filmdeki sahnelerin dünyaca ünlü Hollywood yapımlarından
aşırma olduğunu iddia eden Özdil, örneklerle
sıralama da yaptı.
İşte Özdil'in Fetih 1453'ü yere batırdığı satırlar;
*Fatih'in rüyasında Osman Gazi'yi gördüğü sahne, bire bir
"Yüzüklerin Efendisi"nde var mesela... Osman Gazi
parmağındaki yüzüğü Fatih'e uzatıyor, yüzük ellerinden kayıyor,
Mordor diyarında olduğu gibi, lav nehrine düşüyor. Fatih
sanırsın Frodo... Ter içinde uyanıyor.
* Zaten, gir internete, karşılaştır...
Filmin afişinde Fatih'in kılıcını tutuş biçimiyle,
"Yüzüklerin Efendisi Kral'ın Dönüşü" filminin
afişinde Aragorn'un kılıcını tutuş biçimi, tıpa tıp aynı.
*Hipodrom...
"Ben Hur"daki hipodrom.
*Kolların bacakların koptuğu savaş sahneleri tıpkı "Büyük
İskender"den mi desem, yoksa "Gladyatör"den mi, tam karar
veremedim... Ancak, Ulubatlı Hasan'ın Mel
Cipsın gibi, taarruza hazırlanan süvarileri atıyla
denetleme sahnesi, kesinlikle "Cesur
Yürek"ten.
*Bizans askerlerinin surların önüne duvar gibi dizilmesi, ok
yağmuruna karşı şemsiye gibi kalkan açması
"Truva"da var. İttirilerek yürütülen kulelerin
yanarak devrilmesi "Cennetin Krallığı"ndaki
gibi.
*Ki... Cennetin Krallığı'nda, Selahaddin Eyyübi, ordusunun önüne
atıyla çıkarak, Kudüs'ü savunan Haçlı Kralı'yla yüz yüze
konuşuyordu. Bunda da, Fatih, ordusunun önüne atıyla çıkarak,
Bizans'ı savunan İmparator'la yüz yüze konuşuyor...
Diyaloglar üç aşağı beş yukarı, aynı.
*Ki... O filmin kahramanı Orlando Bulum kılıç yapan demirci
ustasının çırağıydı, babası şövalyeydi. Bu filmin kahramanı
Ulubatlı Hasan kılıç yapan demirci ustasının çırağı, babası da
Fatih'in babasının fedaisi.
*(İstanbul diyorum ama... Filmin televizyonlarda yayınlanan
reklamında resmen "ya ben İstanbul'u alacağım, ya İstanbul
beni" diyen Fatih, filmde öyle demiyor, "ya ben
Konstantiniye'yi alacağım, ya Konstantiniye beni" diyor!
İstanbul reklamda var, filmde yok.)
*Ulubatlı'nın zıplayarak Jüstinyanus'a yukardan kılıç
saplaması, hık demiş...
"Truva"da Aşil'in zıplayarak Hektor'a kılıç saplamasının burnundan
düşmüş.
*"Matrix"te Neo'ya ateş ediliyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
Bu filmde, Ulubatlı'ya tabure fırlatılıyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
İkisi de ağır çekim.
*Son sahne muhteşem...
Fatih, Bil Kılintın oluyor.
Depremzede Erkan bebek, çadırkenti ziyaret eden Bil Kılintın'ın
kucağına atlayıp, burnunu sıkmıştı. Bu filmde, Bizanslı kız
çocuğu Ayasofya'ya giren Fatih'in kucağına atlıyor, sakalından
makas alıyor.
*Ve... "Türk sinema tarihinin en pahalı filmi"
denilerek, haksızlık ediliyor.
Çünkü, kaba hesap, toplam bir milyar dolara malolan
Yüzüklerin Efendisi'ni Cennetin Krallığı'nı Ben Hur'u Büyük
İskender'i Gladyatör'ü Truva'yı Cesur Yürek'i Matrix'i
düşünürsek... Bence, dünya sinema tarihinin en pahalı filmi Fetih
1453.
FEHMİ KORU O DOSTUNU DA ALSIN
GELSİN...[PAGE]
FEHMİ KORU O DOSTUNU DA ALSIN
GELSİN...
Taha Kıvanç, (Fehmi Koru) "Bizim medyanın
halleri" yazısında, kendi "kulis"ine duyduğu özlemi aktarmış
okurlarına.
Diyor ki:
- (..._ Geçmişte, henüz medya haberleri veren internet
siteleri ufukta bile görünmezken, Bâbıâli gelişmelerini öğrenmek
için ideal adres Kulis’ti. “Hangi
gazetede ne oluyor?” köşesi
gibiydi Kulis... Gerek kalmadığı inancıyla
merakımı başka yönlere çevirdim. Galiba yeniden ilgi
duymalıyım.
***
Hayırlı olsun!
Bir boşluk varsa, Fehmi Bey, (Taha Kıvanç) engin
tecrübesiyle o boşluğu doldurmalı ve "yeni medya" gerçeğinin hala
farkına varamayan bizlere, (Bizlere diyorum çünkü yazıda isim
vermiyor) nal toplatmalı!
Fehmi Bey, o bildik "copy-past" suçlamasını yaptıktan sonra, Emin
Çölaşan'ın "Minik kuş"unu aratmayan
"bir dost"unun kulağına fısıldadıklarını
okurlarıyla paylaşıyor:
-(...) bizim gazetelerde çıkan yazıları, gazetelerin yazar ve
yöneticilerini de alay eden başlıklarla
sunabiliyorlar... “Paralarını o gazetelerin
yöneticilerinin ödemediği pek az bağımsız site
var” dedi bir dostum. Sebep bu olabilir.
"Bir dost"un anlattıklarının doğru olduğunu herkesten
daha çok Fehmi Koru bilir ama bildiklerini her nedense,
"dost"unun aracılığı ile bizimle paylaşıyor. Nedeni bu siteleri
üzerine çekme korkusu olabilir mi?
***
Fehmi Bey'in dostuna da kendisine de selam olsun!
Medya siteleri ile ilgili madem bu kadar fikir sahibiler, başbaşa
verip sapla samanı birbirinden ayırabilirler öyle değil mi? Kimin
elinin kimin cebinde olduğunu açıklasalar da, bu işi doğru düzgün
yapan, kurumsallaşmış siteleri zan altında bırakmasalar.
Kimdir bu paralarını gazete yöneticilerinden alan site
sahipleri Fehmi Bey?
Bu sitelerin isimleri söz konusu olduğunda cesaretiniz neden
kırılıyor?
Ya da, sizin de an be an takip ettiğiniz "temiz siteler"in
isimlerini açıklamakta niçin çekiniyorsunuz? Bunun nedeni az önce
de ifade ettiğim gibi, "korkaklık" olabilir mi? Falanca sitenin
adını köşenizde yazdığınızda, bir başka sitenin sizin aleyhinizde
yayınlar yapacağından mı korkuyorsunuz yoksa?
Değilse niçin sapla samanı birbirine karıştırıyorsunuz?
Niçin "yiğidin hakkını yiğide" teslim
etmiyorsunuz?
Kim?
Ahmet mi?
Mehmet mi?
İsim yazın Fehmi Bey?
***
Bir sorum daha var Fehmi Bey?
Gazete yöneticilerinin esaretine girdiğini iddia
ettiğiniz site sahipleri, bir tek Doğan Grubu'nda mı
var? Burnunuzun dibinde, sabahtan akşama kadar haysiyet cellatlığı
yapanlar olabilir mi? Siz ve dostunuz niçin Özer
Çiller'in BTV'sini aratmayan yayınlar yapan bu kişileri
göremiyorsunuz?
Yoksa haberiniz mi yok!
Yapmayın Fehmi Bey!
"Yeni medya" gerçeğini görebilmenin bir
başka yolu da 2000'li yıllardan kurtulmak.
İnternet Medyası o günlerden çok uzakta, siz de bunu
görmüyorsunuz!
Dostunuzu da yanınıza alıp, şöyle bir İnternet Medyası
turu yapın!
O zaman her şeyin çok farklı olduğunu göreceksiniz.
Bekliyoruz Fehmi Bey?
Hadi Özışık
Hadi.ozisik@internethaber.com
AHMET HAKAN'DAN DUMANLI'YA YAZI SİPARİŞİ
[PAGE]AHMET HAKAN'DAN DUMANLI'YA YAZI SİPARİŞİ
"Harika. Güzel. Süper. Ferahlatıcı. Teskin edici. Ancak bu güzel yazı, kafalardaki sorulara cevap vermiyor."
İşte Ahmet Hakan'ın o yazısı:
Zaman gazetesinin başındaki isim Ekrem Dumanlı, dün "cemaat"i anlatma yazısı yazmış.
Diyor ki:
- Bu hareket bir gönüllüler
hareketidir.
- Bu hareket milletin gönlüne taht kurmuştur.
- Bu hareket siyasetle ilgilenmez ama ilkeleri
vardır.
- Bu hareket maşeri vicdanın sesidir.
- Bu hareket kendini hizmete adamıştır.
- Bu hareket milletin takdirini kazanmıştır.
Harika. Güzel. Süper. Ferahlatıcı. Teskin edici.
* * *
Ancak bu güzel yazı, kafalardaki şu sorulara cevap vermiyor:
- Bu camia neden MİT kavgasının öznesi haline
geldi?
- Kendini hizmete adamış bir camia neden hizmetin kapsama alanında
bulunmayan istihbarat alanıyla bu denli ilgiliymiş gibi bir intiba
veriyor?
- Kamu vicdanının sesi olan bu camia neden alengirli
işlerle birlikte anılıyor?
- Neden iyiliği kuşanmış, nefsini terk etmiş bu camia için "dokunan
yanar" diye bir algı oluşmuş durumda?
- Neden birileri başlarına gelen türlü felaketlerin
arkasında bu camianın bulunduğunu düşünüyor?
- Cemaat eleştirisi yapanların hepsi kötü niyetli, kökü dışarıda,
Ergenekon'un oyuncağı kişiler mi?
- Yekpare, bütünlüklü, homojen bir millet mi
var?
- Harekete kuşkuyla bakanlar milletten sayılmıyor mu?
* * *
Ekrem Dumanlı dünkü yazısında "Cemaat"i gayet
güzel anlattı.
Şimdi sıra ikinci yazıda...
Yukarıdaki sorulara yanıt içeren, "cemaat algısı ve
gerçekler" başlıklı, yine uzun, yine güzel, yine teskin
edici, yine ferahlatıcı, yine harika bir yazı daha bekliyorum
kendisinden...
Ben kim miyim? Hiç. Herhangi bir sıfatım yok. Sadece
okuruyum.
GÜLEN'E YAKINLIĞI İLE BİLİNEN CEMAL
UŞŞAK ANLATTI;
CEMAAT, CAMİA OLMAK İSTİYOR ÇÜNKÜ...
DİĞER SAYFADA
[PAGE]
CEMAAT NEDEN CAMİA OLMAK İSTİYOR?
GAZETECİLER.COM - Gülen
Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar
Vakfı Başkan yardımcısı Cemal Uşşak Habertürk
ekranlarında yayınlanan Basın Klubü'ne konuk oldu.
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Uşşak, Ekrem
Dumanlı'nın başlattığı 'cemaat değil
camia' tartışmasına katkı sundu.
Gülen Hareketi'nin 100'den fazla ülkede örgütlü
bir hareket olduğunu, onlarca dernek, vakıf, okul medya kuruluşuna
sahip olduğunu kaydeden Uşşak, Ekrem Dumanlı'nın
yazısına katıldığını söyledi. Gülen Cemaati'nin
ulaştığı örgütlülük ve yaygın etkisinin artık
'cemaat' kavramına sığmadığını savunan Uşşak,
cemaatin çok daha homoken bir yapıya işaret ettiğini ancak
Gülen Hareketi'nin homojen olmadığını belirtti.
Uşşak, neden "camia" denmesini istediklerini ise şöyle izah
etti:
CEMAAT 'CEMAAT' DENEMEYECEK KADAR
BÜYÜDÜ
"Bu hareket içinde iş adamları bir kümeyi oluşturur, eğitim
gönüllüleri bir başka kümeyi, medya kurumları bir diğer diğer
kümeyi oluşturur, sıradan cemaat üyesi olan vatandaşlar da bir
kümeyi oluşturur. Hatta Almanya ya da bir başka ülkedeki örgütlülük
de bir kümeyi oluşturabilir. 40 yıldır Almanya'da yaşayan bir
cemaat üyesiyle Orta Anadolu'daki biri farklı düşünebilir, farklı
bakabilir... Sadece dindarlar değil inançsız olan ama harekete
destek olan gönül veren insanlar da var. Bunlar bir zenginliktir.
Ama bu kadar farklı yapıların olduğu geniş bir yelpaze varken
cemaat demek gerçeğe uygun olmaz. O nedenle camia kavramı bu yapıya
daha uygundur..."
Uşşak, Nihal Bengisu Karaca'nın "bütün
İslami camiayı mı kapsıyor bu camia" diye sormasıyla bir
adım daha atarak "Gülen camiası" dedi ve hareketin
bunu daha uygun bulduğunu söyledi.
EMNİYET VE YARGIDA CEMAAT KADROLAŞMASI
İÇİN NE DEDİ?
Uşşak, gündemde geniş yer bulan o iddiaya da cevap verdiği
programda emniyet ve yargıdaki kadrolaşma suçlamalarını red etti.
Gülen'e gönül vermiş insanların emniyette de olabileceğini ama o
insanların verdikleri kararı hangi aidiyete dayanarak verdiklerinin
önemli olduğunu söyledi.
"Emniyette harekete gönül veren, Hocaefendi'ye sempati duyan bir
insanın o kararı hangi aidiyete göre verdiği önemlidir.
Hocaefendiye olan aidiyetten dolayı mı o kararı veriyor yoksa
pozisyonu nedeniyle mi o kararı veriyor buna bakmak lazım. Kimin ne
olduğunu bilmek de mümkün değil. İnsanlar göğüslerinde levhayla
gezmiyor "cemaattenim" diye. Bir fişleme yapılmadıysa kimin hangi
aidiyet içinde olduğunu bilmek imkansız."
NURAY MERT'İN BASILMAYAN SAKINCALI
YAZISI
NELER OLDUĞUNU ANLATTI.. DİĞER SAYFADA
[PAGE]SAKINCALI YAZI KONUŞTU
GAZETECİLER.COM - Nuray Mert'in hali ne
olacak hala belli değil.
Milliyet'ten ses seda yok...
"Kovduk" diyecek kadar Mert de
değiller, "kovmadık" diyecek kadar
cesaretli de...
Nuray Mert ise pazar günü yaptığı denemenin ardından ne karar
alacak merak konusu... İki kez yazısını Milliyet'e yolladı, iki kez
o yazı kapıdan çevrildi.
Peki ne vardı yazıda bu kadar sakıncalı oluP,
Milliyet'in ödünü kopartan?
BASILMAYAN YAZI ANLATTI
Radikal'deki Cüneyt Özdemir'in köşesinden ses verdi CANAVAR
muamelesi gören o yazı... "Ben Nuray Mert'in basılmayan
yazısıyım" deyip şunları aktardı;
"En az iki defa evden gazeteye basılmak üzere gönderildim.
Gelin görün ki gazete yayımlamadı. İşin tuhafı neden
yayımlamadığına dair ne bana ne de Nuray Mert'e bir bilgi
verilmedi. Nuray'ın yazısının altına 'yazarımız yıllık iznini
kullanacaktır' notunu eklediklerinden bu yana gazeteden ses
yok.
NURAY MERT UMUTLU DEĞİL
'N'olucak benim bu halim?' diyerekten akıbetimi öğrenmek için
Nuray'ı aradım, O da artık benim basılmamdan pek
umutlu değil. Ancak bir açıklama yapılacaksa bu
açıklamayı yapan kişinin de kendisi olmaması gerektiğini
düşünüyor E, karşı taraf da susunca şimdilik
durumlar 'kuzuların sessizliği' makamında
seyrediyor.
GİDEN GİTTİĞİ İLE KALIYOR
Bildiğiniz gibi Türkiye'de tatile çıkartılan yazarların ya da
gazetecilerin işlerine pek zor geri döndüğü günlerden geçiyoruz.
Giden gittiği ile kalıyor. Bir bakmışsınız kimi bir erkek dergisine
genel yayın yönetmeni olmuş, kimi dizi işine giriyor, kimi
yurtdışına kapağı atıyor. Nuray Mert ne yapar bilmiyorum. İşinin
bundan sonra hiç de kolay olmayacağı kesin. Yıllar boyu bir kısım
medya tasfiye tasfiye derken sanırım tam da bu günleri
kastediyormuş da haberimiz yokmuş. Kabak benim başıma patladı
bakın!
Yazının tamamı için
ENGİN ARDIÇ'A "SARHOŞUN MEKTUBU OKUNMAZ"
DEYİP
ÇOK FENA ÇAKTI... DİĞER SAYFADA...
[PAGE]SARHOŞUN YAZISI OKUNMAZ
GAZETECİLER.COM - "Hem özürlü hem CHP"
sözünü eleştirenlere ağır bir üslupla karşılık veren Engin Ardıç'a,
Star yazarı Ergun Babahan fena çaktı.
Babahan, Ardıç'ı Şafak Pavey için yazdığı çirkin
yazıdan dolayı eleştirmiş ve Sabah'ın bu yazıyı basmasının yanlış
olduğunu yazmıştı.
Bunun üzerine Engin Ardıç küplere binmiş ve malum üslubu ile dünkü
yazısında şu karşılığı vermişti;
""Erguncuğum, sen de bu
gazetenin yöneticilerine vurmak için beni kullanmaya çalışma
lütfen. Kuyruk acını kendi kendine dindir, ben ağrı kesici
değilim."
SARHOŞUN MEKTUBU OKUNMAZ
Ergun Babahan, Ardıç'ın bu satırlarına köşesinden kısa ama okkalı
bir karşılık verdi. "Sarhoşun mektubu okunmaz" diyen Babahan
şunları yazdı;
"New York ve Washington’daki hava, Türkiye’de editöryal
eleştirinin normal karşılanabileceği gibi yanlış bir
kanıya kapılmama neden oldu. Bizde insanlar yanlışlarının
sorgulanmasından, tartışılmasından, gençlerin bundan sonra benzer
yanlışları yapmasını engelleyecek çabalardan rahatsız olur.
“Hem özürlü, hem CHP’li” yazarlarının sahibi, tipik bir Türk tepkisi gösterdi ve zeka seviyesini gösteren bir cevap verdi.
Bizde “Sarhoşun mektubu okunmaz’’ diye bir laf
vardır, ben bu önemli söze uyacağım ve artık sarhoşun
mektubunu ne okuyacağım, ne de onun üzerinden medya etiği
tartışması açmaya çabalayacağım.
SARHOŞ İMASI
Sabah kalkıp kahvesini içip başka içeceklere dalmadan yazarsa, belki yine göz atarım ama tavrım “Bırak, sarhoş kendi devrilsin” olacak.
Bu arada Enginciğim, kimse senden ağrı kesici olmanı
istemiyor. Önemli bir gazetenin yazarı olarak biraz adam ve insan
olmanı bekliyor.
Yazının tamamı için SABAHATTİN ALİ'NİN KIZI İLK
KEZ CANLI YAYINDA BABASININ
ÖLDÜRÜLMESİYLE İLGİLİ KONUŞTU. CHP'Yİ KATİL
YAPTI...
DİĞER SAYFADA...
[PAGE]SABAHATTİN ALİ'NİN KIZI CHP'Yİ KATİL
YAPTI
GAZETECİLER.COM- Sabahatti Ali'nin kızı,
akademisyen Prof. Dr. Filiz Ali Söz Sende'de Balçiçek İlter'in
sorularını yanıtladı. Türkiye'nin ilk faili meçhul cinayetine
kurban giden babası Sabahattin Ali'yi anlattı. Filiz Ali,
babasını anlatırken duygulandı, zaman zaman gözleri
doldu.
BABAMI CHP
ÖLDÜRDÜ
Kemal Kılıçdaroğlu, "Sabahattin Ali'yi CHP öldürdü" dedi. Balçiçek İlter, Filiz Ali'ye Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerini hatırlatınca Filiz Ali, önce duraksadı, gülümsedi ve şöyle cevap verdi: "Bir gerçeği dile getirdi Sayın Kılıçdaroğlu. Çünkü Sabahattin Ali 1948 yılında öldürüldü. CHP tek parti iktidarı olarak hükümetteydi. Esasında 1946'dan itibaren Demokrat Parti de vardı ama, DP'nin milletvekilleri eski CHP'liydiler zaten... Onun için bence farketmezdi. Zaten, Adnan Menderes'in ve Samet Ağaoğlu'nun sonradan Sabahattin Ali'nin öldürülmesiyle ilgili bilgi sahibi olduklarını da öğrendik... Sabahattin Ali'nin CHP iktidarı sırasında öldürüldüğü zaten bir gerçek. Kılıçdaroğlu'nun bunca sene sonra bir gerçeği dile getirmesi iyi bir şeydir."
BEN DE ANNEM DE BABAM İÇİN GERÇEK BİR YAS TUTAMADIK
"Ne rahat ettirir sizi? Bunun perde arkasının kurcalanması rahat
ettirir mi?" sorusu üzerine. Duygulandı, gözleri doldu. Ve "Bir
insanın gerçekten yas tutabilmesi lazım. Biz annem de ben de yas
tutamadık." dedi.
"Sabahattin Ali, harika bir babaydı" diyen Filiz Ali, şöyle devam
etti: "Babamın gayet istikrarlı bir hayatı vardı. 1945'e kadar
hayatında siyaset yoktu. Ama savaş bitti, 'İçimizdeki şeytan'
romanını yayımladı. Sonra Nihal Atsız 'içimizdeki şeytanlar' diye
bir broşür çıkardı. Ve Sabahattin Ali'yi hem Başbakan Şükrü
Saraçoğlu'na hem de Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e ihbar
etti. Ve olaylar çorap söküğü gibi gitti."
Filiz Ali, babası Yeni Dünya Gazetesi'nin çıkarmak için İstanbul'a gittiğinde her şeyin değiştiğini belirtti ve ekledi: "Gazete 4 sayı çıktı, Tan olaylarıyla birlikte gazetenin basıldığı matbaa mahvedildi. Ondan sonra babam Bakanlık emrine alındı ve iş iyice çığırından çıktı... Babamın planı şuydu: ben ilkokulu bitirince biz de İstanbul'a gideceğiz. Babam gazetesini çıkarıcak, biz de mutlu mesut yaşayacaktık. Ama öyle olmadı... "