BIST 9.080
DOLAR 32,37
EURO 35,01
ALTIN 2.323,83

Üst makamlarda; ‘liyakat,birikim ve etiklik’ aramazsanız, bulamazsınız ki!..(1)

Üniversitelerimizden müdür/dekan/rektör uygulamaları...

KONSERVATUARLAR SANATÇI ÖĞRETİM ELEMANLARI, HALA HAZİRAN TEŞVİKLERİNİ ALAMADILAR. SESLERİNİ DUYAN OLMAYACAK MI?!...

GÜNCEL/TEOG: Ülkemizde uygulamalar bildiğiniz gibi… MEB’de; 6 bakan, 5 program değişti.Hepsi de çözdük dedi, çağdaş eğitim dedi...Ama, eğitim bir türlü düzelmedi. Her tarafa;  Eğitim Fakültesi/Konservatuar/Müzik Eğitimi Bölümü/Spor Bilimleri Fak. v.b.  açmakla Türkiye'nin eğitim/sanat/kültür/spor kalitesinin   yüksel(emeyeceği)mediği, ‘eksik ve kalitesiz kadrolarla’ daha da kötüye gideceğini  söylemekten usandı(lar)k ve bu kötü gidişi görmekten üzüntü duyuyoruz. Bu alanlara; ‘nitelik olarak’ bakılmasından yanayız.  İşte TEOG olayı...İstenince olabilecek bir iş ise ve kolaylıkla çözülüyorsa, bu güne kadar neden yapılmamış!.. Bir arkadaş ironi yapıyor ve diyor ki; “Çok şükür iktidar değişti, 15 yıllık zulüm bitti ve AK Parti iktidara geldi, eğitimde reformlar birbirini  takip ediyor, TEOG,Y.Doç.lik v.b..” Cumhurbaşkanımızın talimatı ile MEB hemen çalışma başlattı ve açıklama yaptı, ’TEOG kaldırıldı’ dedi.  Bu arada 11. Cumhurbaşkanı A. Gül twitter'dan açıklama yapmış; "Gündemde olan sınav sistemi değişikliğinin, çok boyutlu bir çalışma ile yapılmasını ve özellikle fırsat eşitliği ilkesini korumasını umuyorum" demiş.Basında tweeti, flaş haber diye vermiş, neresi flaş ise!... Çok önemli konularda susan/konuşmayan A.Gül’ün topa neden girdiği anlaşılamadı!…

Bu arada, YÖK hala Y.Doç. liğin kaldırılması için ne yapıldığını açıklamadı. Bir an önce, gereksiz dedikoduların önüne geçmek lazım…Bekliyoruz…

Liyakat, etiklik, nitelik…

Gelelim, liyakat-etiklik ve nitelik konusuna.

Bu defa değişik bir tarzda konuyu dillendirmeye gayret ettik. Yazacağım konuda, çevreme/ilgililere bana ‘gerçek bilgi’ göndermelerini istiyorum. Sağ olsunlar beni yalnız bırakmayan bir camia (eğitim/kültür/sanat) oluşmuş durumda. Bu yazılar onun için çok paylaşılıyor. Sizlere teşekkür ediyorum

Üniversitede bir birime dekan/müdür olarak atanıyorsunuz…

Sizden;

“Biriminizi  daha ileri götürmeniz,

Akademisyenler arasında paylaşımı/projeleri geliştirmeniz,

Diğer kurumlarla işbirliği yapmanız” bekleniyor.

Müdürlük için, rektörün, -kimseye danışmadan- ataması/onayı ile, dekansanız ilk  3 kişiden birisinin YÖK tarafından atanması ile,  kadronuzu oluşturuyor, rektörü arkanıza almanın rahatlığı ile, kurum içinde baskılara başlıyor, ama yukarıda kuzu kesiliyorsunuz…Kadronuza eski dekanlarla/müdürlerle çalışanlardan kimseyi almıyorsunuz…(Hepsi başarısız demek ki!..) Kurum içinde; her bölüme/yere resminizi astırarak yada yönetimlere baskı yaparak,  temeli olmayan soruşturmalar açtırarak, öğretim üyeleri arasında  olmayan dedikodular  yaparak, kadroları sizin yanlışlarınıza ‘evet’ demeyenlere vermeyerek, memurlara bağırarak v.b.  kendinizi  kabul ettirmeye çalışıyorsunuz.

Kurum adına, kültürel anlaşma yapıyorum diye birçok yabancı ülke geziyor, imza resimlerini web sayfanıza koyuyor, büyük işler yaptığınızı, tek/birinci  kurum olduğunuzu söylüyor, benzer kurumlara da etki etmeye/yol göstermeye çalışıyorsunuz…Çok çalıştığınız için rektörün 3. müdür yardımcısı vermek için uğraştığını bile söylüyorsunuz. Bir süre sonra, yerinize başka müdür/dekan atanıyor…O da, kendi bildiği yolda ilerlemeye başlıyor. Sizin anlaşma imzaladığınız protokollerle ilgili bir tanesi hayata geçmiyor, kadük kalıyor. Her toplantının yol/yemek/otel/harcırahı masraf  olarak devlete geri dönüyor. Bu az bir tutar değil elbette…Yapılan masraf kamu kaynaklarından/kamu israfı olduğu halde, kimse hesap sormuyor?

Anlayış şu; görev bitti, güle güle, temiz ve başarılısın!

Üst makamlar -nedense- sessiz kalıyor…

Asırlar önce, Yusuf Has Hacib’in yazdığı,  “Okuyana kutlu olsun ve  ona yol göstersin” dediği Kutadgu Bilig’deki şu sözler; kutlu olmamış, yol göstermemiş..

“Her bakımdan tam zengin olmak istersen, kanaatkâr ol. Böylece kendi nasibini elde etmiş olursun. Bu dünya renkli bir gölge gibidir, onun peşine düşersen kaçar; sen kaçarsan o seni kovalar. İnsan, binlerce yaşasa, arzu ettiği şeylere kavuşsa bile, yine dileği bitmez. Menfaat sandalyeye benzer; başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan seni yükseltir. Yalnız kendi menfaatini gözeten dosta gönül bağlama. Fayda görmezse, sana düşman olur, ondan vazgeç. İnsanın bunca zahmet çekmesi hep boğazı ve sırtı içindir: mal toplar, ama yiyemez; öldükten sonra da vebali altında kalır. Çok mal açgözlüyü doyurmaz. Ölüm gelince pişman olur, fakat artık işini yoluna koyamaz.”

Kısaca; Enerjiler boşa akmaya, insanlar aldatılmaya, yapanın yanına kar kalmaya, ben başarılıy(d)ım denmeye  devam  ediliyor.

Suç kimin/kimlerin?

Bir üniversiteye rektör olarak atanıyorsunuz…

Sizden;

“Kurumunuzu daha ileri götürmeniz,

İlin ekonomik/kültür/coğrafı şartlarına göre fakülteleri yapılandırmanız,

Projelerle ülke bilim/sanatına/teknolojisine öncülük etmeniz” bekleniyor.

Kadronuzu, kanunların/yönetmeliklerin verdiği yetki ile oluşturuyor, seçim sırasında verdiğiniz sözleri yerine getirme(me)ye  çalışıyorsunuz. Eski rektörle çalışmış ve başarılı olmuş  akademisyenleri asla yanınıza almıyorsunuz!.. (Hepsi başarısız demek ki!..).Önce paylaşımcı biriyken, zamanla makamın verdiği güçle ve çevrenizin verdiği destekle; en iyi ben bilirim, ben ne dersem o olur, her şeye ben karar veririm, haberim olmadan kuş uçmaz, benim adamım yanlış yapmaz v.b.” duruma geliyor, yardımcılarınıza dahi müdahalelere başlıyorsunuz. Güzel işler yapmak yerine; Y.Doç.lerle görüşmüyor, atama ve yükseltmelerde keyfi hareket ediyor, kadro izni vermiyor, İslam dini için Kur’an-ı rehber alacağınıza cemaatleri önceliyor, sizi uyaran yazıları sümen altı ediyorsunuz…Rektör olduğunuz ilden ayrılırken, o ile/ildekilere “hakkınızı helal etmiyorsunuz*, vekil olduğunuz üniversitede, -mütevazi görünüp- kendinizin çok yukarlarda olması gerektiğini belirtiyorsunuz.** Sürekli TV çıkmaya, basında reklamınızı yapmaya/yazı yazmaya, bol bol gezilere katılmaya başlıyorsunuz. İlk dört yılın sonuna doğru, ikinci dört yılı garanti almanın çabasına giriyorsunuz….Aday olabilecek yardımcıları pasifize etmeye çalışıyor, akademisyenler  yerine  Ankara’dan güç almaya, açılışlarda mutlaka bir Bakan getirmeye gayret ediyorsunuz.

Oysa, bilim/sanat  yuvalarının açılışını, mezunlar arasında fark yaratanlar yapmalı…

Yusuf Has Hacib, asırlar önce; “Okuyana kutlu olsun ve ona yol göstersin” dediği Kutadgu Bilig’de şöyle demiş;

“İşi adaletle yap, buna gayret et. Hiçbir zaman zulüm etme. Gönlünü ve dilini doğru tut! Halka faydalı ol, onlara zarar verme! İyi hareket et, kötülerin zararlarını ortadan kaldır! Başkasının zararını isteme, kendin de zarar verme. Hangi işe girersen, önce sonunu düşün. Sonu düşünülmeyen işler, insana zarar getirir. İnsan nadir değil, insanlık nadirdir. İnsan az değil, doğruluk azdır. İnsana insanlığı nispetinde mukabelede bulun. Böyle mukabelede bulunduğu için, insana insan adı verilmiştir. Kimin sana biraz emeği geçerse, sen ona karşılık daha fazlasını yapmalısın.”

Kısaca; Enerjiler boşa akmaya, insanlar aldatılmaya, yapanın yanına kar kalmaya, ben başarılıy(d)ım denmeye  devam  ediliyor.

Suç kimin/kimlerin?

*GOPÜ'de 8 yıllık rektörlük görevini devreden Prof. Dr. Zehra Seyfikli şöyle dedi; 'Ben görevde bulunduğum 8 senelik zaman içerisinde Gaziosmanpaşa Üniversitesi ve Tokat'ın gelişmesi yönünde çalışmalar yaptım. Bazen beni eleştirdiler, bazen övgü dolu sözler söylediler. Ben kimseye hakkımı helal etmiyorum. Kimseden de helallik beklemiyorum. Diğer dünyada helalleşiriz"

** “Yalova Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Cengiz Tomar, yeni öğretim yılının açılışında konuşmuş;  "Şahsen ben de kendimi çok layık görmüyorum bu işe. Ben Edinburgh Üniversitesi’nde okudum. Orada hoca olamadım. Türkiye’mizin seçkin kurumları Boğaziçi’nde, ODTÜ’de, buralarda da hoca olamadım. Belki epey eksik yanım var. Yani Yalova Üniversitesi’nde gelmeyi çok hak etmiyorum belki de ama olsun. Gene de samimiyetle elimden geleni yapacağım. Buraya gelen öğrencilerimizin de bazı sorunlarla karşılaşacağını biliyorum. Elimden geldiğince görevde olduğum müddetçe öğrencilerimizin sorunlarını çözeceğim” diye konuştu.” Edebiyat öğretmeni olan, CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, yaptığı konuşmada  rektör vekiline de seslenmiş; “Hocam üzülmeyin, iyi üniversitelerde hoca olamamışsınız. ......Hiç canınızı sıkmayın. Bak ben de genel başkan olamadım. Ben moralimi bozuyor muyum? Sen niye bozuluyorsun? Yalova’nın kaderi bu demek ki. Hep Kaybedenler Kulübü olmuş demek ki”

 

3 gün sonra, Yalova Üniversitesinin Rektör Vekilliği görevine İskenderun Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Güler Bilen Alkan atandı.

Gelecek yazı: Liyakat,birikim ve nitelik; atamaların  vazgeçilmezi  olmalı!...(2) 

YENİ DİB BAŞKANI VE SAKARYA ÜNİVERSİTESİ…

Sakarya, oldum olası Refah Partisi’nin, rahmetli N.Erbakan’ın –Akıncılar- ve şimdilerde AK Parti’nin oy deposu oldu. Son yıllarda üst makamlara atamalarda referans olan bu üniversite; daha önceleri unvanlar ve UDS konusunda da çok gündeme gelmişti. 1997-2002 yılları arasında Sakarya Üniversitesi İlahiyat  Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevini (5 yıl)  yürüten A.Erbaş, 2006-2011 yılları arasında da iki dönem (6 yıl)  İlahiyat  Fakültesi  Dekanlığı’nı yapmış. Bir ara, DİB Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’de yapmış.   Çok değerli bir kişi olacak ki; 08 Haziran 2017 tarihinde Yalova Üniversitesi Rektörlüğüne atanmış.

Yani,üniversitede 11 yıl üst görev yapmış, ama anlamamış/görmemiş/duymamış ve herhangi bir vatandaş gibi; “…yaptıkları ortaya saçıldıkça  şaşkına dönmüş!..” Erbaş'ın görev yaptığı yıllarda, A.Öksüz’ün aşırı yurt dışı izinlerinde ve yerine ders verecek kişilerin görevlendirilmesinde bolca imzası olmalı. Ve, fakültedeki gelişmelerden (11 yıl boyunca)  habersiz olması imkansız!... Şimdi de, D. İ. Başkanı  olarak atandı…Ses getirecek, yorumu zor, ilginç bir atama olmuş

 Cumhubaşkanımızın neden yeni / tartışılmayacak  isimlere görev vermediğini anlayamıyoruz!...Bu atama başını ağrıtacak gibi gözüküyor!...Çünkü, her gün olumsuz bir haber çıkıyor….

Unutmayalım ki; mazi kalplerde yaradır!...

ACUN İLE ŞEYMA’NIN  EVLİLİĞİ…

Vay arkadaş..Bir haftadır bir düğün konuşuluyor…Ünlüler Fransa’ya akın etmiş…Bir haftadır ünlüleri  göremeyen halkımızda;  ‘neredeler?’ diye merak etmişti!…Sabancı, Koç  bile yapamamıştı…Yeni nesil zenginlik bu demek!...Fransa'nın sahil kasabası St.Tropez'de, önceki gün dünyaevine giren Ş.Subaşı ile A.Ilıcalı'nın düğünü ‘art arda süren etkinliklerle’ devam ediyor. Tıpkı tarihimizdeki/kültürümüzdeki  gibi!…Ş.Subaşı, 250 davetlinin katılımıyla dünyaca ünlü Byblos Hotel'in diskosunda düzenlenen partide, düğününde giydiği  ‘3. Gelinliğin’ fotoğrafını sosyal medyada paylaşmış. Ah fakirliğin gözü kör olsun!...

Magazin dünyası ve popüler isimler bildiğiniz gibi; günlük dertler/sorunlar onları hiç ilgilendirmiyor…Fındık/fasulye/domates v.b. fiatları, sınırdaki  gerginlik, terör olayları, şehitler v.b. umurlarında değil…Çoğu, üst makamların yemeklerine davet edilen isimler!.. Genç çifte murlulukları diliyoruz…