Bir toplumu dönüştürme projesi olan 28
Şubat’ın mühendisleri her ne kadar kendi istedikleri dönüşümü
gerçekleştiremedilerse de emellerine başka bir şekilde ulaştılar
maalesef: 28 Şubat’ın mağdurları günümüzün mağrurları
haline dönüşerek, oluşturulmak istenen deformasyonu
gerçekleştirdiler.
28 Şubat turnusol kâğıdı gibi asıl olanla sahte olanı
ortaya koydu. Ki o zamanlara kadar, hedefi belli olan bir yapıyla
mücadeleye azmetmiş Müslümanlar için tam bir elek görevi gördü.
Samimiyetler sınandı, imanı hayatta görünür kılmak mücadelesi
verenlerin tavırları sınandı, niyetleri sınandı.
Rabbimden bir daha yaşatmamasını niyaz ettiğim 28 Şubat
dönemi toplumsal hafızamızdan asla silinmemesi gereken sahneler
barındırıyor. Sadece ve sadece başörtülü olduğu için büyük
mağduriyetler yaşayan genç ve yaşlı binlerce insanın yaşadıkları
halen hafızalarımızda.
İkna odalarında, yaşadıkları değerlerinden taviz vermesi için
üzerinde büyük baskılar kurulan insanlar, başörtüsü hoyratça
çekilip alınan genç kızlar, askeriyenin kapısından geri çevrilen
anne babalar, mesleğinden atılan, yokluğa mahkûm edilen
aileler…
Bunların sayısı artırılabilir elbette ancak yazımızın konusu
yaşanan mağduriyetler değil. Zaten bununla ilgili onlarca kitap
kaleme alındı, belgeseller çekildi. Yaşanan acılar elbet
unutulmayacak ama ben bu yazımda bütün bu yaşanan acıların
arkasından gelinen noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Başörtüsü zulmüne karşı değerlerinden asla ödün vermemek için o
gün büyük mücadeleler sergileyen muhafazakâr toplum bugün maalesef
kendi rızasıyla mücadele verdiği değerlerden hızla uzaklaştı. Her
ne kadar başörtüsü halen bir “simge” gibi başlarda tutulsa da
başörtüsünün olmazsa olmazı “tesettür” kavramı yokmuş gibi
davranılıyor. Hele bir de “tesettür modası” kavramı var ki evlere
şenlik.
O gün başörtüsüne “füruattandır” diyen şeytani
ağızlardan dökülen kirli lafızlara karşı mukavemet gösteren
duruşlar, bugün başörtüsünü füruat görmeyi geçin adeta tesettürü
dahi füruat görmeye başladılar.
Yaşanmaya başlanan hayatın “israf” boyutu ise akıl almaz
seviyelerde.
En lüks mekanlarda, en pahalı yiyecek ve içeceklerle yapılan
gerek sünnet gerekse evlilik düğünleri, görenleri ve duyanları
kahrediyor. “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden programın
başında ve sonunda okunan Kur’an-ı Kerim’in düsturlarına
inat, bir Müslümanın hayatında hiç de olmaması gereken lüks ve
debdebe görüntüleri görenlere zihin travması yaşatıyor.
Altlarında milyonlarca lira değerinde lüks arabalar, yazlık ve
kışlık mekanlar, şehrin en lüks mekanlarında boy göstermeler ise
“vukuat-ı adiye” haline dönüştü. Türkiye’deki mağazalar yetmiyormuş
gibi Avrupa ve Amerika’da yapılan alışverişler ise meseleye tüy
diker kabilinden.
“İbadetin güzeli gizli olandır” düsturuna mugayir olarak yapılan
ve Mekke ve Medine’deki en lüks
mekanlarda konaklamalar ve gidiş ve dönüşlerde gözde
gösterisi yaparcasına afişe edilen Hac ve
Umre ibadetleri ise işin cabası.
Çok değil daha 24 yıl önce dinine sahip çıkmak için yerlerde
sürünenlerin bugün “deizm” batağına sürüklenmiş gençlerine ne
demeli. Bırakın başörtüsünü, iman değerlerinden taviz veren
bu gençlik kimin eseri acaba?
Tabii ki bizim, yani 28 Şubat mağdurlarının…
Açlıkla, yoklukla, zulümle olduğu gibi bolluk, refah ve varlıkla
da imtihan olacaktı Müslümanlar. Çünkü Rabbimiz bizi her koşulda,
ortamda ve zamanda nasıl davrandığımızı görmeyi murat etmişti ve
imtihan sırrı da burada yatmakta idi.
O zulüm günlerini yaşayan nesil keşke yeni nesle yaşadıkları
zulmün, omurgalı duruşun öğütlemesini yaşayarak ve yaşatarak
gösterebilselerdi.
Rahatlama ve konforun, yüreği nasır tutmuş günümüz
Müslümanlarında bıraktığı tesir çok farklı olmakta. Bu rahatlık
bizlere yaramadı. Hayat tarzımıza her türlü müdahaleyi
yapanların kimliğine bürünür olduk.
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in enfes bir sözü ile ne
demek istediğimi taçlandırayım: “Davalar acılar içinde
doğar, refah içinde ölür!”
Bizler “mağdur”luktan “mağrur”luğa öylesine
bir geçiş yaptık ki 28 Şubat’ın sahipleri bile eminim
ellerini ovuşturuyorlardır. Onlar bile hiç de ummadıkları bir
neslin ortaya çıkmış olması karşısında adeta zevkten dört köşe bir
halde kadehlerini tokuşturuyorlardır.
Eğer “mağrur” olmayı bir an önce terk edip yeniden 28
Şubat öncesinde sahip olduğumuz dava şuuru ve ruhuna
dönemezsek gelecek adına ağıt yakmaya şimdiden başlayabiliriz.
Sosyal medyada karşılaştığım güzel bir uyarı ile sonlandırmış
olayım: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. 28 Şubat'lar da
tekrar yaşanabilir, 15 Temmuz'lar da...!!!