"Tek bir günahım vardı: Çok fazla
başkaldırdım herkesin sustuğu zamanlarda..."
Başkaldırmanın tek başına bile cürüm
sayıldığı bir ülkede herkes susarken söylenmesi gerekeni söylemek
büyük bir cesaret ister.
O günlerin cesur yüreğiydi Ahmet
Kaya...
Bugün yapılmaya çalışanı o günden söylediği
için "şerefsiz" denilmeye de aldırmadı,
fırlatılan çatallara da...
Biliyordu çünkü, suskun çoğunluk onun
şarkılarını dinliyor, söylüyordu.
Kürt demenin suç sayıldığı o günlerde
içsel bir başkaldırıyla kardeşlik türküleri dillerde
geziyordu.
Hayatının bir döneminde yolu Ahmet Kaya
şarkılarından geçmeyen, duygularını onun ezgileriyle harmanlamayan
pek az insan vardır.
İmam Hatip yıllarında tanışmıştım
Ahmet Kaya şarkılarıyla.
Resitaller kasetlerini elden ele gezdirerek
dinlerdik.
Şiire ve ezgiye düşkün imam hatip gençleri
olarak şiir ajandalarımızın bir sayfasına Necip Fazıl şiiri diğer
sayfasında Ahmet Kaya'dan Ağladıkça şarkısının sözlerini yazmaya
hiç gocunmadık.
Koca bir sayfaya süslü harflerle yazılmış
"Saçlarına yıldız düşmüş koparma anne, ağlama"
mısrası hala sakladığım ajandamın içindedir.
Üstüne ses tanımıyordum, hala da
tanışmadım.
"Sana Ahmet Kaya dinlemeyi hiç
yakıştıramadım" "Ahmet Kaya nasıl dinlersin, sen PKKlı
mısın?" sözlerine maruz kalmak çok da umurumda
değildi.
Yüreğime dokunuyordu ötesi var
mı?
Bir insanın yüreğine dokunabilmek kolay bir
iş değilken Ahmet Kaya milyonların yüreğine
dokunmuştu.
Bugün kurulan Kürtçe kanallar, söylenen
Kürtçe şarkılar, siyasilerin verdiği Kürtçe selamlar, alfabeye
giren "Kürtçe harfler" ve yorgun bir demokratın
ardından Cumhurbaşkanlığı'nca verilen ödül...
O ceketini yağmurlara asıp giderken
bize de arkasından "hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan
sonradan..." demek düştü.