GÜNCEL/KÖŞE YAZARLARININ
DİLİ: 3.Milli Kültür Şurası’nda dile getirilen söylemler
ışığında bir kez daha söylemek isteriz ki; bir iletişim Dr. olarak,
daha önceki yazılarımızda köşe yazarlarının kullandığı dil ve güzel
Türkçe konusunda rahatsızlık duyduğumuzu, onların örnek olmaları
gerektiğini yazmış, isimler de vermiştik. Bir şey değişmiyor;
bir araya gelmeyen, birbirini görmeyen kişiler sosyal medya
hesapları/köşe yazıları üzerinden saydırıyor…Oysa siyasetçilerin
arkasında bir kitle ve oy oranı var? Gazete satışlarının 3 milyonun
altına düştüğünü unutmayalım. Dikkat etmek lazım…Bugün,
ekranda sakin ve bilgili izlenimi veren, mahallede saygınlık gören,
yazılarını takip etmeye çalıştığım Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç
ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Salih Tuna’nın son yazı başlıklarını
olumsuz örnek olarak vermek istiyoruz. A.Kekeç; “Kamera
şakası mısınız lan?”, “”, “Bitmedi mi bu adamın cezası?,
“Teşekkür edelim de... Siz de pek bir oynaksınız birader!”, “Sizin
Abdülkadir’iniz de az değil hani!”, “Mal, burası Şili
mi?,
Gelelim
Şura'ya….
Önce, kamuoyunun; kompleksiz,
entelektüel, kültür adamı olarak tanıdığı/saygı duyduğu Bakan
Nabi Avcı'ya teşekkür ederek yazımıza başlayalım. Ben,
yenileyeceği kadrosu ile kısa zamanda çözümcü olacağını
bekliyorum, özellikle devlet sanatçılarının özlük
hakları konusunda…
Önyargıdan uzak, katılanlarca da
paylaşılan görüşlerimi, yapıcı olarak alacaklarından hiç şüphem
yok…
“…Nüfusunun % 80'i kentte yaşayan
bir ülkeden söz ediyoruz. Ama kent deyince sadece kent
merkezi değil artık söz konusu olan. Onun
etrafındaki uydukentler büyük nüfuslar
barındırıyor. Bu nüfus ne kentli ne köylü. Ne kasabalı ne taşralı.
O zaman iki büyük toplum kesiti ve onun biçimlendirdiği
farklı kültürel yapılar çıkıyor
ortaya. Kent merkezi bambaşka bir kültür
üretirken 'mücavir alan' gene kendine özgü bir
kültürel üretim içinde. Bir kere bu doğal gerçeğin iyice bilincine
varmak gerek.
Bunu bilince de bugünkü
kültürün popüler kültürle, kültür
endüstrisiyle kurduğu ilişki
nasıl olacak, bunları yeniden
değerlendirmek zorunlu….İkincisi,
'milli kültür' kavramının
bizzat kendisi. Tartışmalı bir kavram 'milli kültür'. Nasıl
değerlendirildiği, nasıl düşünüldüğü çok önemli. Bir ülkede
üretilen kültürü 'milli' ve 'gayrı
milli' diye ikiye ayırmak sorunlu.
Hangi kıstaslar belirleyecek bu milliliği veya gayrı milliliği?
Bugün çağdaş veya güncel
sanat diye bir olgu var dünyada ve Türkiye'de. Hayli
etkin, canlı, geniş ve güçlü bir alan. Bunu 'gayrı
milli' mi sayacağız, milli mi?
Veya edebiyatı nasıl ayıracağız ikiye bu doğrultuda? Bunlara bir
üçüncü sorunu ekleyeyim: kültür üretiminin
önündeki objektif ve maddikısıtlamalar.
Kültür harcamalarından, kültürel tüketimden, kültüre katılımdan
alınan KDV bunlardan biri, örneğin. Öbür
tarafta kültür merkezleri, kütüphaneler geliyor….”
GİRİŞ…
1989’da 2.si yapılan, merakla
beklenen III. Milli Kültür Şurası, Cumhurbaşkanı’nın katılımı
ile başladı. Dağıtılan kitapçığa göre, 2. Gün 17 başlıkta 170
komisyon üyesi sunumları ve sunumların müzakeresi yapıldı, 3.gün
sonuç raporlarının müzakeresi, sonra sonuç raporlarının sunum
oturumu (Bakan Yard. Hasan Yayman tarafından) ve sonuç raporunun
okunması (Bakan tarafından) yapıldı.
Şimdi genel
gözlemlerimizi aktaralım…
Daha, şura başlamadan bir
umutsuzluk ki sormayın; "zaten bir şey çıkmaz, boşuna masraf,
seçilenler yanlış, hep tanınmış/popüler simalara yer verilmiş v.b."
Eski şuraların dikkate alınmaması, bunu da gölgelemeye çalıştı.
Haksızda değiller; H. Çelik zamanında MEB Şurası’na çağrılmıştım,
orada alınan kararların %10’u uygulanmamıştı. Ama yıl 2017, bir
şeylerin değişmesi lazım, inşallah bakan Nabi Avcı utandırır
söylenenleri/söyleyenleri!...
“Çok sayıdaki komisyonun
titiz çalışmasının eseri olan raporların , Bakanlığın alacağı
kararlara ilham vermesi bekleniyor. 'Bekleniyor'
diyorum; çünkü bugüne kadar yapılmış olan şûrâların
raporlarından çıkan tekliflerin hayâta geçme oranının son derecede
düşük olduğu biliniyor. Bu gerçeğin neticesi olarak, tanık olduğum
“off the record “ sohbetlerde bir belirsizlik olduğunu hissetmedim
değil. Yâni, nihâyetinde bürokrasinin bildiğini okuyacağından dem
vuranları; bunca çabanın çöp olacağı yolunda karamsarlık
sergileyenleri işittim…..III. Şûrâ'dan umutlu olmamızı sağlayan
husus da tam burada ortaya çıkıyor. Toplantılara hâkim olan genel
iklime baktığımda; daha önce tertip edilmiş olan şur'aların menfî
neticelerinin idrâkıyla harekete geçildiğini görüyorum. Yâni
burada, siyâsal kaygılarla organik bir kültürün nasıl inşâ
edileceği; yâni bir kültür mühendisliği fikrinden değil; daha çok
düzenleyici, eşgüdümleyici bir ilkeden hareket edildi…Dikkâtimi
çeken ve umutlu olmamı sağlayan bir başka husus, oranını
bilemeyeceğim ama kültür bürokrasisi içinde vasıfları ve konuya
hâkimiyetlerini sergileyen bir ekibin varlığıydı. Meselâ görevli
olduğum komisyonda saatler süren sunum ve müzâkerelerin nasıl
süzüleceği ve ortak bir rapora nasıl süzülüp yansıtılacağından
endişe ediyordum. Bizlere Bakanlığın verdiği becerikli ve dikkâtli
bir editoryal kadronun bu işin altından başarıyla kalktığını görmek
beni umutlandırdı….”
Komisyonlar ve Başkanları
şöyleydi:
Kültür Politikaları (Prof. Dr. A.
Haluk Dursun), Kültür Diplomasisi (Prof. Dr. M. Öcal Oğuz), Kültür
Varlıkları, Müzeler ve Arkeoloji (Nezih Başgelen), Sahne Sanatları
(Prof. Dr. İskender Pala), Sinema-Televizyon (Prof. Dr. Deniz
Bayrakdar), Müzik (Dr. Savaş Ş. Barkçin), Görsel Sanatlar (Prof. M.
Uğur Derman), Dil ve Edebiyat (Beşir Ayvazoğlu), Yayıncılık ve
Kütüphanecilik (Cevat Özkaya), Medya ve Kültür (Ayşe Böhürler),
Çocuk ve Kültür (Mustafa Ruhi Şirin), Mimari ve Kültür (Prof. Dr.
Suphi Saatçi), Şehir ve Kültür (Prof. Dr. Ümit Meriç), Yerel
Yönetimler ve Kültür (Prof. Dr. Şükrü Karatepe), Yurtdışı Türkler
ve Kültür (Dr. Adnan Tekşen), Aile ve Kültür (Prof. Dr. Sefa
Saygılı)
Genel görüşler;
Bakanlık adına organizasyonu yapan, Lorbi PR Şirketi sınıfta kaldı.
Çünkü; gönderilen davetiyede genel program dışında hiç bilgi yoktu.
Davetiyede kim katılımcı, kim komisyon üyesi belli değildi. Sadece;
şuramız var, gelin deniyordu ki, ilgili kimseler gelmedi!..
İlçe Belediye Kültür Müdürleri dahi görülmedi…Katılımcılar,
sorularına cevap alamadılar. Basın bülteni bulunamadı. Oturum
başkanı kimdi?, oturumlar kimlerden oluşuyordu? soruları, salona
gidip, ilgili oturuma girince cevap bulabildi. Bakanlık mensupları;
müze müdürleri, kültür müdürleri, bakanlık personeli adeta çıkarma
yapmıştı. 3.gün oturumlarında, katılımcı alınmayacağı söylenmediği
için saat 10.00 da gelenler –bakanlık mensupları dahil- ortada
kaldı. Bakanlık mensupları, konserlere seyirci desteği vererek işi
kurtardı. 17 başlık oturumu fazla olmuş, konular gereksiz
ayrılmıştı. Örneğin; “Müzik ve Sahne sanatları”, “Kültür
politikaları ve kültür diplomasisi”, “Şehir ve kültür” ile
“Yerel yönetimler ve kültür” ve “Mimari ve kültür”, “Dil ve
edebiyat ile Yayıncılık ve kütüphanecilik” , “Aile ve kültür” ile
Çocuk ve kültür”, “Sinema-Televizyon” ile Medya ve kültür”
ayrılmamalıydı. Her hazırlama kuruluna çağrılan üyeye,
kırılmasınlar diye başlıklar oluşturulmuştu. Bu isimlerin ihtiyacı
varmıydı? derseniz, itiraz etmediklerine göre!...
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, III. Milli Kültür Şurası açış konuşmasını şöyle
bitirdi; “Benim sizden ricam: Bize 2023 vizyonumuza uygun,
derinliği, gelecek vizyonu olan uygulanabilir bir yol
haritası hazırlayın. Bunu çok iyi çalışın. Biz de bunu çok
çalışalım ve uygulama alanına koyalım. Bu şurada uygulanabilir her
önerinin bizzat takipçisi olacağımı, bununla ilgili bir heyeti
oluşturacağımı burada özellikle açıklamak istiyorum. Burada Milli
Kültür Şurası'nı topluyor olmamız da işte bu gayeye yöneliktir.
Medeniyetimizden koparsak herşeyimizi kaybederiz. Kültürümüzü
kaybedersek yok oluruz. Kimliğimizi, kişiliğimizi, özgürlüğümüzü
terkedersek yılların içinde kaybolup gideriz. Her fırsatta; tek
bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet diyoruz.”
Cumhurbaşkanı’nın şu
sözleri de çok önemliydi; “…Kültür faaliyetleri adı
altında milli kültürümüze uymayan etkinlikler konusunda dikkatli
olmalıyız. Çağımızın en büyük sorunlarından biri kültürel
sığlaşmadır. Hiçbir derinliği ve kalıcılığı olmayan işlerle bir
kültür ve medeniyet inşa edilemez. Özellikle gençlerimizi bir
ustanın dizinin dibinde oturtarak gerçek sanat ve kültürü öğretmeye
teşvik etmeliyiz. Kültürün her alanında birikimlerimizi
sahiplenecek çalışmaları ön plana çıkarmalı ve desteklemeliyiz.
Televizyon, internet ve özellikle sosyal medyanın kültürümüzü yiyip
bitirmesine göz yumamayız….”
Şura açılışından sonra Bakan Nabi Avcı
yönetiminde 2 oturum yapıldı.
1.Oturum;
Tarihçi, Doç.Dr.
İbrahim Kalın (46 yaşında olup, Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü ve Genel Sekreter Yardımcısı ) Kalın; "Kültür tanımı gereği
dinamiktir. Değişime açıktır. Fakat aynı zamanda da değişimin
ilkesini kendi içlerinde barındırır. Bunun ön güzel örneği de
insandır. Doğumdan ölüme kadar sürekli değişir ama insan olmaya da
devam eder. Kültürel sığlaşma; en önemli sorunlarımız arasındadır…
Kültürel otantikliği harekete geçirmeliyiz. Açık ufuk perspektifle
dünyaya bakmalıyız. Köklerimiz burada derinlerde olduğunun farkında
olmalıyız. Mali'deki çamurdan yapılan cami gibi biz de kültürümüzü
yeniden yapmalıyız. Kültür bilincini aşılayacak dersleri ve
müfredatları artırmalıyız. Bu konuda hiçbir çalışma yapmıyoruz.
Artık bunları işlemeliyiz. Kültür ve sanatta daha fazla destek ve
himayeye ihtiyaç var. Burada özel sektörümüze şahıslarımıza büyük
görev düşüyor. Üçüncü konu ise Türk kültürün dünyaya açılmasıdır.
Evrensel anlamda ürünler geliştirmemiz gerekiyor. Son olarak ise
Türkçe konusudur. Türkçe kültür sanat bilim ve uluslararası bir dil
olarak yeniden inşa edilmelidir."Kalın; konuşması, içeriği,
rahatlığı ve ses tonu ile göz doldurdu. Ekranlarda çok soğuk ve
ciddi duran “İ.Kalın’a gülmekte yakışıyormuş” yorumları
yapıldı.
Eski siyasetçi, Bakan Hasan
Celal Güzel (72 yaşında olup, 1994’te kurduğu Yeni Türkiye
Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı’dır.) Güzel, özetle; "İslam
kültürüyle buluştuktan sonra da başka kültürlerle bağlarını
kesmemişlerdir. 1923 sonra uygulanan kültür politikaları tamamen
yanlıştır. 1.5 yıl boyunca Türk müziği yasaklanmıştır. Birçok
konuda yanlış kültür politikası izlenmiştir. Dünyanın en zengin
dili Türkçedir. Dile çok önem vermeliyiz. Gençlerimiz Türkçeyi iyi
öğrenmelidir. Televizyonlardan bunu öğretmeliyiz. Kültürlü bir
nesil yetiştirmek zorundayız. Asımın nesli köylü ve cahil bir nesil
değildir." Diyerek, yeni bir şey söylemedi, eski dediklerini
tekrarladı. “Dile, müziğimize, sanatımıza sahip çıkalım, kopyadan
kurtulalım” sözleri, yeni bir şey değil, yıllardır dile
getiriliyor.
Yazar Alev Alatlı
(73 yaşında olup, 2014 Edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü'nü aldı) Alatlı; her zamanki gibiydi, fazla
anlaşılamadı, yeni bir şey söylemedi. Pardon, hiç aklımıza
gelmeyen!, kimsenin düşünemediği! bir cümle kurdu; "Hiçbir kültür
boşlukta oluşmaz. Hiçbir kültür o dönemin hâkim kültüründen
bağımsız oluşamaz. Artık yepyeni cesur bir dünya var. Kendi
kültürümüz kadar başka kültürleri de bilmeliyiz. Dünyayı çok azımız
takip ediyor. Daha da azımız bu olayları kontrol edebiliyor" dedi.”
İşte Alatlı farkı dedik!, buna yakın cümleleri 2003’te Ankara’da
Akademisyenler sempozyumun açılışında yine kendisinden
dinlemiştim. Alatlı, Türkiye'nin duruşunu ve uluslararası
alanda yaşananları değerlendirdi. Alatlı'nın mevcut tablo için
yaptığı; "Dünyanın iyiliği için Türkiye!" vurgusu yeni
değildi, Cumhurbaşkanı bunu yıllardır söylüyordu.
Osmanlı
iktisat tarihçisi Mehmet Genç (83 yaşında olup,
2000’de “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabı
ile “Türkiye Yazarlar Birliği” tarafından Fikir Dalında ödüle layık
görülmüş, 2001 yılında aynı kitap ile “Aydın Doğan Vakfı” özel
ödülünü almıştır.) Genç; kulağı rahatsız olduğu için konuşulanları
duymadığını söyleyerek, bazı anekdotlar anlattı.
Kısaca;
“Süreklilik ve değişimin kültürün iki önemli vasfıdır. Fakat
değişmenin de sınırları vardır. Tam oluşmuşsa ölmüştür. Türkçemiz'
de radikal bir dönüşüm yaşamıştır. Tasfiyecilik Türk dilini
mahvetmiştir. Türkçeye bilimi sokmalıyız ve kavramlar Türkçe
olmalıdır…." dedi.
2.Oturum:
Eski Bakan Atilla
Koç (71 yaşında) şöyle dedi; "…Üniversitelerin drama bölüm
mezunları çok, kültür merkezlerimiz çok, ama bu mezunları istihdam
etmede sıkıntı yaşıyoruz. Demek ki, Tiyatro Genel Müdürlüğünü
yeniden gözden geçirmeliyiz. Çok çirkin şehirlerde yaşıyoruz. Güzel
sanatlarımız, bakanlık eliyle şehirleşmeye yol
göstermelidir…"Koç’a, görevdeyken neden değiştirmediniz? diye
sorulamadı!....
Hürriyet Gazetesi Yazarı
Doğan Hızlan (80 yaşında olup, çok sayıda makalesi
vardır.) D.Hızlan, yine bilinmeyen! açıklamalar yaptı; "dünya
küçük bir köy haline dönüştü,onun için yerellik ve evrensellik
münferiden değerlendirilemez. Genç kuşağı iyi okumak ve
değerlendirmek gerekir. 15-17 yaşında romancılar var. Bu çocuklar o
yaştakilerin sorunlarını, hayatını biliyorlar. Biz kültür için bir
şey yaparken onları anlamadan dinlemeden yaparsak, o bir işe
yaramaz. İnsanlar her çeşit bilgiye internetten ulaşıyor, ama
internetteki bilgi çoğu zaman doğruluktan uzaktır. Bu sebeple 7-24
ulaşılabilir kütüphanelerin, semt kütüphaneleri elzemdir.”D.Hızlan;
her sanat olayının vazgeçilmez! ismidir.
D.Hızlan'ın yeri –nedense- hala
doldurulamamıştır ya da doldurulmasına fırsat verilmemektedir. Dil,
edebiyat, kültür,tv v.b. toplantılarda en öndedir. Görüşleri
köşesinden okunabildiği için, ne diyeceğini de tahmin
edebilirsiniz?...”
Tarihçi Prof.Dr. İlber
Ortaylı (70 yaşında olup, Türk Tarih Kurumu Şeref
Üyesi’dir. 2001 tarih dalı Aydın Doğan Ödülü
dahil, bir çok ödül sahibidir.) Ortaylı; Kültür Bakanlığı'nın
içinde Türkiye'nin en eski kurumları var, açılmayan kadrolar var.
Ağlaşmak yerine harekete geçmek lazım. New York'a opera vatandaş
inisiyatifi ile kuruldu. Haydarpaşa yandığında içimden 'burası ne
güzel opera binası olur' demiştim. İstanbullu bekliyor ki
kendiliğinden oluşsun. Tembel, öğrenmeye üşenen tenkitsiz bir nesil
yetişti. Eğer tüm delikanlılarınız, genç kızlarınız Türkçe dilini
konuşamıyorsa siz çoktan kaybetmişsinizdir. Böyle konuşan insan
okula alınmaz. Siz medyaya televizyona bozuk dilli insan
çıkarıyorsunuz. Siz bu yayınlarla çocuklarınıza dilinizi
öğretemezsiniz. Türkiye bağnaz bir ülke değil, mazide bir
Endülüs vardı. Orada insanlar Latince, Arapça, İbranice konuşurdu.
Her millet birbirinin dilinde felsefe yapardı. Biz de Endülüs
olabiliriz ama önce kendi dilimiz" dedi.
İktisatçı, Araştırmacı,
Yazar Prof.Dr. Ahmet Güner Sayar (71 yaşında olup, bir çok
makale ve yayını vardır.) Sayar; “kültürel birikimimiz milli
cepheye taşımamız gerektiğini belirterek, "Bizim bu topraklardaki
maceramızı 2070'e taşıyacaksak önce köklerimize inmemiz lazım.
Aileler çocuklarına han hamam bırakıyorlar, ama onlara bu
memleketin kültürüne dair ne bırakıyorlar" dedi.
Kısaca;orijinal/yeni fikirler İ.Ortaylı ve
İ.Kalın’dan gelmiş…Konuşmacıların hepsine ülkemiz kültür/sanatına
yaptıkları katkılar için saygımız sonsuz. Ancak; İ.Kalın’ı
ayırırsak, seçilen/davet edilen konuşmacılara baktığınızda ortalama
yaş 74.3 çıkıyor...
Soru şu; 94 yıllık Cumhuriyet ve köklü üniversiteler;
kültür/sanat/edebiyat alanında popüler kişiler yetiştirmemiş
mi!...
Zannetmiyoruz, o zaman;
Ya; yeni yetişenlerden kimsenin
haberi yok, çünkü popüler olanlar köşeleri
kapmışlar!...
Ya da, ülkeyi idare edenler popüler
kültürün etkisi altında, her şey tv ekranı gibi
düşünülmüş!...
Ya da, gençlerin/ödül alanların
önü açılmıyor!...
Ya da; “ben artık yoruldum, şöyle
bir isim var, tavsiye ediyorum” denmiyor!...
Böyle olunca, oturumlarda heyecan
yok, yeni bir şey yok, üretim yok, yol gösterme yok…
Peki ne var?
Hala; “olmalı, yapılmalı, edilmeli,
kültürümüz çok zengin, dil ve musıki önemli” v.b.
söylemler…
Eeeeee…
Kim yapacak?!..
Nasıl
yapacak?!....
“…Şura, komisyonlar halinde
çalıştı. Komisyonların çalışma alanlarıve kozalara istişare
maksatlı davet edilen isimler, elbette kamuoyunda merak
uyandıracaktır. Hatta Şurada yer alan veya almayan isimler
üzerinden eleştiriler de gelecektir. Çalışma komisyonlarının
devletçi bir refleksle kültür yönetimini öne alan bir tavırla ihdas
edildiğini düşünüyorum mesela. Lakin devlet kendi ihtiyacına binaen
bunu böyle tasnif etmiş olabilir. Sanat mevzunu temsil eden
komisyonlar kültür içerikli komisyonlara nazaran daha
az... Şura'ya çağrılan
sanatçılar hakkında da spekülasyonlar oldu. Devletin takdiri değil,
kriterleri olur Şura deniyorsa... Hele iş
kültür ve sanatsa; ahbaplık, tanıdıklık değil, toplumsal karşılığı
olmaklık esas alınmalıdır, ortaya konmuş eserler nelerdir onlara
bakılmalıdır...Ama hiç olmazsa, 27 yıl aradan sonra bir
Şura kurulabilmiştir, bu bir başlangıçtır... Gelen eleştiriler
konusunda hükümetin sabırlı ve açık görüşlü olması gerekir…” Koyu
yazılan kısımlar durumu özetlemiş…
Son söz: Her şartta; “Liyakat” önem kazanmazsa,
sanatçı “memur” diye düşünülürse, bir adım yol gidilemez,
çünkü; atılımı yapacak olanlar, sanat insanlarıdır…
Yazımızı, havaların ısındığı/cemrelerin düştüğü bu
günlerde, Cahit Zarifoğlu’nun “Bahar” şiiri ile
bitirelim…
Daha dün sesler
Hatta insan sesleri
Karın altındaki
Toprağın içindeki köklerde
Toprağın altındaki bitki kökleri
Ne sabırlı bir rüya
Çektikleri
Beklerken kesilirken çürürken
Toprağın dokunulabilir teninde bahar
Yani şöyle (Dönüş yapıyorum)
Biz görene dek
Çiçekler dağlara yamaçlara
Vurana dek
Bahar, derisi altında yaşamanın
Bir inek yayılıyor orda
Bitkilerin karanlığında
Bir sümbül
Yeri hazır
Gelecekte uzak bir iklimden kelimesi
Demir bakır
Tuz granit
Bütün madenler
Suyun büyük çeneli ağzında
- Çalkala
Bahar
O sabah
Hamile bir kurt gibi yürüyor dağlarda
Azığım koynumda
Uçuşan rüzgarda
Bir ipekli fular gibi boynumda
Bahar
Bahar
Celladımızsın sen benim
Yaydığın etlere bak
Yeraltında akıyor esintin
Sesini işitiyorum
Yüreğimden bir adın daha geçiyor
Derken
Serpilip ırmak olacak bir su kalkıyor
Kımıltısız kuru topraktan
Düşünüyorum
|
|
|
|