2 Şubat 2011 Basın Özeti
Abone olİngiltere gazetelerinde Mısır yorumları: Mübarek sonrası dönem, İsrail'in kaygıları ve krizin küresel ekonomiye olası etkileri.
Gazetelerde, Mısır'da Hüsnü Mübarek sonrası dönemi sorgulayan
yazılar öne çıkıyor.
Guardian, Eylül ayında yapılacak seçimlerde aday olmayacağını açıklayan Cumhurbaşkanı Mübarek'in halkın baskılarına boyun eğdiğini yazıyor. Gazete, Amerikan yönetiminin, en yakın müttefiklerinden biri olan Mübarek'ten desteğini çektiğini belirtiyor.
'Mısır sarsılırsa İsrail titrer'
Guardian yazarlarından Jonathan Freedland, "Mısır sarsılırsa,
İsrail'in titremesine şaşmamalı" başlıklı yazısında İsrail'in
gelişmeleri Mısır'ın ikinci bir İran olabileceği endişesiyle
izlediğine dikkat çekerek Orta Doğu'da nihai barışın ancak
demokrasiyle gelebileceğini söylüyor:
"İsrailliler şimdiki rejim devrilirse yerini İslamcıların almasını
bekliyor. İsraillilerin başını ağrıtan senaryo şu: Mübarek gider ve
yerini Müslüman Kardeşler hakimiyetindeki güçler alır. Tahrir
Meydanı'nda Mübarek'e 'Tel Aviv'e evine dön' diye bağırdıkları
söylenen kalabalığın taleplerine uyan yeni rejimin ilk işi
İsrail'le imzalanan barış anlaşmasını yırtıp atmak olur. Mısır
güvenlik güçleri Gazze'nin altından geçen tünelleri denetlemez.
Aksine Hamas'a hem Mısır'dan hem de İran'dan istediği kadar silah
getirme izni verilir. İsrail İslamcı bir çembere alınır. Kuzey'den
Lübnan'da Hizbullah, Batı'dan Gazze'de Hamas ve Güney'den Mısır'da
Müslüman Kardeşler."
Jonethan Freedland, yazısına şöyle devam ediyor:
"Son günlerde Mısır, Tunus, Ürdün ve Yemen'de yaşananlar, hiçbir
diktatörlüğün sürdürülebilir olmadığını, sonsuza kadar devam
etmeyeceğini gösteriyor. Bu rejimler devam edemiyorsa, onlarla
imzalanmış bir anlaşma da devam edemez. Şüphesiz, Enver Sedat ve
ardından Mübarek'le yapılan barış anlaşmaları büyük yararlar
sağladı. Ama İsrail'in Mısır halkıyla yapacağı; onların gerçek
rızasına dayanan bir anlaşmanın ödülü ne büyük olur. Ancak böyle
bir anlaşma kalıcı olabilir."
'Müslüman Kardeşler'e dikkat'
Financial Times'ta yazan, Council on Foreign Relations adlı
kuruluşun yazarlarından Ed Hüseyin ise Amerika, Mısır'da
muhalefetteki İslamcıları görmezden gelemez. İslam'ın rolünden
başlayarak bu gruplarla diyalog kurulmalı" diyor.
Yazar, "Çoğulculuk, insan hakları ve İsrail, bu diyaloğun
merkezinde olmalı. Ama Müslüman Kardeşler'in doğal demokratlar
olduğu ya da Mısır halkının çoğunluğunu temsil ettiği yanılgısına
düşmemeli. Bangladeş, Endonezya ve hatta Pakistan'da İslamcı
partiler çok oy alamıyor. Seçmenler, duruşlarına anlayış gösteriyor
ama bu partilerin idaresi altında yaşamak istemiyor. İran'da
yaptığımız hatayı tekrarlamamalı ve Mısır'daki demokratları
desteklemeliyiz."
'Batı Mısırlıları yalnız bırakmalı'
Guardian yazarı Simon Jenkins ise Batı'nın Mısır'a karışmak için
can attığını öne sürerek "Mısırlıları yalnız bırakalım" diyor:
"Mısır, Tunus, İran ve Pakistan, kendi kaderlerini tayin hakkı için
mücadele veren Müslüman ülkeler. Batı'nın bu mücadeleye katkısı,
iki komşularını; Irak ve Afganistan'ı kaos ve güvensizliğe
sürüklemek oldu. Burası bizim kıtamız değil. Bunlar bizim
ülkelerimiz değil. Bu bizim meselemiz değil."
Independent da başyazısında, Mısır'da umut ve tehlikenin içiçe
olduğunu belirtiyor:
"Müslüman Kardeşler Hareketi, protestolarda çok öne çıkmadı. Tüm
bölgede bağlantıları olan hareket, ağırlığını hissettirme yolunu
tercih ederse, bunun dramatik sonuçları olabilir. Bu durumda İran
tarzı bir teokrasi ihtimal dahilinde olabilir. Ya da 1991'de
İslamcı hareketin kazandığı seçimlerden sonra ordunun darbe yaptığı
Cezayir örneği. Bugün yaşananlar, Arap dünyasında baskı altındaki
milyonlarca insan için umut verici. Ama, Batı'nın desteğiyle
otokratik rejimlerin sivil toplumun içini boşaltması nedeniyle
tehlikeleri de görmezden gelmeyelim."
Mısır ve stagflasyon tehlikesi
Küresel mali krizi önceden tahmin eden iktisatçı Prof. Nouriel
Roubini, Tunus ve ardından Mısır'da yaşanan gelişmelerin önemli
ekonomik sonuçları olacağını belirterek "Arap sokaklarından
stagflasyon riski yükseliyor" diyor:
"Dünyadaki petrol rezervlerinin yaklaşık üçte ikisi ve gaz
rezervlerinin yarısı Orta Doğu'da bulunuyor. Enerji fiyatlarının
jeopolitik risk nedeniyle yükselmesi küresel sonuçlar doğuracak.
Geçmişteki beş küresel resesyondan üçü, Orta Doğu'daki jeopolitik
bir şokla petrol fiyatlarının artmasından sonra yaşandı. Diğer iki
resesyonda da petrolün rolü vardı. 1973'teki Yom Kippur savaşıyla
fiyatların aniden yükselmesi küresel stagflasyona neden oldu. 1979
İran devrimi 1980'deki resesyonu yarattı. Irak'ın Kuveyt'i işgali
Amerika ve diğer gelişmiş ekonomileri 1991 baharına kadar süren bir
resesyona sürükledi. Orta Doğu'daki kargaşanın ne kadar
yayılacağını bilmiyoruz. Hatta büyük petrol üreticilerinden
Venezuela'da bile bir yasemin devrimi yaşanabilir."
Orta Doğu'daki otokratik rejimlerin yerine radikal ve istikrarsız
yönetimlerin gelmesi riskine dikkat çeken Roubini şöyle devam
ediyor:
"Tabii ki adı yolsuzluk, yoksulluk, yükek işsizlik ve gelir
eşitsizliğiyle anılan yöneticilere kimse sempati göstermemeli ama
Orta Doğu'da özgür seçimler ve demokrasi deneyimi düş kırıklığı
yaratan sonuçlar doğuruyor. İran devrimi otoriter bir rejim
yarattı, Gazze'deki seçimler radikal Hamas'ı güçlendirdi, Lübnan'da
Hizbullah büyüdü. Amerika'nın Irak'ı işgali de iç savaş ve sahte
bir demokrasi getirdi. Son siyasi şoklardan önce bile petrol 90
doları aşmıştı. Şimdi 100 dolar sınırında olan petrol fiyatları
daha da artarsa, bazı ekonomiler hızla yavaşlayacak hatta bazıları
çift dipli resesyonu görecek. Orta Doğu'daki kargaşanın istikrarsız
ve radikal rejimler doğurması çok ağır bir mali kriz ve resesyondan
çıkmaya çalışan küresel ekonomi için ciddi bir tehdit oluşturur.
"