Yazıya başlamadan hemen uyarayım bu yazı siyasi bir yazı
değildir. Zira beni bilenler siyaset merkezli bir derdimin
olmadığını ve bu minvalde de yazılar kaleme almamaya gayret
ettiğimi iyi bilirler.
Sorunların söylenmediği ya da elzem olarak
değerlendirilmediği düşüncesi ile yazılarımı kaleme almaya
çalışıyorum.
Felaket tellallığı yapmadan, hayatiyet arz eden cümlelerle
yazmaya özen gösteriyorum.
Bu girizgahtan sonra yazının okunmuş olması daha fazla
makes bulacaktır.
Hani bir söz vardır “İnsanın insana yaptığını başkası
yapamaz” diye…
Aynen bu misal AK Parti’nin AK
Parti’ye yaptığını başka bir şey yapamaz…
Gerek devlete gerek millete gerekse de AK
Parti’ye yapılan saldırılar karşısında “dış
güçleri” veya dış güçler güdümündeki “iç
düşmanları” suçlarız. Doğrudur aslında.
Devlet ve millet düşmanı dış güçler hiçbir zaman boş
durmuyorlar.
Bazen direk cepheden bazen de içimizdeki işbirlikçileri
vasıtasıyla sürekli olarak teyakkuz halindeler.
Ancak ne gam…
Dış güçler istedikleri cepheden, istedikleri silahla,
istedikleri işbirlikçileri ile saldırsınlar asla netice
alamayacaklar, alamıyorlar da. Devletimiz de milletimiz de
iktidardaki AK Parti de tüm bu saldırıları kaldıracak
güçtedir.
Ancak bazen öyle çıkışlar oluyor ki telafisi imkânsız yaralar
açıyor gibi. En üzücü olanı da bu çıkışların devleti,
milleti korumakla görevli insanlardan geliyor oluşu…
Yeni Aile Bakanımızın yaptığı bazı çıkışlar aynen bu minvalde.
Bakan Hanımefendinin daha geçtiğimiz ay
nikahsız ve gayri meşru ilişki yaşayan bir bayana
cansiperane sahip çıkmasının şokunu atlatamamışken bu sefer daha
vahim bir çıkışı ile muhatabız.
Bu çıkış hem aile yapımıza hem de AK Parti’nin
kuruluşundan itibaren duruş kriterlerine zeval verdiği
kanısındayım.
Dikkat edelim efendim “Şiddet söz konusu olduğunda
delile bakılmaksızın kadının beyanı esas
sayılacakmış.” Neresinden baksan, neresinden tutsan
lime lime dökülen, aile yapısına zarar verebilecek mahiyette bir
açıklama…
Her şeyden önce dindar kimliği ile bir iktidardan ve
yine “dindar” bir bakandan beklenmeyen bir
açıklama. Ya da beklenmemesi gereken bir
açıklama.
Yüce Yaratıcı bir karara varmak için 2 şahit
göstermeyi esas tutarken ve 2 kadının şahitliğini bir
şahitlik olarak kabul ederken nasıl oluyor da
delilsiz şahitsiz bir kişinin beyanı ceza vermek
için esas alınabilir?
Bu her şeyden önce (haşa) Allah’ın
koyduğu bir kanunu beğenmemek, O’nu
(haşa) iş bilmemekle, haksızlık yaptığını iddia etmekle
aynı şey değil midir?
Nasıl oluyor da Allah’a, Kur’an’a, Peygambere karşı bir
kanun, kural, söz söylenebiliyor?
Zaten uzun zamandır politize olmuş Müslümanlar İslam
refleksi perspektifinde dengesini kaybetmiş durumda. Bu
beyan dengede duramayan seküler müslümanlar için
kantarın topuzunu öyle bir kaçırır ki korkarım terazi kolay
kolay dengeye gelmez.
Bu beyanın yanlışlığından belki de çabucak geri dönülecek. Lakin
söylemeye çalıştığım şey genel olarak yaradan ile münasebet
sorunu yaşayan Müslümanların dengeden uzaklaşmış olmaları
ve tepkisizliği neticesinde dış güçlerin ve
içerideki yardakçılarının yıllardır yapamadığını yapacak kadar,
hatta daha fazlasına zemin hazırlayacak kadar etkili olmaz mı?
Eğer bu ve benzeri yanlışlardan bir an önce dönülmezse
kendisine muhalefet eden, kendi kanunları hilafında söz
söylenilen “Gerçek Kanun Koyucu”nun bunun cezasının kesilmesini
millete bırakmayacağı aşikâr.
Ki bunun adına "şefkat tokadının" bir merhale üstü
“Zecir Tokadı” deniyor. Geldiği zaman ortada ne dava kalır
ne de parti…
Yukarıda anlatmaya çalıştıklarım işin farklı bir yönü. Ama
aslında en önemli yönü. Diğer yönü ise aileye bakan tarafı…
Maazallah, bakanın sözüne istinaden eşini şikâyet
etmeye yeltenecek olanlar sonu daha vahim bir şekilde
bitecek bir maceranın içinde bulacaklar kendini.
İşte o zaman toplum olarak yandığımız gündür.
İnşallah aileyi bir araya getiren fertlerden
birisi olan kadınlarımız bu dolduruşa gelmezler…
SOSYAL MEDYA
TAKİP
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser