Önemli bir platformda çok değerli bir büyüğümüzün hasbihaline
katılma fırsatım oldu.
Söylediklerinden notlar almaya çalıştım.
Her bir söylediğini önce kendi nefsime yönelik
algılayarak pür dikkat içerisinde dinledim.
Nefsime ağır geldiğini hissettiğimden meselenin ne kadar doğru
ve yerinde tespitler olduğunu müşahede ettim.
Bu doğru tespitlerin yazılması gerektiğine kanaat getirdim.
Müstefit olunabilmesi adına yazmayı görev addettim
kendime.
Hasbihal: Önemli kavramlardan bireylerin ve toplumların uzak
kalması üzerineydi.
Tabi bu kavramların anlam ve uygulamalarını ıskalamadan
ihatasının şart olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Tutmuş olduğum notlardan ve aklımda kalanlardan serpiştirme
yaparak sizlere aktarmak istiyorum;
Erdem ve ahlak ilkelerine hakkıyla sahip olmak
benimsenirse hem siyasi hem içtimai hayatta kişi kendini denetler
ve oto kritik yapmasına olanak sağlamış olur.
Bizim geleneğimiz ahlaki temeller üzerinden
geliyor.
Müslüman bir topluluğun mensuplarıyız ve böyle bir toplum
içinde görev yapıyoruz. Bunu daima hatırlamalı ve
hatırlatmalıyız.
Kur’an-ı Kerim’de Peygambere atfen buyruluyor ki;
“Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin.”
(Kalem-68/4-)
Efendimiz de buyuruyor ki; “Ben güzel ahlakı tamamlamak
üzere gönderildim.”
Bütün bunlar temelimizin güzel ahlak olduğunu gösteriyor.
Zayıfladığımız ve en çok ihtiyacımız olan şey toplumda
ahlaki umdeleri yaşatabilmek-yaşayabilmek önce kendimizde sonra
çevremizde gerçekleştirebilmektir.
Tarihe bir bakın, tarihi bir okuyun.
Bütün toplumların çöküşünün arka planında
ahlaksızlıklar vardır.
Ahlakını kaybeden toplumlar
yaşayamaz.
Ahlakını kaybeden toplumlar bir medeniyet
kuramaz.
Çünkü medeniyet ahlaka dayalıdır.
Dinin en son yorumcusu ve en mükemmeli İslam olduğu
için İslam ahlakı en mükemmel ahlaktır.
Yukarıda ki ayetten ve hadisten çıkarmamız gereken sonuç;
imanın, İslam’ın, ehliyet ve liyakatin, ilmin ve irfanın,
merhametin ve adaletin, sadakatin ve emanetin kısacası bütün üstün
vasıfların ve faziletin temelinin erdeme ve güzel ahlaka dayandığı
gerçeğidir.
Bu ehemmiyetli meselenin an itibariyle bizi ilgilendiren yanı;
mensubu olduğumuz cemaat, siyasi kuruluş, görev edindiğimiz
alanlardaki hareketin her aşamasındaki tutum ve davranışlarımızda
erdem ve ahlakı şiar edinmemizdir.
İnsanımıza ve toplumumuza saygı, nezaket, gelenek ve ahlak
kavramlarını kutsal din duygularını zedeleyecek tutum ve
davranışlardan kaçınılması hep tavsiye edilmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarında, siyasi hareketlerde, muvazzaf
olarak görevlendirmelerde liyakat ölçüsünden şaşmadığımıza, buna
azami derecede adalet ve hakkaniyetle dikkat etmemiz gerektiğinin
bilincinde olmamız gerekir.
Siyasi kimliğine ve taşıdığı rozete istinaden
kişilerin iş alma, ihalelere girme ve siyasi gücünü kullanmanın
erdem ve ahlaka mugayir işler olduğunun bilincinde olmak
gerekir.
Herhangi bir mecrada bir görev için insan seçerken nelere dikkat
edilmesi gerektiğini bilmemiz ve dikkat etmemiz gerekiyor.
Liyakatten daha çok sadakate önem göstererek yapılmış
olan görevlendirme usul yanlışlığından dolayı müeyyidesinin
görevlendirmeyi yapana gün gelip yazılacağının
ispatıdır.
Görevlendirme ve usul yöntemlerinin neler olacağını, oto
kontrol sistemini nasıl geliştireceğimizi, eleştirilerimizde usule
uygun dili kullanacağımızı, neler olması gerektiğini genel erdem ve
ahlaka göre belirlememiz gerekiyor.
Hatasız ve kusursuz hiçbir insan olmayacağı aşikâr bunu
elbette kabul ediyoruz. Nihayetinde hepimiz insanız.
Sadece ve sadece temel ahlak kurallarını ve erdem kurallarına
aykırı davranılmaması gerektiğinin bilincinde olalım yeter.
Aksi takdirde ahlaka mugayir hareket ve sadece sadakate
istinaden görevlendirme beraberinde çok büyük zararlar
getirecektir.
Başta söylediğim gibi; bu notlar önce kendi nefsime
yönelikti.
Yazılanlardan okuyanlarda müstefit olup ders çıkarabilirlerse ne
ala.