İnsan hayatının en hareketli,
heyecanlı ve tehlikeli devresidir; “gençlik” Gençlerin;
topluma faydalı, dindar, edepli, etik, hayalı, kısaca faziletli
yetişmeleri için “bir rehbere” ihtiyaçları vardır. O
rehber, önce; önce anne-babalar, sonra öğretmenlerdir.
Diyorlar
ki;
“Sohbet kalmadı!.. Çocuklarımız bizi
dinlemiyorlar!..”
“Çocuklar kendi içlerine
kapandılar!..”
“Bizimle
konuşmuyorlar!...”
“Ayrı oda vermek çok zararlı
oldu…”
“Derslerde bile telefonla
konuşuyorlar!..”
“Kültürsüz, bilgisiz, genel hayat
bilgisinden yoksun gençlik geliyor!..”
“Adlarını sorsanız, googleye soracak
durumdalar!...”
“Herkesin safı da fikri de belli!
Kafası karışıklar da belli… Bırakın kim ne düşünüyor bilelim. Yoksa
hayata çatışmalar çözümlenmiş gibi bakan, hak ile batılı
ayıramayan, mukayesesi olmayan bir başörtülü kuşağı geliyor…”
(A.Böhürler/Yenişafak/19.01.2019)
“Eskiden bir mahalle baskısı/takibi
vardı, şimdi semt değiştirdin mi;özgürsün”
Bu gibi
şikayetlerin; particilik, başı açık-kapalılık,
muhafazakarlık-devrimcilik v.b. ilgisi
yok!..
Sn.Yetkililer; gençlik elden
gidiyor!..
Peki bu nasıl oldu?
16 yıldır muhafazakar, dini
ögelere/argümanlara bağlı bir iktidar var. Eğitim, 7 bakan gördü,
sürekli programlarla-sistemlerle oynandı...
Sonuç, neden hüsran oldu?
Bilemiyoruz!…
Bildiğimiz;
“Bir ülkenin kırsal alanlarında ve kentlerinde bulunan nüfus
miktarı, o ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını yansıtan önemli
göstergelerden biridir.”
Gelişmiş ülkelerde kırsal nüfus
oranı toplam nüfusun %10’nunu geçmemektedir. Ülkemizde, nüfusu 10
binin altında bulunan yerleşmelerde yaşayan nüfus “kırsal nüfus”
olarak adlandırılır. Kırsal nüfusun geçimi önemli ölçüde “tarıma ve
hayvancılığa” dayanır.
Eskiden, bir arada kahvaltı
yapılır-yemek yenir, sohbet edilir, günlük gelişmeler
konuşulurdu.
Büyük aile yapısı vardı ve
gelenekler-saygı-sevgi yaşarken genç kuşaklara
aktarılırdı...
Çocuklar, büyüklerin gözetiminde,
onların geniş tecrübeleriyle büyütülürdü.
Bayram, kandil, karne sevinci
birlikte yaşanır, çocuklarda büyüklerin sevgisi ve koruması
hissettirilirdi.
Şehirleşme desek, Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan son araştırmada (Şubat
2017); 79,8 milyonluk Türkiye nüfusunun %92'si il ve ilçe
merkezlerinde ikamet ederken, belde ve köylerde yaşayan nüfus 6,1
milyon olarak belirlendi.
Konda’nın yaptığı araştırmaya (Mart
2017)göre;
Türkiye
nüfusunun %99'u Müslüman (%82'si Sünni-Hanefi,%5.73'ü
Alevi-Şii,%9.06'sı Sünni-Şafii) Alevi nüfusu, yetişkinler arasında
2 milyon 895 bin kişi. Erişkinlere 18 yaş altı nüfus da dahil
edildiğinde, tüm Türkiye'deki Alevilerin sayısı (4 milyon 587 bin)
5 milyona yaklaşıyor.
Ancak, buradaki ilçeleri, şehir gibi
görmemek gerekir. Çünkü, birçok ilçe, hala köy gibidir.
Dolayısıyla, şehirlerden/şehirleşmeden olumsuz nasiplenen
insanların, neden hala şehirde kaldığı da
bilinmemektedir.
Kısaca, her
kesim -zenginler/kaymak tabakası hariç, çünkü onların
maddiyattan başka kültürel bir sorunları olmuyor ki- gençlerinden
şikayetçi…Ama suç sadece gençlerde mi?
Mesela, eğer;
İstanbul’u
yaşayamıyorsanız,
İstanbul’un tarihi-turistik-kültürel
yerlerini gezemiyorsanız,
İstanbul’daki konserlere,
tiyatrolara, sergilere gidemiyorsanız,
İstanbul’da geçim zorluğu
yaşıyorsanız,
İstanbul’da çocuklarınızın
kendinizden uzaklaştığını hissediyorsanız,
İstanbullulaşmak için çaba
göstermiyorsanız,
İstanbul’dan sürekli şikayet ediyor,
ama katkıda bulunmuyorsanız,
Neden duruyorsunuz ki?
Neden ızdırap çekiyorsunuz
ki?
Bağınız, bahçeniz, tarlanız varken,
neden bir apartman dairesine kendinizi hapsediyorsunuz
ki?
Neden köy dernekleri kurup, köye
özlem çekiyorsunuz ki?,
Neden, şehirde boş gezmek yerine,
ilçeniz-köyünüz tarımına destek vermiyorsunuz ki?,
Neden çocuklarınızın ille de şehirde
iş bulmalarını istiyorsunuz ki?,.
Bu soruları
çoğaltabilirsiniz..
Yine, masa başı sosyologlarına
çağrımız var?
Toplumdaki
olumsuz gidişin;
Neden
olduğunu?,
Nasıl
olduğunu?,
Nasıl
giderileceğini?,
Ne yapmak
gerektiğini?; araştırmak, sonuçlarını topluma duyurmak ve ilgili
makamlara göndermek sizin işiniz değil
mi?
Vakit nakittir, toplumdaki
bozulmanın giderilmesi çok zaman alacaktır…
Hadi, o zaman!...